Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Kendi kendime bırakıldığımda -eğer film seyretmiyorsam- tuhaf şeyler düşünmeye başlıyorum. Bu koşullar altında düşüncelerin tuhaf olmaması imkansız olabilir ama benim tuhaflık çıtasını hayli yükseğe çektiğimi de söylemek mümkün.

Örneğin dün TBMM’de eğer milletvekilleri kavga etmek isterlerse -ki isteyeceklerine eminim- bunun sosyal mesafe kurallarını ihmal etmeden nasıl yapılması gerektiği sorununa durup dururken takmış durumdaydım.

Vekillerin kavga etmek isteyeceklerine emimim çünkü eğer Türk siyasetinde de kavga çıkmayacaksa başka nerede çıkacak Allah aşkına, değil mi ama.

Dahası ben meclislerde çıkan kavgaların demokrasinin sıhhatli işlediğini gösteren iyi bir işaret olduğuna da inanırım.

Bu nedenle salgın döneminde Meclis'te güvenli kavgaların nasıl yapılması gerektiğine kafa yormanın Türk demokrasisinin geleceğini düşünen benim gibi her sorumlu vatanseverin işi olmalı diye düşündüğümden işe giriştim.

*

Eskiden bir ara takıntılı seyretmekte olduğum Bruce Lee’nin Kung Fu filmlerinde adam arada bir resmen havda uçar ve kavgadaki rakibini yere sererdi.

Zorunlu inzivamız yüzünden kafaları doğal olarak yemek üzere olduğumuzdan saçmalamak da resmen serbest olmalı bence (ben bu özgürlüğümü henüz kullanmaya başlamadım yani şimdiye kadar yazdığım bütün yazılar henüz saçmalamaya başlamadan önceki yazılarımdı, düşünün gerisini siz) bu yüzden bir ara düşündüm ki acaba seçilen her milletvekiline Meclis'te çalışmaya başlamalarından önce kung-fu mu öğretilse? Dahası onlar Bruce Lee gibi havada uçarak rakiplerini yere sermeyi de yapabilseler mi acaba diye düşündüm. Bu olduğu takdirde sosyal mesafe kuralları en az ihlal edilerek kavga edilebilecekti Meclis'te.

Hele de artık uçabilen milletvekilleri rakiplerini tekme atarak yere sermeyi de becerebildikleri takdirde virüs yayılma riski de en aza indirilmiş olacaktı.

*

İnziva koşullarında bir tuhaflaşmaya başlayan bu kardeşinizin kendi haline bırakıldığı anda düşündüğü bu yurtsever önerinin kabul görmesi durumunda görebildiğim tek risk Meclis TV’nin kanallar arasında açık farkla en popüler kanal olmaya başlamasıydı.

Çünkü düşünsenize normalde mutlaka çok sıkıcı olması gereken bu kanalın birdenbire ekranında Meclis salonunda havalarda uçmaya başlayan ve havada birbirlerine tekme atmaya uğraşan CHP’iler AK Partililer doluşacaktı.

Bunun demokrasimizin köklü sorunlarını çözmeye yarayacağını fazla düşünmemek ile birlikte bunun en azında çok eğlenceli olacağına da eminim. Bu milletin sadece siyasete değil eğlenmeye de ihtiyacı var. Bizim seçtiğimiz insanların da bunu anlamaları ve bu mütevazı önerime anlayışla yaklaşmaları gerekiyor.

*

Dediğim gibi bu gibi garip düşünceler ancak inziva koşullarından dolayı daha da tuhaflaşmaya başlayan bir 65 yaş adamının kendi haline bırakıldığında aklına gelebilecek türde abuk şeyler.

*

Allah'tan ev içinde fazla kendi halime bırakılmıyorum.

Sadece hayatta olmamın bile bir sosyal risk olduğuna inanan karım olabilecek riskleri minimize etmek için neredeyse nefes alıp verme aralarımı bile düzenleme niyetinde olduğundan kendi başıma kalmama fazla imkan yok.

Film seyretmeme -sadece bu benim konuşmamı engellediğinden- izin veriyor şimdilik. İzlediğim film hakkında da konuşmamın pek iyi karşılanmadığını aldığım işaretler nedeniyle kuvvetle tahmin ediyorum.

Rana film tercih zevkimi de fazla onaylamıyor.

Örneğin gerekçelerini açıkladığımda sizin de saçma diyebileceğiniz bir dizi olan Tokyo Stories’e takıntılıyım ben.

Rana bunun olabilecek en sıkıcı en anlamsız dizi olabileceğini söylüyor, "Bunu sevenlerin zevk düzeyinden şüphe edilmeli" dedikten sonra da seyreden ben olduğum için artık şüpheyi aşıp benim kesin zevksiz olduğuma da emin olduğunu söylüyor.

Gerçekten de dizide pek anlamlı bir şey olmuyor. Gece yarısı saat 12.00’den sabah 07.00'a kadar açık olan bir küçük restoran çerçevesinde dönüyor her şey.

Sahibinin dükkanını açması, gece yarısından sonra gelmeye başlayacak müşterilerine dükkanı hazırlaması, sokağın sakinliği, içerdeki havanın da bir aile yemeği havasında olması gibi şeyler bana inanılmaz sakinlik veriyor.

Beni sakinleştirmeye tıp alemi bugüne kadar bilimsel bir çözüm bulamamış olduğundan bu dizide herhalde gizemli bir şeyler olması gerekiyor gibi geliyor bana.

*

Rana, bu önemin ne olduğunu bana da anlatsana dediğinde duygularımı lafa dökmeye zorlanıyorum.

Bu tür yazılardan anlıyorsunuzdur, ben aslında duygularımı lafa dökmeye genelde fazla zorlanan bir insan değilimdir ama bu Japon dizisi nedeniyle gelen duyguları lafa dökmeyi bir türlü başaramıyorum. Bunda karımın gözünde başarısız, yetersiz olmanın bana verdiği korkunun da rolü olmalı. Hatta birkaç gün önce bana yine bu konuyu açtığında duygular cenderesinde bunaldığımdan içerideki odaya gidip biraz gizlice panik atak yaşadım. Atak esnasında çocuk gibi baş parmağımı da emdiğimden parmağımda biraz morluk da oldu.

Bu başıma daha büyük işler de açtı. Rana bu morluğun nasıl olduğunu açıklamamı istemeye başladı. Ona göre benim yine bu defa da parmağımın üstüne düşmüş olmam gerekiyordu. Ben "Hayır bu olmadı" dedimse de asıl olanı yani panik atağım esnasında baş parmağımı çok emdiğimi söylemeye biraz çekindim. Çünkü zaten evden gitmemi isteyenlerin bunu duyduklarında beni düşkünler evine postalayacaklarından ürküyordum. 11 maddelik ‘Korkularım listesi'nde kapatıldığım düşkünler evinde diğer yaşlılar ile birlikte bingo oynamaya zorlanmam da yer alıyor.

*

Her film seyretmeye başladığımda bu tür varoluşsal krizler yaşamamak için Rana’dan eleştiri almayacağına inandığım güvenli seçimler de yapmaya çalışıyorum.

Yine Netflix’te burada eskiden öğrenciyken çok sevmekte olduğum Twilight Zone (Alacakaranlık Kuşağı) dizisini bulunca bu yüzden çok sevinmiştim.

Artık bu seçimimin Rana tarafından eleştirilmesine bence imkan yoktu.

Rana bunu nasılsa gerçekten de eleştirmemişti ama bu seçimim bana ne yazık ki daha da büyük bir varoluşsal kriz yaşattı.

Çünkü dizinin ilk bölümünde üzerinde deney yapılmak için bir odada kapalı tutulan bir adamın yaşadığı korku dolu deneyler anlatılıyordu.

Yani adamın hayatı benimkine çok benziyordu. Dolayısıyla ben bunu bir korku dizisi olarak değil kendi hayatımın bir belgeseliymiş gibi izliyordum. Bu defa da panik atağımı, dizide adamın yaşadığı korku dolu olaylar benim başıma da yakında gelecek diye yaşadım. Baş parmağım daha da morardı.

Ben ekran başında bu atağı yaşayınca da Rana benim illa da bir porno filmi seyrediyor olmam gerektiğine karar verdi ve benden illa da virüs bulaşacağı korkusuna rağmen yanıma geldi ve bilgisayarımın geçmiş bölümünü hangi sitelere baktığımı anlamak için kontrol etti.

Onun dediğine göre ben porno izlerken daima bu şekilde panik atakları geçiriyormuşum.

Tabii ki onun bu yorumuna katılmadım ama zeki bir taktik gereği tamamen sessiz kaldım.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar