Punk ocakbaşı
Yan masadaki gençler yüksek lisans için yurtdışına gitmeyi konuşuyorlar kendi aralarında ve ben gizlice onları dinlerken hayallerinin ne kadar sınırlı olduğunu fark ediyorum. Amerika’ya gider gitmez Mustang alacakmış bir tanesi. İstanbul’da özel bir üniversitede okuyan gence yeni modellerinin imajı kiralık araba olan Mustang neden bu kadar cazip geliyor, anlamıyorum. Bir-iki tanesi kız muhabbeti yapıyor. Hepsinin ortak dileği gitmek. Gidip daha iyi bir ülkede hayata devam etmek, hatta mümkünse hiç dönmemek. Hayal kurdukları yerin Pangaltı’dan Kurtuluş’a yürürken bir ara sokakta biri orijinal, biri sonradan ek iki dükkandan oluşan Adana Ocakbaşı olması ironik mi trajikomik mi?
İstanbul’un en cazip tarafı turist olarak gelindiğinde karşınıza muhteşem bir şehrin çıkması. Türk olsanız bile dışarıdan gelince kentin bambaşka, çok canlı, yaşayan bir havası var. Bu genç enerjisinin en fazla hissedildiği mekan da Adana Ocakbaşı olduğu için kaygı ve hayallerin kebapçı masasına yatırılması şaşırtıcı olmasa gerek. Böyle bir şehir dinamizmini en son İstanbul’dan “Istancool” diye bahsedildiği, Türkiye’nin yabancı dergilere kapak olduğu yıllarda Asmalımescit’in ara sokaklarında görmüştüm. Her hafta sonu Babylon’un yanındaki Otto’da toplanır, dünyanın en havalı şehrinde yaşamaktan mutluluk duyardık. O sokakta eğlenenlerin tamamının şimdi başka ülkelerin başka sokaklarında gezdiğini söylemek abartılı olmaz herhalde.
ROCK BAR GİBİ
Artık Asmalımescit’teki o gençler gibi o ara sokakta toplanma adeti de yok. Zaten o ara sokak da yok gibi. Epeydir Kurtuluş-Bomonti hattı şehrin ‘cool’ kalbi olarak atmaya çalışıyor. Ve tam da bu güzergahta yer alan ve yıllardır hizmet veren Adana Ocakbaşı uzun yıllardır hizmet vermesine rağmen birkaç sene önce önce keşfedilip gençlerin buluşma noktasına dönüşüverdi.
Kebapçıya gitmek hiçbir zaman ‘cool’ olmadı, burası da ‘cool’luktan olabildiğince uzak bir yer zaten. Sıkış sıkış, küçücük, insanların neredeyse üst üste oturduğu, benim gibi başka masaların konuşmalarının çok rahat dinlendiği, rakı sofrası keyfini yapmanın pek mümkün olmadığı bir yer.
Aynı zamanda da sokak modasını en ince ayrıntısına kadar benimseyen dövmeli garsonların çalıştığı, personel demografisi bir rock bar’a daha uygun bir yer. Sanki kebapçının içindeki arka kapılardan birinden girince eski Beyoğlu’na, Otto’ya, Mojo’ya açılacak ayrı bir dünya var. Yok tabii, arka tarafta daracık bir tuvalet var o kadar.
Mekan kalabalık değilse, ya da biraz geç gidilip masadan kalkma baskısı olmadığında sohbetler uzuyor. Siyah üzüm rakısı Saki’yi orada tavsiye üzerine denedik mesela. Kalabalık saatlerde tıpkı lüks lokantalarda olduğu gibi iki saat sonra kaldırılmak istenebilirsiniz. Ama rahat bir zamanda bir şişe rakı ağır ağır içilir.
Mutlaka ama mutlaka rezervasyonla gidilmesi gerekiyor; rezervasyonla gidildiğinde bile beklemek zorunlu. Trafik o kadar yoğun. Bir akşam bizi kaldırımla lokanta arasındaki o “hybrid” alandaki masaya, mekanın kalabalığından uzak bir yere oturttular. Bir başka akşam rezervasyon piyangomuz Sibirya’ya denk geldi, ama ricayla daha medeni bir coğrafyaya yerleştirildik.
Adana Ocakbaşı’nın iyi tarafı bu. Kırmıyorlar, memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. En önemlisi de sınıf ayrımı yok. Herkese eşit muamele yapılıyor.
Bazen fazla mı eşit acaba?
“YABANCI” MÜŞTERİ PROBLEMİ
Anladığım kadarıyla mekanın sahibi amcalarla bir sonraki kuşak dövmeli yeğenler arasında müşteri memnuniyeti konusunda bir görüş ayrılığı var. Eski esnaf geleneğinden gelen amcalar kimseyi kırmak istemiyor; burada herkes için kebap var. Yeni kuşaksa içki içmeyen, iki dürüm bir kebap yiyip masaları işgal eden müşteriden hoşnut değil. Bu müşteri kitlesinin yabancı oluşu ayrı bir dert. Dövmeli yeğenlerden biri “Yabancılara hizmet yok,” demeyi düşündüğünü bile söylüyor bir ara. Yabancıdan kasıt da New York ya da Paris’ten gelen turistler değil elbette. Siz arka bahçenizde hangi yabancıları istemiyorsanız Adana Ocakbaşı’nın genç kuşağı da fiyatları uygun ve mutfağı tanıdık olduğu için buraya gelen mültecilerden pek hoşnut değil. Ama burası Türkiye, İstanbul da artık böyle kozmopolit bir yer. Adana Ocakbaşı da yerli yabancı herkesin bağımlısı olabilecek bir mutfağa sahip.
Şık olma ya da havalı görünme kaygısı yok. Burası beyaz örtülü bir kebapçı değil. Yaratıcı deneylere girmiyor, bildiği işi yapıyor. Ezme, sıcak patlıcanla yapılan yoğurtlu söğürme ve közde soğan-sarımsak masaya doğrudan geliyor. Ardından sadece et. Mükemmel bir Adana, kalırsa pirzola, çıtır çıtır çöp şiş. Ortaya bir kebap yetmiyor, bir tane daha söyleniyor. Ayıp olmasa bir tane daha.
Ocakbaşı durmadan pişiriyor. Zaman zaman kebapların bittiği oluyor, çünkü hiçbir hazırlık bu kalabalığı doyurmaya yetmez. Bu yüzden de Adana Ocakbaşı’na tekrar tekrar gitmek bir alışkanlık. Bağımlılık yapan, özlenilen bir yer. İnsana “İstanbul’da yaşasak her hafta gideriz,” dedirten bir yer. İstanbul’da yaşayanlar bile burada İstabul’dan gitmenin hayalini kuruyor, gittiklerinde Adana Ocakbaşı’nı çok özleyeceklerinin farkında olmadan.
Üç yıldız