Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Jack Nicholson ve Morgan Freeman’ın oynadığı ‘Buclket List’ filminden sonra bu kavram insanların gündelik yaşamına da sağlam biçimde girdi.

Kavram tabii ki insanın 'ölmeden önce yapılması gereken işler' diye düşündüğü listeyi anlatıyor.

***

Mizah yazısı konusu arayışı hiç bitmediğinden ve ilhamın nerede nasıl geleceği de belli olmadığından sürekli yanımda düzgün not alabileceğim defterle dolaşmak alışkanlığını edindim. Yazı konuları dışında görmek istediğim, denemeyi arzuladığım mekanları da bu deftere not ediyorum.

Eskiden bu notlar bir tatil ve ilerideki bir gezi planı olarak anlatılabilecekken yaşım gereği bunların artık kendiliğinden bir 'bucket list' haline dönüştüğünü farkediyorum.

Listedekilerin çoğunu görecek ve deneyimi yaşayacak vaktimin olmayabileceği duygusu devamlı rahatsız ediyor beni.

"Zamanın fazla olmayabileceğini düşünüyorsan listedekileri yaşamaya hemen başla" diye düşünmek de normal tabii ki ama o zaman da şu anda imkanımın olmaması gerçeği ortaya çıkıyor. İmkanımın ne zaman olacağı da belli değil.

Ama vakit olmasa da, imkanım hiç olamasa da yine de bu listeyi yapmak ve oraları hayal etmek hoşuma gidiyor. Bunun zihnimi genç tuttuğunu söyleyebilirim.

Aslında zihnimi genç tutmak anlamlı bir davranış da olmayabilir çünkü vücudum ona katiyen ayak uyduramadığından ortaya çelişkili ve trajik durumlar çıkabiliyor.

Ama neyse ne şu andaki durum böyle ve ben sizinle bugün oluşmaya başlayan 'bucket list'imi paylaşacağım.

***

Spontane notlarım nedeniyle kendiliğinden oluşan bu 'bucket list'i okurken bir şey dikkatimi çekti, listede ilerde yenilmesi arzulanan yemekler ve gidilmesi gereken restorantlara tamamen hakim.

Bu durum büyük stand-up’çı Henny Youngman’ın bir gece sahnede yapmış olduğu espiriyi hatırlattı bana:

"Yaşlanınca yatak odasının tavanında asılı duran aynayı oradan alıp mutfağın tavanına astım."

Bende de aynı süreç işliyor galiba. Yatak odamın tavanında gayet tabii ki ayna hiç olmadı ama olsaydı da şu aralar bunu yemek masamın üstüne asmam yerinde olabilirdi. Haz tatmin ihtiyacımı yiyecek-içecek ile çözmeye çok daha ağırlık veriyorum.

Aşağıda yeni oluşmaya başlayan 'bucket list'imi okurken meseleye bir de bu açıdan bakmanızı lazım.

***

Bucket list:

1- Amatrice gezisi: Roma’nın kuzeyindeki bu kasabaya mutlaka gidilecek ve son depremde önemli bir bölümü yıkılmış olsa dahi bölgede hala var olmayı sürdüren otellerde kalınacak ve restorntlarda Pasta all’Amatriciana mutlaka her gece kırmızı şarap eşliğinde yenilecek, bu pastayı özetle klasik spagettilerin kralı olarak tanımlayabiliriz.

2- Sonra Roma: Amatrice’de tatmin olduktan sonra bir otobüsle güneye Roma’ya gideceğim. Espresso'mu El Greco’da içeceğim.

3- Tokyo butik restorant turu: Kodoku no Gurme (Yalnız Gurme) adlı dizideki kahramanın sokaktan seçip yediği restoranların listesi elimde Tokyo’ya bir gün gittiğimde bu restoranaları bir bir bulup hepsinde yemek istiyorum. Bu restoranların ortak özelliği hepsinin küçük ve niş lokantalar olması.

4- L’Arpege yemeği: Paris’teki bu restoranın tarihini hayli inceledim. Şef Alain Passard’ın bir zamanlar Paris’i et ağırlıklı mönüsü ile nasıl büyülemiş olduğunu sonra yaşadığı felsefi ve inanç krizi sonucunda neredeyse bir gecede restoranın mönüsünden tüm etleri çıkardığını ve restoranını bir vejeteryan şaheseri haline getirdiğini takip ettim. Bu tarihi iyi bilirim.

Alain Passard ürünlerin tarladan masaya gelebilmesi için ve hep taze ve mevsiminde yenilebilmesi için Paris yakınında kendisine üç bahçe de oluşturdu. Ürünlerini her sabah oradan getirtiyor. Restoranın kapısında bizzat deneyledikten sonra mutfağına alıyor onları ve gelen ürüne göre günün mönüsünü oluşturuyor.

Sebze meyve ile aram hiç olmadığı halde sadece bu şefe ve onun yaptığı işe saygım nedeniyle ve onun kötü lezzet ortaya çıkarmasının imkansız olduğunu bildiğimden bu restoranda da mutlaka bir gece yemek istiyorum. Bu yemekte bir Sancarre bölgesi şarabının iyi gideceğini sanıyorum üstelik bu bölgenin şaraplarını Rana da çok sever.

5- Tatlı: Eğer Paris’teyken tatlı yemek arzusu doğarsa ki Paris’te bunun doğmaması mümkün değildir sadece sokakta yürürken çeşitli ürünleri sergileyen dükkan vitrinlerini görmeniz bile bu arzunun dayanılmaz olmasına yol açar. O zaman da listemde yer alan Ble Sucre ve Pierre Herme’ye gidip tatlı fantezisi yaşamak istiyorum.

6- Kafe keyfi: Ben kafede uzun oturmaya ve orada çalışırken espresso içmeye bayılırım. Son yıllarda bulunduğum yer itibariyle maalesef Amerikan zinciri kafelerle yetinmek zorunda kalıyorum. Onlar da uzun oturmaya izin veriyorlar ama hayatın kaliteli yaşanması konusunda hiç bir kaygıları yokmuş gibi davranıyorlar. Espresso istediğimde bana bunu bir gün Americano içilen büyük bardakta dahi sunmaya kalkıştılar. Seramik espressso bardağı istedim yok denilince de çıkıp gittim oradan. Şık bir kafede oturup kaliteli zaman geçirmeyi özledim. Sadece bunun için bile Viyena’ya gidebilirim. Cafe Landtman veya Cafe Demel’de sabahtan akşama oturup yanımda götürdüğüm bir felsefe kitabını okumayı arzuluyorum. Amacım sabah kahvaltısını, öğle ve akşam yemeklerini aynı kafe içinde aynı pencere yanındaki bir masada yemek. Espresso'yu onların doğru bardakla verceklerine de eminim.

Dediğim gibi bu henüz oluşma sürecinde olan bir liste, daha sonra eklemeler oldukça onları da bildireceğim sizlere.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar