Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Çağımızın paradigmatik hastalık olan Endometriozis’i anlama ve anlatma sürecimde kadını nasıl algıladığımızı ve kadının vücut fonksiyonlarını yanlış anlamamızın bizi nasıl yanlış ve evet tehlikeli de olabilen davranışlara itme biçimlerini düşünürken konunun sanat dünyasına yansımaları üzerinde çalışırken birçok fotoğrafa da baktım.

Birçok metinde Giacometti’nin heykellerine ve özellikle bugün üzerinde duracağım heykeline konu bağlamında özel vurgu yapıldığını gördüm

Sonra da çöl estetiği üzerime yazıma hazırlanırken yaptığım çalışmada Giacometti adı yeniden, orijinal bağlantılarla ortaya çıktı.

Bunun üzerine ben de bugüne kadar yeterince üzerinde çalışmamış olduğum bu önemli sanatçıyı daha iyi anlamaya girişmeye ve sonradan da anladıklarımı size de anlatmaya karar verdim.

1901 İsviçre doğumlu Giacometti 21 yaşındayken Paris’e yerleşti ve hayatının sonuna kadar düşün ve sosyal yaşamından etkilendiği Paris’te heykellerini yaptı.

İki dünya savaşı arası dönemi Paris düşünce hayatında Jean Paul Sartre ve Maurice Merleau-Ponty gibi isimlerin parladığı bir ortamdır (Dönemin Paris’inin düşünce hayatını dedikoduları ile birlikte öğrenmeniz için hem çok eğlenceli hem de müthiş öğretici de olabilen Sarah Bakewell’in ‘At the Existentialist Cafe: Freedom, Being and the Apricot Cocktails’ kitabını muhakkak okumalısınız. Kitap ’Varoluşçular Kafesi, Özgürlük, Varoluş ve Kayısı Kokteylleri’ adıyla Türkçe'ye de çevrildi).

Giacometti zaten hayat tarzıyla ve geneldeki pesimizmiyle varoluşçu felsefeye yakın bir isimdi. Ama Sartre ve Merleau-Ponty ile arkadaş olunca düşüncesi daha da bu felsefeyle uyumlu olmaya başladı.

Giacometti
Giacometti

SANATTA ÇELİŞKİLERE VURGU

Varoluşçu felsefenin hayat hakkında vardığı sonuçlar sanatçı için önemliydi de bir o kadar da özellikle Sartre’in diyalektik düşünme yöntemi de onu etkilemişti.

Giacometti hayatın her döneminde sanatında sadece tek bir yönü vurgulamamaya, bir vurgu yapılır görünürken aynı zamanda karşı görüşü de anlatabilmeye, yani diyalektik karşıtlığı vurgulamaya özel dikkat etti.

Varoluşçu çevreler ile sohbetlerinde de kendi hayat tarzında da bu ilkeye dikkat etmeye özen gösterdi.

Diyalektik metodolojinin sanatına yansıma biçimini bu yazıda özellikle 'Boğazı Kesilmiş Kadın’ heykelini anlatırken ele alacağım.

Dediğim gibi ben çağımızın paradigmatik hastalığı olarak kadınları vuran Endometriozis’i incelerken ve bu hastalıkla mücadelenin kadına karşı önyargılı ve yanlış varsayımlara dayalı tavırlar ile nasıl aksayabildiği üzerine çalışırken bu tavırların sanat alemindeki yansımalarına bakarken sıkça karşılaştığım heykel Giacometti’nin ‘Boğazı Kesilmiş Kadın’ adlı eseriydi.

Bu heykeldeki figür bakana birçok çelişkili mesajı aynı anda verir. Bir yandan boğazı kesilmiş bir kadına karşı yapılmış vahşet vardır ortada bir yandan da o figür hala daha pozisyonu ile ve kollarının verdiği işaret ile seksüel bir varlık olmaya çalışmaktadır. Ayrıca tabii ki bu figür seviştikten sonra erkeğini mutlaka öldüren bir preying mantis figürüdür. Yani şiddete uğramış aynı zamanda hem seksi ve tehlikeli olabilen kadın figürüdür bu ve bence bir şaheserdir.

‘Boğazı Kesilmiş Kadın’
‘Boğazı Kesilmiş Kadın’

Preying Mantis böceğinin seksüel ilişki sonrasında erkeği öldüren bir böcek olması gerçeküstücüleri daima çok heyecanlandırmıştır ve bu figüre bu yüzden özel önem verirler. Zaten bu heykelin de bence gerçeküstü sanat ile bağlantısı aşikardır.

