Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Bu tür davalarda her zaman olduğu gibi konu hukuki boyutuyla değil siyasi boyutuyla tartışıldı.

Bu çok da şaşırtıcı değil beklenilen bir gelişmeydi. Çünkü Demirtaş gibi siyasi kişiler hakkındaki hukuki gelişmeler daima siyasallaştırılarak algılanıyor.

Bu kaçınılmaz da olabilir ama bu davada görüldüğü gibi olayın hukuki boyutunun tartışılması yapılmadığında Türkiye karşıtları gerçekleri saklayarak siyasi haksız ve sert tavırlar alabiliyorlar.

Bunu da demokrasinin bir gereği sayabilirsiniz ama bu yapıldığında hem hukuka hem de Türkiye’ye haksızlık yapılabiliyor.

Selahattin Demirtaş’ın siyasi görüşleri konusunda özellikle Avrupa’da Türkiye’ye karşı bir önyargı var.

Bu önyargı da devreye girince hukuki boyutu göz ardı edip olayı siyasallaştıranlar, bu önyargıdan güç de alınca ortaya Türkiye’ye yapılan büyük bir hukuki yanlış çıkıyor.

KONUYU TAM ANLADIĞIMIZDA

Hukuki metinler kaçınılmaz olarak teknik ve kolay anlaşılmaz olabiliyorlar. Bunları olaya önyargılı bakmayanların bile kolay anlaması mümkün değil. Hele de bu durumda olduğu gibi haddinden fazla siyasallaşmış, Türkiye’ye karşı tüm önyargıların yüklendiği bir dava söz konusu olduğunda işler iyice içinden çıkılmaz hale gelebiliyor.

Sıradan insanlar, yani bizler, hukuki kararlarda işin kolayına kaçıp, metni anlamaya çalışmak yerine önyargılarımızı da işin içine katıp kolay siyasi tavırlar alabiliyoruz.

Bu da anlaşılabilir bir şey ama bizler bunu yaparken eğer hukuki gerçekleri çarpıtıyorsak bu büyük yanlışlara yol açabiliyor. AİHM’in son karasından sonra da bu oldu ve oluyor.

HUKUKİ METİNDE TÜRKİYE HAKLI GÖRÜLÜYOR

Biliyorsunuz ben AİHM kararının yurtdışı yansımaları güçlü olmasına rağmen bu konuya bugüne kadar hiç girmedim.

Çünkü kararın metnini ilk okuduğumda konuyu tam anlamasam da hukuki olarak Türkiye açısından içinde çok önemli gelişmeler olduğunu hissetmiştim.

Ama bunun gerçekte ne olduğunu çıkarabilmek için gerçek bir uzman görüşünü almam lazımdı.

Sonunda bu oldu. Görüşünü aldığım hukukçu adının verilmesini istemedi, bu nedenle onun arzusuna uyuyorum.

Biraz sonra göreceğiniz gibi AİHM’İN kararı yalan, karşı propaganda yapanların dediği gibi Türkiye aleyhine değil bilakis hukuki açıdan Türkiye’nin haklı olduğunu teslim ediyor.

Hukuki açıdan haklılığınız ortaya konulunca Türkiye karşıtı olanların hukuki metne değil siyasi tavırlara sarılmaktan başka çareleri kalmıyor.

İŞTE GERÇEKLER

Hukukçu görüşüne göre AİHM kararının iki boyutu var.

Birinci boyut tutuklamanın ihlal kabul edilmediğine dair bölümler.

Burada;

- Milletvekili iken tutuklama ihlal sayılmamış...

- Düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlal sayılmamış...

- Tutuklamanın makul şüpheye dayandığı tespiti de yapılmış.

AİHM’in bu tespitlerini kamuoyu bilmiyor. Kamuoyu olayı siyasallaştıranlar tarafından yönlendiriliyor. Hukuki argümanlar ortaya çıkan dumanlı ortamda unutulabiliyor.

Biraz sonra ayrıntılı teknik analizde de göreceğiniz gibi karar hukuki açıdan Türkiye’nin aleyhinde değil aksine lehinde.

Önyargılı siyasi çevreler bunu unutturmak için hukuki boyutu tamamen unutup önyargılı siyasi tavırlara sarılıyorlar.

Kararın iki boyutu var demiştik ya ikinci boyutta da bu yapılıyor ve AİHM Demirtaş’ın tutukluluğunun Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmasının engellenmesi saikiyle yapıldığına böylece yargının siyasal amaçla kullanıldığına hükmetmiş ki bu çok haksız, ağır ve istisnai bir tespit.

Ve hatta ilk bölümde yapılmış olan tespitlerle de çelişiyor. Yani olayı son bölümde siyasallaştırmaya çalışan AİHM aynı kararının içinde kendisiyle de çelişmiş durumda.

Teknik analize geçmeden önce özetle şunu söyleyeyim AİHM kararı bazılarının yaymaya çalıştığı gibi hukuken Türkiye’nin haksızlığını söylemiyor aksine hukuk açısından haklı olduğumuzu söylüyor.

Siyasi açıdan yapılmak istenen yorumlar ise hem AİHM'in kendi kararı ile çelişiyor hem de anlamları yok.

KARARIN İÇERİĞİ

Karar birçok açıdan Türkiye’yi haklı bulmuştur:

1- Başvuranın yakalanması ve gözaltında tutulmasına ilişkin şikayetlerini CMK 91/5 (yakalamaya itiraz) ve 141 (tazminat) maddelerinde belirtilen hukuk yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

2- Başvurucunun, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılmasının hukukun üstünlüğü, yasal belirlilik ve orantılık ilkelerine aykırı ve keyfi olduğu bu nedenle de tutuklanmasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin şikâyetleri, açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulunmuştur.

3- Dosyadaki gizlilik kararı nedeniyle başvurucunun soruşturma dosyasına ulaşamadığı ve tutukluluk kararına etkili bir şekilde itiraz edemediği şikâyetini açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez bulmuştur.

4- Başvurucunun makul suç şüphesi olmaksızın tutuklandığı iddiasını esastan incelemiş ve ihlal bulunmadığına karar vermiştir. Başka bir deyişle başvuranın suç işlediği yönünde bağımsız bir gözlemciyi ikna edecek düzeyde makul suç şüphesi bulunduğunu belirtmiştir.

5- Başvurucunun, ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine dair şikâyetini ise incelemeye dahi gerek bulmamıştır.

6- Başvurucunun avukatı hakkında soruşturma açılması nedeniyle AİHM’e başvuru hakkının Türkiye tarafından engellendiğine ilişkin iddiası incelenmiş ve Türkiye’nin Sözleşmeden kaynaklı yükümlülükleri yerine getirdiği belirtilerek bu iddia dikkate alınmamıştır.

7- Başvurucunun Anayasa Mahkemesinin tutukluluğun incelenmesine ilişkin hızlı bir yargısal denetim yapmadığı iddiasının yerinde olmadığına ve Sözleşmenin 5/4. maddesinin ihlal edilmediğine hükmetmiştir.

Görüldüğü üzere AİHM kararı, Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin temel ilkeleri açısından haklı görmüş ve yapılan uygulamaların meşru olduğuna karar vermiştir

Bu kapsamda özellikle kararda yer alan şu tespitler önemlidir:

Başvurucunun tutuklanmasında makul suç şüphesi olduğunu belirten AİHM, başvuranın bir kısmı terör suçu olmak üzere çok sayıda suçu işlediği şüphesiyle özgürlüğünden yoksun bırakıldığını ve bu kapsamda özellikle;

- Terörist başı Öcalan'ın heykelini dikeceğiz gibi söylemlerde bulunduğunu,

- PKK’nın 1984’deki Şemdinli ve Eruh’taki ilk silahlı terörist eylemlerini direniş ve hamle diye nitelendirdiğini ve

- Kürt halkının varoluşunu PKK’nın silahlı mücadelesi sayesinde kazandığını dile getirdiğini gözlemlediğini belirtmiştir.

Yine AİHM;

- soruşturma kapsamında başvurucu tutuklanmadan önce elde edilen ve PKK yöneticilerinin kendi aralarında ve başvurucuyla yaptıkları konuşma kayıtları da dahil olmak üzere çeşitli deliller bulunduğu ve

- bu deliller doğrultusunda ulusal yargılama makamlarının başvurucunun illegal terör örgütü KCK’nın siyasi kanadından sorumlu olduğu ve

- terör örgütü liderinin talimatları doğrultusunda hareket etme ihtimali olduğunu belirlediklerini not etmiştir.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar