Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

‘Sıcak Bölge'den panik notları’ ana başlıklı bu seriye başladığım günlerde ilk yazılarımı yazarken New York’ta durum salgın nedeniyle feciydi.

Sokakları bomboş olan New York’ta sabaha kadar ambulans sesleri durmuyordu. Şehrin gökyüzünde leş kargaları bile dolaşmaya başlamıştı.

Türkiye’ye kaçma imkanı da ortadan kalkmıştı.

65 yaş grubunda ve başka sağlık problemleri olan bir adam olarak kendimi ailemle burada mahpus kalmış gibi hissediyordum.

Sigortalı olan birkaç kuşaktır Amerikalıların bile hastanelere kabul edilmediği haberleri geliyordu. Rana ile benim sigortamız bile yoktu. Virüsü kaptığımız takdirde sokaklarda öleceğiz paniği de basmıştı üzerime.

Bu serinin üst başlığı olarak ‘Sıcak Bölge'den panik notları’ seçmem işte bu ortamın bir ürünüydü. Ben paniklemeyeyim başka kim paniklesin durumu vardı anlayacağınız.

*

Doğrusunu isterseniz başlarken 100’üncü yazıya varabileceğimi hiç düşünmüyordum. "Ya buradan tahliye edilir Türkiye’ye kavuşurum" umudu hep vardı ama yazılar sürerken berbat koşullarda ölürüm korkusu da vardı hep.

Oğlum hayatının kritik bir aşamasında, meslek seçip üniversitesine kaydolma aşamasında olduğundan tahliye uçaklarını kullanmamız imkanı olamadı.

Zaten var olan ölüm korkum o ortamda daha da arttı.

Serinin ilk yazılarında o ruh halinden en azından yazılarımın selameti için çıkmam gerektiğine karar verdim.

*

İlk yazılarımda mizahın öne çıkmasının nedeni biraz da bu öz terapi çabamın sonucuydu. Dünyam kapandığımız evdeki yaşam ile sınırlı olduğundan mizah ailevi olmak zorundaydı.

O günlerde benim durumda olan yaş grubumdan birkaç tanıdığımı da mizah konusu yaptım.

*

Kendime, dünyaya gülmek iyi güzel de ama bir süre sonra hepimizin yaşamakta olduğu o travmatik, alıştığımız hayatları alt üst edici koşullarla yüzleşip kendimize yeni bir çeki düzen getirmek için bunun yetemeyeceğini gördüm. Mizah bana bireysel dayanma gücü verebiliyordu ama ben o yaşadıklarımızdan felsefi bir ders çıkarmam ve bunu paylaşmam gerektiğine de karar vermiştim.

Mizahı hiç bırakmadım ama sıkça da felsefi yanları ağır basan yazılar da oluşmaya başladı. O tür yazılar gelişmekte olan bir düşüncenin ürünüydü. Serinin sonuna doğru gelirken evlerimizin sükûnetinde kendi ruh halime yapmakta olduğum yolculuklar sonucundaki bende oluşmaya başlayan hayata karşı yeni tavrımın, iç tutarlığı olan bir düşünceye doğru oluştuğunu da görüyordum. Ve içimde biriken bütün düşünceleri oluşma süreçlerinde sizlerle paylaştım. Bu nedenle bugün 100’üncüsüne, sona varan bu seride arada bir sıkıcı da olmuş olabilirim ama mizah yazılarıyla bunun yarattığı olumsuzlukları telafi edebildiğimi umuyorum.

*

Seriyi bitirirken başladığım günden bu yana koşullardaki gelişmelerin de bir hesabını vermem gerektiğini düşündüm:

1- Üzerinde ilk günlerde leş kargalarının dolaşmaya başladığı New York bugün Amerika’nın salgın açısından en sağlam eyaleti durumuna geldi. Bilinçli, bilime inanan yaklaşımıyla New York salgının bulaşma hızını çok düşürdü ve normalleşmede her adımda temkinli ve aceleci olmayan tavrıyla bence hem Amerika için hem de dünyaya örnek bir model oluşturdu. İlk baştaki dünyanın salgında sıcak merkezi halindeyken üç ay içinde bugünkü konuma gelebilmeleri gerçekten takdiri hak ediyor. Bu süreç bence geleceğin Demokrat Parti başkanını da ortaya çıkardı. Bu başarısı üzerine New York valisi 2024 yılında ABD’nin kesin yeni başkanı olacaktır.

*

2- İlk yazılarda mizahım evdeki havamızla ilgiliydi. Karım benim evden temelli gitmemin herkesin, özelikle de kendisinin kafa sağlığı için gerekli olduğunu düşünüyordu. Bu fikrinde kapsamlı bir değişiklik olduğuna dair ortada hiç bir işaret henüz yok. Oysa ben bu kadar zamanda, bu kadar iç içe olmamızın onda bana yönelik olumlu bazı değişimlere yol açacağını umuyordum ama anlaşılıyor ki onun bu kadar burnunun dibinde olmam onda daha da ters etki yaratmış durumda.

100 yazı önce karım evde benden 2 metre 10 santim uzakta oturuyordu. Bunun salgının yarattığı bir psikolojiden kaynaklandığını ve zamanla yaklaşacağımızı sanıyordum ama New York’ta işler düzeldikçe onun aramıza koyduğu mesafe de azalacağına daha da artmaya başladı. Şimdi New York’ta hemen her şey diğer eyaletlerden iyi olmasına rağmen aramızdaki evdeki mesafe 5 metre 70 santime ulaşmış durumda.

Yakında İstanbul'a dönmeyecek olsaydık, biraz daha burada kalsaydık aramıza koyacağı mesafenin kilometrelerle ölçülebileceğine inanıyorum, yani beni evden atma sözünü sonunda yerine getirmiş olacaktı.

Aslında zaten İstanbul'a döndükten bir süre sonra oğlumuz ABD’deki üniversitesine dönmek zorunda kalacağından ve Rana bir anne olarak bu ortamda onu yalnız bırakamayacağından karımın istediği gibi aramızdaki mesafe oldukça fazla, yani binlerce kilometre filan olacak bir süre için mecburen.

*

3- Ben ilk kez 18 yaşında büyük heyecanla, büyük ümitlerle gelmiş olduğum bu ülkeden sonunda büyük bir hayal kırıklığı ile dönüyorum. Yıllar içinde toplumun gotik unsurlarının hakim hale geldiğini ve hayatı biraz olsun mantıklı ve düşünceli yaşamaya çalışan insanlara hayatı zehir ettiklerini gördüm. Geçen yıllar içinde buradan ayrılırken daima özleyeceğim bazı şeyler hep olurdu bu defa ise böyle bir duygum olmadan ayrılıyorum buradan.

*

4- Bu 100 yazılık serinin ilk yazılarında süreç içinde delirmeye başlayan veya aslında çoktan delirdiği halde durumu vahimleşmekte olan Ertuğrul Özkök gibilerini de yazıyordum.

Araya birçok yazı girdi ve onun ne yaptığını fazla takip edemedim. Ama son baktığımda onun bu defa gerçekten tımarhanelik düzeyde zırdeli halde olduğunu da gördüm.

Tuhaf rüyalar görmeye başlamış. Son rüyasında kamasutrayı görmüş ama dediğine göre bu ‘aganiki kama sutrası’ değilmiş. Mira Nair’in 'Kamasutra' filmini görmüş rüyasında.

Benim açımdan sadece bu bile onun direkt tımarhaneye kapatılması için yeteri bir nedendi çünkü bir adam rüyasında illa da kama sutra görecekse bunun aganikilik versiyon olması daha hoş, daha doğru değil mi? Ama o aklını çoktan yitirdiği için bir Hint filmi görebiliyor rüyasında.

Hint filmi izliyorsa o rüyasında yataktayken Bollywood türü dansları bile yapıyordur mutlaka.

Dahası da var. Bu filmin sahneye uyarlanmış piyesini Zubin Mehta'nın yönettiğini de görmüş rüyasında ama o sahne 5 kilometre uzunluğundaymış ve o hiç bir sahneyi kaçırmamak için rüyasında 5 kilometre boyunca koşup duruyormuş.

Sabah uyandığında yorgunluktan bitap düşmüş haldeymiş.

Aganiki kama sutrasını da görseydi aynı şekilde bitap uyanacağına eminim ben ama o zaman daha mutlu da olacaktı büyük ihtimalle.

*

5- Şimdi bu seri sona erdi. Birkaç geçiş yazısından sonra inşallah olmayı umduğum İstanbul'dan 18 Temmuz'dan itibaren başka içerikli, hayata dair günceler yazmayı sürdüreceğim. O günce serisine bir üst başlık gerekecek mi ve gerekecek ise de bunun ne içerikte olacağına İstanbul’da karar vereceğim.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar