Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yardım kampanyaları zenginlerin topluma karşı borçlarını ödememek için türlü taklalar attıkları ABD gibi ülkelerin ürünüdür. Her yıl astronomik kar eden dünyanın dev şirketlerinin içindeki en önemli bölümlerden biri nasıl az vergi ödeneceğini, hatta mümkünse hiç vergi ödenmeyeceğini hesaplayan ekiplerdir. ABD’de sık sık değerleri milyarlarla ölçülen bu şirketlerin yıl sonunda nasıl hiç vergi ödemedikleri tartışılır. Bir bakmışsınız cirosu milyarları geçen şirketler yılı sıfır vergiyle kapatmış.

        Yasal yoldan vergi kaçırma geleneği Amerika’nın kuruluş doktriniyle de alakalı. Yeni Dünya’yı keşfedip burada yeni bir ülke kuranlar hayatlarına devletin mümkün olduğu kadar en az müdahale etmesini istemişlerdi. Bugün liberter milyarderler de bu inancı koruyor, vergi vermekten hiç hoşlanmıyorlar. Bunu devletin yetki aşımı, bireyin hayatına fazla müdahale olarak görüyorlar. Vergi vermek istemiyorlar çünkü istihdam sağlıyorlar, veya Elon Musk gibi icatlarıyla insanlığın ilerlemesine katkıda bulunduklarını düşünüyorlar. Bu yüzden ciddi ciddi vergiden muaf olduklarını düşünen, devlete en ufak bir kuruş dahi vermek istemeyenler var. Vergi vermek Amerikan kapitalizmini rencide ediyor.

        Amerikan sistemi zenginlerin az vergi ödemesine fırsat tanıyor, ama bu isimler topluma borçlarını dolaylı yoldan ödüyorlar. Liberter sermayenin öncüsü Koch ailesi hastane binaları yapıyor örneğin. Müzeler, üniversiteler, hatta parklar ve başka kamusal alanlar bu zenginlerin katkısı sayesinde ayakta kalıyor. Gittiğiniz her yerde bir zenginin adını görmeniz bundan. Michael Bloomberg, George Soros, Bill Gates, Warren Buffett gibi isimler servetlerinin bir bölümünü dünyanın dört bir köşesinde inandıkları davalara harcıyorlar: tuvalet yapımından demokrasinin geliştirilmesi, sigarayla mücadeleye kadar.

        Amerika’da her seçim döneminde zenginlerden daha fazla vergi alınması konuşulur—yüzde 0.1 gibi küçük rakamlar—ama hemen hiçbir zaman gerçekleşmez. Cumhuriyetçiler de sık sık zenginlere vergi indirimi sağlar. Bu isimler hayır işlerine harcayacakları parayı devlete bağışlasalar insanlığa katkıları daha fazla olurdu. Ya da o para da çarçur edilir, devlet bürokrasisi ve yolsuzluk içinde kaybolurdu.

        TÜRKİYE’DE DURUM FARKLI

        Amerika’da bu işler böyle. Kıta Avrupa’sında ve Türkiye’de ise güçlü devlet anlayışı var. Türkiye çok fazla vergi alan, her şeyden vergi alan, çoğu zaman da dünyanın en yüksek vergisini alan bir ülke. Sadece şirketlerden alınan vergi değil, bireyler de vergiyle kuşatılmış durumda. Yurtdışına çıkarken bile para ödemek gibi totaliter rejimleri andıran uygulamalar var. ÖTV’nin KDV’si gibi absürt icatlar da kanıksandı. Cep telefonu kullanırken, araba sürerken, içki içerken astronomik vergiler ödüyoruz ve bunları kullanmanın bedeli başka ülkelerden daha yüksek. Oysa kişi başı gelirimiz o ülkelerden daha fazla değil. Devlet kazandıkça kazanıyor.

        Bu kadar çok verginin ödendiği bir ülkede bir de bağış toplamak ne kadar adaletli diye düşünüyorum deprem için yapılan yardım kampanyalarını izlerken. 1999 yılından beri “Özel İletişim Vergisi” adında deprem vergisi toplanıyor üstelik. Koalisyon hükümeti bu vergileri koyduğunda toplanacak paranın özel olarak binaları depreme dayanıklı hala getirmeye harcanacağını söylemişti.

        Dün Murat Yetkin’in YouTube kanalında hatırlattığı gibi 2011’de dönemin Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’e bu paraların nereye gittiği sorulduğunda “Hazineye giren para,” diye yanıt vermişti. “Duble yol, havalimanı vs. yaptık.” Dünyanın en çok vergi alan ülkelerinden birinin özel olarak deprem için topladığı vergilerin bu amaçla harcanmadığı yeteri kadar sorgulanmıyor. Nedenini anlıyorum, ne sorgulanabiliyor ki? Oysa sadece deprem vergileri amacına yönelik harcansa bugünkü felaket çok daha hafif atlatılabilir, pek çok insanın da gelecek depremlere yönelik korkusu hafiflerdi. Benzer şekilde böylesi bir bağış kampanyasına gerek kalmayabilirdi.

        Ancak, bakıyorum isim isim hangi şirketin neden bağış yapmadığı deşifre ediliyor ve Türk sermayesini ayakta tutan sütunlar hedefe konuyor.

        BİR BİLDİKLERİ VARDIR

        Bu ülke böyle durumlarda insanı büyük sermayeyi bile savunacak noktaya getiriyor. Türkiye’nin pek çok önde gelen büyük şirketinin bu kampanyada yer almamasının nedeni nasıl bu şirketlerin zirvede olduklarıyla da alakalı oysa. Her biri vergi rekortmeni olan bu firmalar harcayacakları tek bir kuruşun hesabını yapmayı bilirler, paraları da boşa harcamaktan hoşlanmazlar. Başarının sırrı da ince eleyip sıkı dokumalarında yatar. Hesap verilebilirlik de Türk ekonomisinin çoğunluğunu oluşturan bu şirketlerde önemli bir ölçüttür.

        Türkiye’yi sırtında taşıyan büyük ve ciddi şirketlerin yer almaması normal değil mi? Her yıl açıklanan vergi rekortmenleri listesinde eski sermaye, bugün bağış yapmadıkları için hedefe konan o şirketler var. Bu da kimin ülkeye karşı borcunu fazlasıyla ödediği, hangi zenginin nasıl bir sorumluluk aldığı ortada. Bazı şirketler bu reklam kampanyasına dahil olmak istemiyorsa bir bildikleri vardır.

        Seçimin ertelenmesi kimi işine yarar

        Seçimin ertelenmesi kimi işine yarar
        0:00 / 0:00

        AK Parti’nin en büyük sırrının birkaç adım ötede hamle yaptığı düşünülürdü eskiden, oysa bu özelliğini kaybetmeye başladı sanki. Seçimleri erteleme çabası şimdilik kamuoyunu test etme, nabız yoklama gibi gözükse de yeteri kadar düşünülmemiş bir karara benziyor.

        Hesap altı ay ya da bir sene sonra yıkımın unutulup, hızlı bir inşaat hamlesiyle yeniden yapılan şehirlerle güçlü bir şekilde seçime gitmek üzerine yapılıyor. Oysa altı ay sonra bugün yapılan seçim harcamaları—maaş zamları, EYT’ler vs.—ekonomiye ekstra bir yük olarak çökebilir; üzerine de depremin yarattığı ek masraflar binecek.

        Depremdeki yıkım öyle bir senede unutulacak gibi de değil. Hafızalardan yıllarca silinmiyor, şehirlere yeniden makyaj yapılması da çok çabuk olacağa benzemiyor. Aceleyle yapılırsa geçici çözüm olur, halbuki şimdi yapılması gereken geleceğe dayanıklı bir şehir inşa etmek. Sırf bunun beyin fırtınası bir sene sürer normalde, ama alelacele seçime yönelik inşaat hamlesi sadece yıkılan binaları yeniden hatırlatır.

        Seçimi ertelemek Erdoğan için ringden kaçmak gibi de yorumlanabilir. Bugüne kadar bütün dünyaya meydan okuyan, girdiği her seçimi kazanan imaj çizen bir lider için kendi tabanında bile algı problemi olur. Siyasette en ufak bir zayıflık işareti sömürülmeye açıktır, rakiplerinin eline yok yere kaçtı diye koz vermiş olur.

        İstanbul seçimlerinin tekrarı stratejik bir hataydı ve seçmen affetmedi. 10 bin olan fark bir anda 800 bine çıktı. Seçim ertelemesinin bugün zar zor kazanma ihtimali bulunan Altılı Masa’ya doping olmayacağının garantisi yok mu? İktidar o zaman da acele etmişti.

        Bir sene ya da altı ay sonra seçim…

        Türkiye’de 24 saat bile çok uzundur. Deprem olmasa bu hafta Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını kutluyor olacaktı AK Parti. Oysa bir anda bütün ezberler yerle bir oldu. Bir seneye kim bilir neler olur? Mesela Ekrem İmamoğlu ya da Mansur Yavaş’a yönelik “Daha bir sene görevlerinin başındalar,” bahanesi ortadan kalkar ve adaylık yolu açılır. AK Parti’nin adayı Kemal Kılıçdaroğlu bu bahaneye sığınarak kendi ismini masaya dayatamaz. Muhalefet bu hızla seçim gününden bir hafta önce aday belirleyecek gibi duruyor, ertelenen seçim muhalefetin adayına daha fazla kampanya yapma ve seçmeni ikna etme imkanı sunar.

        Bunlar ilk anda akla gelen ihtimaller. Kim bilir başka ne sonuçlar doğar. Çünkü bir taşı oynatınca başka taşlar da etkilenir ve hareketlenme başlar, bu kıpırdanma da giderek hızlanır ve beklenmedik sonuçlar doğurabilir. Ertelemek gerçekten kimin işine yarar, iktidarın alelacele karar vermeden önce iyi hesap etmesi gerek.

        Diğer Yazılar