Su testisi meselesi
Hıncal Uluç yoğun bakıma kaldırıldığından beri başlayan karalama kampanyasının eşi benzerine son yıllarda rastlanmamıştır herhalde. İkinci sınıf şöhret adaylarından kariyerleri boyunca onun gibi olmak için çabalamış ama bir türlü olamamış kıskanç gazetecilere kadar içlerindeki nefreti kusanlar çok. Sosyal medya ayrı bir çukur zaten. Birçoğunun Hıncal Uluç’u tanıdığını zannetmiyorum. Şahsen tanımaktan değil kastım, Türk basınında birinci tekil şahısla yazmayı yaygınlaştırmış birini okumak fazlasıyla tanımaktır.
Defne Joy Foster hakkında pek az şey biliyorum. VJ’lik yaparak televizyona çıkmaya başladığını hatırlıyorum, genel olarak da sevimli tavırlarıyla kendisini izleyenlere sevdirdiğini tahmin ediyorum. Trajik ölümüne kadar ne yaptığını, nasıl yaşadığını da takip etmedim, merak etmedim. Ama köşesinde bir zamanların Jülide Ateş ve Defne Samyeli’si de dahil hep genç kadınları parlatan, onları yazan Hıncal Uluç takip etmiş. Kendisiyle özdeşleyen yazı konularından biri genç kadınların hikayeleri; Foster’ın da arkasından “Su testisi su yolunda kırılır,” diye çok bilinen o cümleyi yazdı. O zaman da kıyamet kopmuştu, şimdi hasta yatağında da yeniden yüzüne vuruluyor. Dün de bugün de bu cümlenin neden bu kadar problemli olduğunu hiç anlamadım.
ÇOCUK ODASINDAKİ ŞIRINGA
Hıncal Uluç pek az konuda geri adım atardı, ama o cümle ona bile özür dilettirecek kadar mesele olmuştu. O yazıdaki tüm satırlarının arkasında olduğunu ama bir tek o cümleyi yazmasaymış da olabileceğini söylemişti. Sosyal medyayı ne kadar reddetse de oluşan baskıdan o bile etkilenmiş demek ki.
Benim en büyük eleştirim köşe yazısında atasözü ve deyimlere çok sık başvurmak olabilir. Ama bu sözler de Türkçede kullanılsın, konuyu kısaca özetlesin diye var. “Su testisi su yolunda kırılır,” sözünün de buradaki kullanışı kendi kendine zarar veren bir hayatın sonunun belli olduğu. Defne Joy Foster kimyasallarla süren bir gecenin ters gitmesiyle hayatını kaybetti. Belli ki bir kazaydı bu; “su yolunda” yaşanabilecek türden bir kaza.
Hepimiz kendi hayatlarımızdan sorumluyuz ve yaşadığımız hayat da kendi tercihlerimizin ürünü. Bazı insanlar kendi kendine zarar verebilecek bir hayat yaşıyor, bazıları duvara çarpacaklarını bile bile son sürat ilerliyor, bazıları da daha korkak, daha risksiz, daha garantili bir hayat yaşıyor. Amy Winehouse, Kurt Cobain, Janis Joplin, Jim Morrison gibi isimlerin testilerinin de su yolunda kırılacağı belliydi. Onlar hayattayken müdahale etmeye çalışanlar, gidişatı değiştirmeye çalışanlar da oldu. Ama dışarıdan müdahale bir yere kadar. Bu insanlar da kendi sonlarının iyi bitmeyeceğini biliyorlardı ama durmamalarının, son sürat ilerlemelerinin de bir nedeni vardı. Kimileri hayatta kalmanın yükünü taşıyamaz haldelerdi, kimyasallar ya da su yolunda yaşanan bir hayat hayata tutunma biçimiydi.
Joan Didion evinde verdiği bir partinin giderek kontrolden çıktığını, Janis Joplin gibi konukların bir süre sonra evde uyuşturucu kullanmaya başladıklarını yazıyor “The White Album” kitabında. Hollywood’un tam ortasında yaşayan, şöhretlerle, rock yıldızlarıyla, sinemacılarla iç içe bir hayat yaşayan, bu insanların neler yaptığını bilen biri Didion. Ama onun bile tahammül sınırı bir yere kadar: Konukların üst katta uyuyan küçük kızının odasına girdiğini, orada uyuşturucu yaptıklarını ve şırıngalarını da odada bıraktıklarını fark ediyor.
“Counter culture” iyi hoş da insanın küçük çocuğunun yatak odasında şırınga bulununca işin rengi değişiveriyor. Kendi hayatı ve kendi seçimi ama yeni doğmuş çocuğunu evde bırakıp sabaha kadar kimyasallarla eğlenen biri hakkında da kaza raporu tutan birilerinin olması şaşırtıcı değil herhalde.
KÖŞE YAZARININ GÖREVİ
Bir insanın hayatını yaşadığını kim nasıl yargılayabilir? Toplum durmaksızın yargılıyor. Dahası, köşe yazarının görevi de yargılamak. Bu yargının doğru ya da yanlış olduğu tartışılabilir, ama Hıncal Uluç kendi ahlaki bakış açısından yoğurduğu görüşünü yazıyor. Belli ezberler, yaşam tarzı, ahlaki ölçütlerle yetişmiş, perspektifi buna göre şekillenmiş, hayata bakışı da nispeten muhafazakar olan bir yazar tam da “Su testisi su yolunda kırılır,” yazar. 20 yaşındaki bir parti yazarının görüşü farklı olacaktır ama ifade özgürlüğü tam da bu yüzden korunması gereken haklardan biri. Kabul edilemez bir cümle olsa bile devrimlerle dolu 50 yıllık bir kariyeri bir tek bununla yargılamak adil değil.
Aslında bu cümle o gün pek çok kişinin aklından geçmiştir ama söylemeye cesaret edememiştir. Hıncal Uluç’a bu cümle üzerinden vuranların amacı kendilerini onun üzerinden temize çekmek ve ahlaki üstünlük iddia etmek. Pek çoğunun motivasyonu ise en ilkel insanlık dürtülerinden biri olan kıskançlık: Olmaya özendikleri ama erişemedikleri bir mertebeye zayıflık anında saldırarak devirmeye çalışmak. İşin acıklı tarafı Hıncal Uluç kendisinden konuşturmasını hep çok iyi bildi, başkalarındansa ancak Hıncal Uluç üzerinden konuşulabilir.