Giacometti, vahşete uğramış olmasına rağmen hala daha cinsellik gösterebilen aynı anda hem masum hem tehlikeli olabilen bu heykelinde diyalektik düşünme metodunu bu çelişkili mesajları aynı anda vererek kullanmıştır.

Giacometti’nin cinselliğini kullanarak tehlikeli ve hata ölümcül olabilen kadınlara yönelik bir vahşeti kabul edebilecek bir insan tabii ki değildi.

Eğer bu fikirde olsaydı bunu heykelin yapıldığı yıl olan 1932’de Simone de Beauvoir’in onu sokakta bir güzel evire çevre döveceğine de eminim ben.

Ama Giacometti cinsel arzu ve çaresizliği, şehvetli duruş ile ölüme yaklaşma anını aynı anda, bu çelişkileri bize yaşatarak vermenin peşindeydi bu heykelinde.

JOHN BERGER'İN ANALİZİ

John Berger, Giacometti’yi analiz ettiği makalesine (Selected Essays of John Berger sayfa 147) sanatçının ölümünden bir süre önce Paris sokaklarında yağmur altında yürürken çekilmiş bir fotoğrafını analiz ederek başlıyor.

John Berger’in neden John Berger olduğunu anlatan ustalıktaki bu yazısında Berger sanatçının yüz ifadesini Samuel Beckett’in yüz ifadesine benzetiyor ve ikisinin yaşadıklarının ve hayatı nasıl algıladıklarının ve insanlar hakkında nasıl kötümser düşündüklerinin izinin görülebileceğini söylüyor.

Aynı makalesinde sayfa 148’de Berger, Giacometti’nin çok aşırılıklara eğilimli bir sanatçı olduğunu da söylüyor. Gerçekten de sanatçı hayatı boyunca ölüm ve bunun hayatımız hakkında ne anlam ifade ettiği konusu ile ve aynı zamanda vahşet konusu ile de özellikle çok uğraştı ve sanatında bu temaları kullanmaya çalıştı.

Bazen felsefesi öyle ağır basardı ki bir heykeli uzun çalışmadan sonra tamamlayınca onu kısa süre sonra tahrip ettiği de olurdu. Bu tavrı bir felsefi eylem olarak kabul etmemiz lazım.

Eleştirmen John Russell 1974 tarihinde yayınlanan Meanings of Modern Art (Modern Sanatın Anlamları) kitabında bu heykelin aslında savaş sonrasındaki ölüme yatmak için sırtüstü uzanmış Avrupa’yı anlattığını söyledi. 1966 yılında ölen Giacometti bu yoruma ne derdi bilemiyorum ama varoluşçunun bu yoruma da 'neden olmasın ki' gibi bir yorum getireceğine eminim ben.

Buna uygun bir başka yorum da heykeldeki figürün boynunun bir violine benzemesinden yola çıkılarak yapılıyor. Figürün boyunun kesilmiş olması da Avrupa’da artık müziğin bittiğini söylediği anlamına geliyordu bu yorumu getirenlerce.

Bu yorumlara karşı olmak imkansız hepsi de olabilecek türde, kabul edilebilir yorumlar.

Ancak buradaki kadın figürünün verdiği çelişkili mesajlar ve aynı zamanda hem arzunun hem de tehlikenin objesi olarak kadın figürünün tam anlamıyla kadınların yüzyılı olan yüzyılımızda hala daha son derece güncel olduğunu söylemeliyim. Keşke Türkiye’de de orijinali sergilenebilse bu heykelin çünkü içerdiği kadına vahşet boyutuyla Türkiye bu kendi ayıbını da belki bu bağlamda tartışabilir diye düşündüm. (Sanatındaki bu vahşet teması ile Giacometti’nin tartışıldığı bir analiz için ‘The Disturbing Allure of a Giacometti ‘woman’, yazar Michael Branson, Jan 8,1988, New York Times)

Peki bu heykel sanat eseri olarak güzel mi? Bence çok çok güzel ama bunun tersini de düşünüyorsanız hiç kafaya takmayın ve ilk önce ‘On Beauty: A History of Western Idea’çalışmasıyla güzelliğin tarihini ve daha sonra 'On Ugliness’ de çirkinlik algısının tarihini yazmış olan Umberto Eco’yu okursanız onun ‘çirkinlik güzellikten daha eğlencelidir’ dediğini görüp belki benim güzel bulduğumu çirkin bulmanızın da eğlenceli olduğunu düşünürsünüz..

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar