Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Casus edebiyatının en usta ismi John Le Carre 12 Aralık’ta 89 yaşında öldü.

Benim gibi hayatının tek anlamlı hobisi casus romanları okumak olan ve onun kitaplarını okurken neredeyse zevkten kendinden geçen bir insanın onun öldüğü gün bir takdir/değerlendirme yazısı yazmamış olması affedilebilecek bir tavır değil ama gecikmeli olsam dahi bugün ona bir yazıyla hoşça kal demek istiyorum.

Onunla ilk tanışmam yıllar önce siyah-beyaz TRT’de muhteşem kitabı 'Thinker, Tailor, Soldier Spy’dan yapılmış İngiliz dizisinin yayınlanmasıyla olmuştu.

Carre’nin romanlarındaki baş casus kahramanı George Smiley’i Sir Alec Guinness öylesine güçlü oynamıştı ki o diziden sonra yıllar içinde Carre’nin hangi kitabını okursam okuyayım gözümün önüne Smiley’i getirmeye çalışsam hep elimde olmadan Alec Guinness’i düşündüm.

Sir Alec Guinness
Sir Alec Guinness

GERÇEK CASUS DÜNYASI

Diziyi seyredip casus romanlarına hayat boyu sürecek tutkuyla bağlanmama kadar benim için casus denilince aklıma hep 007 James Bond geliyordu. Sinemada ilk seyretmiş olduğum James Bond da Sean Connery’di. Nasıl Alec Guinness’den sonra hiç bir aktör benim için George Smiley olamaz hale gelmişse, Connery’den sonra yıllar içine Bond olmaya çalışan hiçbir aktör de beni kesmedi. Smiley’i daha sonra dizinin yeni çekiminde canlandırmaya çalışan Gary Oldman’ın şansızlığı Alec Guinness’in hayaletinin üzerinde uçup duruyor olmasıydı.

Çocukluğunda Bond filmleriyle büyümüş bizler için casus denilince maceralı parlak yaşamlar, güzel kadınlar, her güzel kadının kolayca sevişebileceği yakışıklı adamlar (007 Sean Connery olunca bunu söylemek kolaydı tabii) gelirdi.

Sean Connery
Sean Connery

Ancak John Le Carre bu dünya hakkındaki gerçeği bize anlattı. Casusluk çoğunlukla uzun süreli sıkıcı beklemeler içeren ve beklediğinize ulaştığınızda ise sizi bekleyen çoğunlukla iki yüzlülükler, aldatmalar, hayal kırıklıkları ve ihanetti. Smiley aşk ilişkilerinde de başarısızdı. Romanda karısı Anne onu hep aldatıyordu.

Yazar Carre gerçek yaşamında İngiliz İstihbarat servisinde görevli olduğundan o hayatı içinden tanıyordu ve en iyi bildiği de MI5 teşkilatının Sovyet istihbaratı KGB ile girişmiş olduğu Soğuk Savaş’taki istihbarat mücadelesiydi. Smiley’in kitaplardaki KGB’deki rakibi Karla’nın neden filmi bugüne kadar yapılamadı.

‘The Spy Who Came in From the Cold’ (Soğuktan Gelen Casus) romanın son sayfasında doğudan batıya kaçmaya çalışan ajanın Berlin duvarını aşmaya çalışırken öldürülmesi bu savaşın acımasızlığını anlatıyordu.

KIM PHILBY

İngiliz istihbaratı gerçek yaşamda kendi içinden çıkmış olan Rus ajanları nedeniyle büyük darbeler yemiştir.

Crown dizisinin bir bölümünde de bu casuslardan bir tanesi olan Kraliçe'nin sanat danışmanı bağlamında bunu görmüştük. Hepsi aynı üniversitede okurken casus oldukları için Cambridge dörtlüsü olarak bilinen Kim Philby, Donald Maclean, Guy Burgess ve Anthony Blunt meşhur sSovyet ajanları olarak hem İngiliz istihbaratının hem de onun kardeş örgütü CIA’nin hala daha acıyla andığı isimlerdir.

İngiltere’den kaçtıktan sonra Moskova’da general rütbesi verilen Kim Philby orada öldükten sonra hakkında birçok araştırma yapıldı. Philby İngiliz istihbaratının CIA ile koordinasyonunu sağlamakla görevli olduğundan Sovyetler Birliği'ne çok değerli bilgileri aktarmıştır.

SOĞUK SAVAŞ

'Thinker, Tailor, Soldier, Spy' romanı da İngiliz gizli örgütü üst yönetimi içindeki Sovyet ajanını bulmaya uğraşan Smiley’in yaşadıklarını anlattığından etkisi gerçek yaşamda yaşananlardan dolayı büyük oldu. Carre bu romanından sonra öylesine büyük usta olarak kabul edildi ki, Amerikan casus romanlarının büyüğü Robert Littell bile tanıtılırken ondan "Amerika’nın le Carre’si" diye bahsedildi. CIA üzerine tek bir roman okuyacaksanız bile mutlaka Littell’in 'The Company' (Şirket) romanını okumalısınız.

Soğuk Savaş'ın bitmesi Carre’ye hiç yaramadı. Çünkü onun romancı olarak tadı soğuk savaş dönemine ait romanlarda ortaya çıkıyordu. Gerçi bir masum insan casusa dönüştürüldükten sonra onun beyni ile nasıl oynanabildiğinin mükemmel anlatıldığı kitabı 'Küçük Trampetçi Kız' Soğuk Savaş döneminde geçmiyordu. Filistin örgütleri ve İsrail mücadelesi sürecinde geçen o roman Carre'nin yazar olarak gücünün görülebildiği bir başka çalışmaydı.

Ama daha sonraki döneme ait romanlarını da, eskilerden aldığım tadı bulamasam da okumayı sürdürdüm. Carre Soğuk Savaş'ın bitmesinin kendisine sanatçı olarak yarattığı sorunu biliyor olmalı ki daha sonraki en başarılı romanları geçmişi anlattığı romanları oldu. Smiley’i emekliliğinde anlatan roman da yazdı. 'The Secret Pilgrim' romanında soğuk savaşın bitmesinden sonra casus yetiştirme kursuna davet edilen emekli Smiley öğrencilere anlattığı hatıralarıyla biz okuyucuları gerçek bir casus dünyası turuna çıkarıyor.

Daha sonraki romanlarından eskilerden aldığım keyfi alamasam da onun yeni kitabını bekliyor olmak da bir ayrı keyifti. Onun gidişiyle bu keyiften de ne yazık ki mahrum kalacağım. Hayatını dolu dolu yaşamış çok kaliteli iyi bir yazardı. Kitaplarını eski okuduğum sırayla yeniden okumaya kararlıyım.

MÜKEMMEL CASUS

Bir tek 'Perfect Spy' (Mükemmel Casus) romanını yeniden okumaya girişmeyeceğim. Çünkü daha önce kaç defa denesem de o kitabi bir türlü bitirememiştim. Diğer bütün bir solukta okuduğum kitaplarından zevk almama rağmen bu romanı neden sevememiş olduğumu bir türlü anlayamıyordum. Bunun nedenini de kendisinin de casus romanları bulunan Washington Post gazetenin ulusal güvenlik yazarı David Ignatius’un yazısını okuduğumda anladım. Meğer Le Carre diğer bütün kitaplarında kendi deneylerini, düşüncelerini anlatıyormuş oysa bu sevmediğim kitabında babasının düşünce sistematiğini aktarıyormuş Ignatius’un dediğine göre. Kitap bu yüzden insana alışmış olduğu keyfi veremiyormuş. Bu açıklama bana da mantıki geldi. Bu arada bilin diye söylüyorum yazarın bütün iyi kitapları Türkçe’ye de çevrildi.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar