Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

3 Kasım 2002’de iktidara ilk geldiğinde AK Parti'ye destek verenler bu ülkenin sadece dindar insanları değildi. Aralarında benim de olduğum sol gelenekten gelen liberal ve sosyalist düşünceli insanlar da vardı bu destekçiler arasında.

Kendi kişisel maceramı, duygularımı yazacağım ama önceki gün iktidara gelişinin 17’nci yılını kutlayan AK Parti yönetimi başta onlara desteği gönülden vermiş olan bu insanların daha sonra yıllar içinde gönüllerinin neden kırıldığını, neden küstürüldüklerini kendisine sormalı ve buna esaslı bir cevap vermeli. Sadece kemik destekçilerinden destek alarak geleceğe yürüyebileceklerini umarım sanmıyorlardır. Gönülleri kırılmış olan kesimin gönüllerini kazanmak için bazı adımlar atılırsa parti geleceğe daha da büyüyerek yürüme şansını yakalayabilir.

*

Ben o yıllarda çalışmakta olduğum gazete olan Hürriyet’te yeni kurulmuş olan AK Parti’nin iktidara gelmesinin Türkiye açısından iyi bir şey olacağını ve ülkenin buna ihtiyacı olduğunu yazıp duruyordum. Çalıştığım gazetede yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök dahil bu düşüncede olan yoktu. Özel yaşamımda arkadaşlarım, akrabalarım bu yazılarım nedeniyle bana kızmaya başlamışlardı.

Sonra başka bir nedenle Amerika’ya geldiğimde Erdoğan hiçbir resmi sıfatı olmadığı halde Beyaz Saray’a davet edildi. Dönüşte New York’a uğradı ve konsolosluk binasında halkla buluştu. Daha önce verdiği randevuya göre bana konsolosun odasında beklememi söylemişlerdi. İşi bitince heyeti ile birlikte odaya geldi ve uzun bir sohbet ettik. Başlamadan önce kulağıma yaklaşıp "Yazılar için teşekkür ederim" de demişti. Ben de o yazıları Türkiye’yi düşünen bir yazarın görevi olarak gördüğümü söylemiş ve ben de teşekkür etmiştim.

Neden destek verdiğime gelince... Son yazımda cumhuriyetin kuruluşundaki sosyo-ekonomik şartları anlatmış ve bir anlamda cumhuriyetin Marksist yöntemle analizini yapmıştım. Bu analizimin sonucunda kurulacak ekonomi için değer yaratmak zorunda olan cumhuriyet yönetiminin zorunlu olarak değer yaratabilecek başka bir sınıf olmadığından köylü sınıfını karşısına almış olduğunu ve bunun da yıllarca sürecek bir ideolojik saflaşmanın temelini attığını ortaya koymuştum.

*

Atatürk öldükten sonra bu temelden gelen Kemalizm'in sert yorumcularının muhafazakarlığı ve dindar kesim karşılarına alan politikaları sürdürdükleri ve darbelerle de beslenen bu süreç sonucunda 3 Kasım 2002'ye gelindiğinde ülkenin dindar kesimleri cumhuriyete küs durumdaydılar bana göre. Türkiye’nin bu kesime sahip çıkarak barıştıracak bir iktidara ihtiyacı vardı.

Bunu yapabilecek bir tek AK Parti olabilirdi. Eğer o gün iktidara gelemeseydi Türkiye gerçek anlamda seküler-dindar bölünmesine gidebilecekti. 3 Kasım 2002 ‘Türkiye baharıydı’ benim için.

*

Atatürk’ün koymuş olduğu ilkelerden yola çıkarak Türkiye ancak laik, demokratik, özgürlükçü ve Müslüman ülke olabildiği, bunların hepsini kucaklayabildiği takdirde ayakta kalabilir ve hatta dünyada lider ülke bile olabilirdi.

AK Parti'nin bunu gerçekleştirme şansı gerçekten de vardı o yıllarda. Ama sonra başta dediğim gibi benim gibiler yıllar içindeki uygulamalar nedeniyle partiden soğumaya ve küsmeye başladılar.

Neler neler oldu o 17 yılda. İktidara geliş yıldönümünü kutlayan AK Parti yönetiminin bu süreci bir sorgulayıp, özlediklerimizi bizlere geri vermesini gerçekten isterim. Bunu Türkiye için istiyorum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar