Van Canavarı'nın gerçek hikayesi (Basın tarihinde kısa bir gezinti)
Medyamızın nevi şahsına münhasır yayın yönetmeni olan Çetin Emeç’in görevinden alınmasından sonra Hürriyet gazetesinin yönetimi bir süre ciddi bir sallantı yaşadı.
O ayrıldıktan sonra gazetede yeni dengelerin sağlam oturmaya başlaması Ankara temsilcisi Ertuğrul Özkök’ün yayın yönetmenliğine getirilmesiyle ancak olabildi. O gelince dengeler öyle bir sağlam oturdu ki sanki yeni denge durumu Japon yapıştırıcıyla yere yapışmış gibiydi. O bu yüzden neredeyse çeyrek asır boyunca yayın yönetmeni olarak kalabildi. Neyse bugün meselem onun yayın yönetmenliğini değerlendirmek filan değil. Emeç’in gidişinden sonra Özkök’ün gelişine kadar arada olanları tekrardan düşünmek istiyorum bugün. Doğu Akdeniz'de olanlar bunu mecburi kıldı.
O günlerdeki arayış döneminde bir ara Rahmi Turan Hürriyet’in yayın yönetmenliğine getirilince aslında ben umutlanmıştım. Çünkü ben iflah olmaz bir tabloid gazetecilik tutkunuyum. Eh, o dönemde de bu tür yayını Rahmi Turan’dan daha iyi yapacak bir kişi olmadığından bunun gazete ve biz çalışanları açısından iyi olması ihtimali bence büyüktü.
Ancak şimdi tam hatırlamıyorum ama o yayın yönetmenliği koltuğuna oturur oturmaz ya ilk ya da ikinci yayınında gazetenin neredeyse birinci sayfasını kaplayan bir temsili Van Gölü Canavarı çizimi vardı. Osmanlı günlerinden beri arada bir görülüp duran efsanevi Van Gölü Canavarı yine görülmüştü habere göre.
Açıkça söyleyeyim haber bir yönüyle hoşuma da gitmişti. Bu haberle uzaylılar tarafından kaçırılıp uzayda hamile bırakıldıktan sonra dünyaya getirilen kadınlar haberine geçilmesi için az kaldığının işareti de veriliyordu bence. O tür haberlerde benim muhabir olarak yıldızımın parlayacağı kesindi.
Ama o gün ben bir hata yaptım Ankara’dan üç arkadaşım ile gazeteden istifa etme kararı aldım.
Hayatta çok hata yaptım ama o istifa hatalarımın en büyüklerindendi. Çünkü:
1- Sen Ankara bürosunda bir muhabirsin gazete palavra haber yapacaksa sana ne birader, üstelik sen de yalan haber yazma konusunda bir uzman sayılırsın otur yerinde maaşını al, istenileni yap ve rahatına bak değil mi?
2- Ama nedense beni hayatımda arada bir vuran ciddiyet illeti o zaman üstüme yine çökmüştü, aslında karakterime aykırı olan ciddi gazetecilik yapmak dürtüsü beni yine teslim almıştı ve istifa da ettik dört arkadaş.
*
Daha sonra olacakları bilseydik o gün katiyen istifa etmezdim.
Çünkü o 'Van Canavarı' haberi galiba gerçek bir haber olması için yapılmamış meğer o daha sonra gazeteye bomba gibi gelecek bir yazarın anonsu gibi bir şeymiş.
Nitekim o haberin çıkmasından bir süre sonra Van doğumlu olan Fatih Altaylı gazeteye yazar oldu. Yazarlığa başlar başlamaz memleketlisi olan canavar gibi etrafa saldırmaya başladı, daha sonra olanları biliyorsunuz, aslında bir kavganın tanımı olan adı taşıyan programı ‘Teke Tek’ efsane oldu ve bugünlere kadar geldi.
*
Şimdi bütün bu olanları neden yazmakta olduğumu merak ediyor olabilirsiniz. Arada bir memleketine gittiğinde Van Gölü'nde yüzdüğünde onu görenlerin 'Van Canavarı' olduğunu sandıkları Fatih Altaylı geçenlerde Kardak krizini yazdı da o yüzden bu aklıma geldi. Fatih, Kardak krizi günlerini iyi yazmış ama kendisinin bir grup SAT komandosuyla birlikte Kardak’ta çatışmaya gittiğini de anlatmayı unutmuş. O gün bunu neden yaptığı meçhul. Bugün olsa yine yapar mıydı bence kesinlikle yapardı. Çünkü derinden gelmekte olan ciddi kaçıklığında yıllar içinde maşallah hiç bir eksilme olmadı.
*
Dediğim gibi Fatih, Kardak’ı istilaya gitti Ertuğrul Özkök ise yayın yönetmenliğine atanmadan önce bir gün durup dururken arabası ve iki koruması ile birlikte iç savaşın yaşanmakta olduğu Balkanlara gitti.
*
Seyahatine çıkacağı günün bir gece öncesinde Enis Berberoğlu ve benle bir otelin içindeki İtalyan lokantasında yemek yedik. Ve ben yemek sonrasında Özkök’ün neden durup dururken Balkanlar’daki iç savaşın göbeğine araba ile gittiğini anlamıştım. Çünkü gördüm ki adam daha yayın yönetmenliğine başlamadan bile o aşamada dahi tamamen çıldırmış durumdaydı.
Yemeğimiz bittikten sonra otelin merdivenlerinden aşağıya inerken Özkök birden Enis ve bana dönüp, biz onu hiç provoke etmediğimiz, bu yönde hiç bir malumat talebimiz olmadığı halde aniden "Siz biliyor musunuz ben üç aydır seks bile yapmadım" demişti.
Bu laf gençliğinde kuvvetli kalmak için seksi bırakmış bir futbolcunun sahada maç esnasında bayılıp komaya girdiğini görmüş olan Enis’in birden donup kalmasına neden oldu. Baktım olmayacak adam sonsuza kadar duydukları nedeniyle oracıkta şokta kalacak onu toparlayıp bizimle götürdüm. Yıllar sonra Enis’i bir daha böyle toparlamıştım ama o defa yayın yönetmeni olan Özkök’ü kararlı biçimde öldürmeye gidiyordu baktım bu defa işi kesin yapacak gittim onu durdurdum daha sonra keşke bıraksaydım da işi bitirseydi diye çok hayıflandım ama iş işten geçmişti.
Neyse normal insanlar üç ay seks yapmasalar belki bir şey olmaz ama hormon düzeyi Ertuğrul Özkök gibi yüksek olan adamlar tabii ki delirebilirler. O da delirmişti ve durup dururken iç savaşı denetlemeye gidiyordu işte.
*
Bakın bütün bunları neden yazdım biliyor musunuz. Bu bahsettiğim bu iki zır deli hala daha hayattalar. Eğer devlet Doğu Akdeniz'de işin kesin ve hızlı çözümünü arıyorsa yapılacak basit. Size yemin ediyorum bu iki deli bir araba kiralar ve İstanbul'dan çıkıp yarım saat sonra Atina'yı işgale bile giderler. Arabayı Fatih kullanacağından bu sürenin yarım saati aşması mümkün değil. Hatta çok istenirse oradan Avrupa'yı almaya bile devam edebilirler.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce