Apartmanda patates kızartması
Roland Barthes’a göre ’pommes frites’ yani patates kızartması Fransız milliyetçiliğinin besleyici sembolü. Ancak yeme-içme meraklıları dünyanın en iyi patates kızartmalarından birinin New York’ta, bir İngiliz’in sahibi olduğu Fransız bistro’sunda yeneceğini bilir. İşin ironik tarafı, Baudrillard’ın ‘aslı olmayan kopya’ olarak tarif ettiği bu ‘simulacra’ örneği lokantanın pek çok Fransız müşterisi de vardır. Hatta bazıları Paris’te bile böyle bir restoran olmadığını söylerler, bir anlamda da haksız sayılmazlar. Balthazar’ı dünya çapında meşhur yapan SoHo semtini icat etmesi, hemen her öğünde yan masada çok ünlü birinin bulunması (Anna Wintour! Madonna! Martha Stewart! Woddy Allen!) kadar insana bağımlılık yaratan patates kızartmalarıdır. New York Times Magazine yıllar önce bu patates kızartmaları hakkında yaklaşık 10 sayfalık bir haber dosyası hazırlamıştı. Türkiye’de zenginlerin yaşam kültürünün endeksi Sahir Erozan’ın lahmacun fiyatıysa, New York’ta da Keith McNally’nin patates kızartmalarıdır. Ben bu şehre taşındığımda 8 dolardı sanırım; şimdi 14 dolar olmalı. Ama yapımı yaklaşık 24 saat süren, yıkanan, haşlandırılan, dinlendirilen, buzda bekletilen, iki kere kızartılan bu patates kızartmalarına harcanan emeği düşündüğünüzde fiyatını hak ettiğini anlıyorsunuz. En basitinden, hiçbirimiz evimizde yapamayız. Ya da yapmaya kalksak 24 saati bu patates kızartmasına ayırmak çok daha pahalıya mal olacaktır.
Oysa daha kolayı var, değil mi?
Dondurulmuşunu alıp fritöze ya da günümüzün yeni modası ‘air fryer’a koyup hızlı çözüm bulmak. Benim büyüdüğüm Türkiye’de hemen her evde taze patates soyulur, kızartılır ve masaya gelirdi. Bugün hemen hemen hiçbir restoranda taze patates sunulmuyor. Bir nedeni maliyet, ama daha da önemlisi Türkiye’de tüketici 80’li yıllardan beri dondurulmuş gıdanın ilerleme ve medeniyet göstergesi olduğu yalanıyla kandırıldı.
Chimamanda Ngozi Adichie’nin başyapıtı “Americanah” romanında memleketi Nijerya’yı ziyaret eden baş kahraman gittiği bir lokantada “dondurulmuş mu taze patates mi kızartıldığını” soruyor, satıcı suratına ters ters bakıyor.
“Taze patates sorduğuna inanamıyor, onun için taze patates gericilik demek,” diye açıklıyor erkek arkadaşı. “Unutma bu bizim yeni orta sınıf dünyamız. Daha henüz refahın birinci evresini tamamlamadık, tekrar başa dönüp inek memesinden süt içeceğiz.”
*
Bundan birkaç sene önce yaşadığım bir mide sorunundan dolayı doktor bir süreliğine yiyeceğim gıdaları kısıtladı. Çok sınırlı gıda listesinde izin verdiklerinden biri de 24 saatte mayalanmış yoğurttu. Epey bir zamandır ekmekten acı soslara kadar yiyeceğim ne varsa evde yapıyorum, bu alışkanlığım da zaman zaman beni arayıp yoklayan ve yine mutfakta bir şey üretirken bulan Serdar Turgut gibi dostlarımın ruh sağlığımdan endişe etmelerine neden oluyor. Ama bilen bilir, evde yapılan yoğurdun yerini hiçbir marka tutmuyor. Tutsa bile 24 saatte kuluçkadan çıkan ve probiyotik değeri artan yoğurdu piyasada bulmak mümkün değil.
Ev yoğurdunu özel kılansa mümkün olduğu kadar taze sütle yapılması, hatta mümkünse inek memesinden çıkan sütle mayalanması. Ürünün raf ömrünü uzatan ve marketlerde yaygın olarak bulunan UHT veya ultra pastörize sütlerle yapılan yoğurt ya tutmuyor ya da lezzeti yeteri kadar iyi olmuyor.
Yine çocukluk nostaljisi yapacağım ama eskiden eve sütçü gelirdi ya, o sütü arıyorum işte. Zamanında ürün çeşitliliğinden gözümün döndüğü ama Jeff Bezos satın aldıktan sonra sıradanlaşan pahalı süpermarket Whole Foods’larda yok. Los Angeles’ta ultra zenginlere hitap eden ve herhangi bir ürünün fiyatı rakiplerinin en az iki katı fazla olan Erewhon gibi yerlerde karşıma çıkıyor ancak taze inek sütü. Veya ara ara kurulan semt pazarlarında. Çok ama çok pahalı olduğunu ekleyeyim.
*
Eskiden kolay ulaşılabilen ve yaygın olarak tüketilen ne varsa endüstriyelleşmenin sonucunda lüks kategorisine girdi. Sadece çimenle beslenen danaların etini bütçesine sığdırabilenler en çok vergi ödeyenler arasında yer alacak neredeyse. Yumurta, özellikle serbest dolaşan ve ne bulursa onu yiyen, yemle beslenmeyen tavukların yumurtasının fiyatı borsada değerli bir hisse senedi gibi her gün artıyor ABD’de. Bilinçli tüketim, çevre duyarlılığı, geri dönüştürülen malzemeler, doğa dostu ürünler yaşadığımız dünya için gerekli ancak bunlara sadece çok ayrıcalıklı bir kesim ulaşabiliyor.
Kapitalizmin birkaç servet evresinden sonra tekrar başa dönüldüğünde en basit, en temel alışkanlıklar bile sınıfsal ayrımlara takıldı. İşin acıklı kısmı, kitleler (hatta özellikle köylüler, az gelirliler) yıllarca kendi kültürlerinden ve alışkanlıklarından utandırılarak uzaklaştırıldılar. Nijerya ya da Türkiye fark etmiyor, dondurulmuş patates kızartmasını ilericilik ve gelişmişlik zannediyor çoğunluk.
Hayatında uçağa binmediği halde kentine havalimanı yapılmasını ya da duble yolları gelişmişlik olarak yorumladığı gibi. Fakirler hala sınıf atlamanın göstergesi olarak parayı denkleştirip bir araba alma hayali kuruyor. Oysa zengin otomobili aştı, her gün en az 15 bin adım yürümenin hesabını yapıyor. Sırf adım ölçmek için saatten yüzüğe yeni bir tüketim sektörü oluştu.
Bugün depremden sonra yerle bir olmuş şehirlerin yeniden inşa edilmesini, iktidarın en iyi bildiği hamleyi yapıp anında inşaata başlayacak olmasını eleştirenler var. Hiç planlanmadan, üzerinde düşünülmeden, aralarında Ağa Han ödülüne de sahip olan mimarlara, tarihçilere, kent plancılarına danışılmadan alelacele harekete geçiliyor. Öfkelenmemek mümkün değil, ama elimizden ne gelebilir?
Türkiye hala dondurulmuş patates aşamasında. İnsanlara 15 dakikalık şehir, dar sokaklar, semtler arasında yürüyerek ulaşabilme, yatay mimari, herkesin birbirini tanıdığı mahallelerin demokrasi için önemini veya üzerinde düşünülmüş projeleri anlatmanız çok zor. Hele hele her şeylerini bir anda kaybetmiş, kendilerini sokakta bulmuş insanlara daha da zor.
Bir kısmı illaki akıllı yatırımlar, uzun vadeli kesin çözümler ve planlama isteyecektir. Ama daha büyük bir kısım bir an önce başlarını sokacak bir yuva, bu yuvanın da tercihen bir apartman katı olmasını isteyecektir. Hem de hemen. Pritzker ödüllü mimarın tasarımı ya da binaların temeline konması gereken hidrolik şok emicilerle ilgilenmeyeceklerdir. Bunlar elit meseleleri ve 20 küsur yıldır elit olmak neredeyse utanılacak bir ayıba dönüştürüldü.
Hükümetin bir an önce inşaata başlama vaadi, bir sene içinde konutları teslim edeceği taahhüttü boşuna değil. Elindeki insan malzemesini biliyor. Daha birkaç ay önce gelişmişlik ölçüsü, sınıf atlama ve başarı sembolü sandıkları apartman dairesine sahip olmak için sıraya giren sekiz milyon kişi vardı. Yeniden inek memesinden süt içilene kadar da Türkiye aynı yolda devam eder.