Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

ALLAH onu yönetici olarak başımızdan eksik etmesin, iyidir hoştur ama Yayın Yönetmenim Selçuk Tepeli’nin gözleri bir tuhaf bakıyor. Benim gibi gözleri olan biri bir başkasına “Tuhaf bakışlı” diyorsa, o zaman durumun vahim olduğunu anlarsınız.

Sevecen baktığını sandığında da öyle, ama bir de gözlerini kıstığında, tuzağına düşürdüğü kadın kurbanını yemeden önce Hannibal Lecter’in baktığı gibi bakıyor. Arada bir yüz yüze görüştüğümüz zaman bana da baktı o gözlerle. Sevgi bakışı mıydı yoksa nefret mi anlayamadıydım; çünkü ikisi de aynı.

Sonunda o gözlerin bedelini ödemeye başladım. Korkunç bir illete yakalandım... Ne olduğunu tam anlatabilmem için size bir diziden örnek vermeliyim. Homeland adlı dizide Carrie Matheson adında bir CIA analisti kadın var.

Tek bir odağa kilitleniyor ve hayattaki her olayı bununla bağlantılıyor. Bipolar, aynı zamanda manik evrede beyninin hızı artıyor, bağlantıların sayısı da.

Selçuk’un gözü nedeniyle ben bu kadının illetine tutulmuş durumdayım. Yıllar önce beni Suriye’ye göndermek isteyen bir yayın yönetmenine “Bu kadar zahmete gerek yok, ben İstanbul’da intihar ederim” demiş biri ve Arap dünyası hakkında mümkün olduğunca az düşünmeyi kendisine prensip edinmiş bir yazar olarak, bugün Batı’nın da Batı’sında çalışmakta olduğum halde hiç durmadan Türkiye yüzünden Suriye’yi düşünüyorum.

Üstelik eskiden üzerinde hiç düşünmediğim Suriye’ye gitmeyi reddettiğimde orada barış vardı ve sadece iyi yemek yemeye davet edilmiştim. Suriye o zamanlar benim için bir intihar nedeniydi, şimdiki illetli halimle oradan hoşlanmaya başladım.

Günün herhangi bir saatinde bana Suriye’nin hangi kasabasında neler olduğunu sorun, aynen biliyorum. Muhtar düzeyindeki yerel yöneticilerin isim listesi bile ezberimde. Selçuk sayesinde bu illete tutulmadan önce Paris, Londra ve New York gibi yerler düşünürdüm. Şimdi ise İdlib ve Afrin gibi yerler bana çekici gelebiliyor.

Geçenlerde eşim Rana’yı acil servisten ambulans çağırırken yakaladım. “Hayrola?” dediğimde, “Hayrola sana, demin yüksek sesle ‘Şimdi kimbilir Afrin’de neler oluyordur, keşke orada olsam da İdlib’e karayoluyla geçsem’ diye sayıklıyordun” dedi.

“Ambulans ne yapacak bu korkunç duruma?” diye sorduğumda, “Ambulansı akıl hastanesinden istemiştim” diye cevap verdi.

İlletimin bir de şu yönü var: Suriye’de ne olursa olsun onu hemen Türkiye’ye bağlıyorum. Örneğin, Deyrizor’da bir şeyler oldu diyelim, eğer manik evremdeysem beynim hemen o olayı Kilis’e bağlıyor, oradan da Ankara veya İstanbul’a atlıyorum. Beynimde global bağlantı tüyoları da var, ama kendimi şimdilik bir düzeyde tutabiliyorum. Bu gidişle daha fazla delireceğim şüphesiz, belki ileriki aşamalarda bağlantıları Moskova veya Washington’a kadar da uzatırım.

Suriye denildiğinde manikleşmemin önünü alamıyorum. Geçenlerde televizyonda yönetmen arkadaş, “Serdar Bey sakin olun, elinizi kolunuzu sallamadan konuşun” diye uyardı beni. Ama o bilmiyor ki bu hareketler iradem dışında.

Sonuç itibarıyla teşekkür ederim Selçuk Tepeli, bir bakışla harcadın beni.

ZİRVE VE SURİYE

TRUMP-Putin zirvesinden bir gece önce, Ece Üner’in programında zirvenin en önemli konusunun Suriye olacağını ve büyük bir çözüm için yolların açılacağını anlatım. Ece iyi gazeteci olduğundan sorularıyla konuyu iyice açtırdı. Ben de Amerika’nın Suriye’de “nüfuz bölgeleri” (zones of influence) kavramı üzerine çalıştığını, bunun Rusların “dondurulmuş çatışma” (frozen conflict) kavramıyla benzerlikler taşıdığını söyledim. Bu nedenle de iki ülkenin Suriye’de ilk önce kapsamlı bir barış değil, çatışmaları dondurup kendi nüfuz bölgelerinde güvenliği sağladıktan sonra ülkede dengeyi sağlayacaklarını anlattım.

Biz bunları konuştuktan saatler sonra zirve oldu ve anlattıklarımızı doğrulayan Suriye kararı da açıklandı.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar