Ucuz romanın James Joyce'u
19’uncu yüzyılın sonu ve 20’nci yüzyılın ilk yarısında Amerika’da tam bir Pulp Fiction (Ucuz Roman) furyası esti.
Bu edebi türün ne tür konuları, nasıl ele aldığını kısa yoldan hem de çok eğlenerek öğrenmek için Quentin Tarantino’nun Pulp Fiction filmini izleyebilirsiniz.
Bu tür dergiler ve kitapçıklar çok ucuz kağıda basılırdı ve kapaklarında genellikle cinsel içerikli ve şiddet içeren çizimler bulunurdu.
Bir eleştirmene göre bu kitapların konuları ele alışı kapaklarından bile daha ucuzdu.
Bu doğru olabilir ama nasıl ki 'A' kaliteli filmlerin yanı sıra 'B' türü kalitesiz ve ucuz filmlerden de keyif alabilmeyi öğrenmek bir gayret, bir sabır işiyse 'Pulp Fiction'dan da keyif almayı öğrenmek gerekir. 'Pulp Fiction' bazen bayağılık sınırını aşıyordu ama şurası kesindir ki hemen hepsi çok eğlendiriciydi. Okumak adetinin toplumda yaygınlaşmasına büyük etkisi olmuştur bu türün. Eğitimleri fazla olmayan toplum kesimlerini kolay okunabilirlikleri nedeniyle kitap okumaya alıştırdığı biliniyordu türün. Yani eşitlik sağlayıcı demokratik bir yönü de bulunuyordu ucuz romanın.
Paula Rabinowitz, ‘American Pulp: How Paperbacks Brought Modernism to Main Street’ adlı çalışmasında Amerikan Pulp’larının her ne kadar ucuz hikayeler anlatmakla ve ucuz pornografi içermekle itham edilse de en önemli etkisinin moderni sokaklara taşımak olduğunu öne sürdü.
Bu romanlarda basit düzeyde de olsa, önemli bölümü suçlu olarak da olsa, kadın kahramanlar bolca görüldü, ucuz romanda kadını ön plana çıkaran ve kadının başlattığı cinsellik arayışları ve eşcinsellik işlenmiştir. Belki de türün sokağa taşıdığı söylenen modernliği bunlarla ilgili olabilir.
Konuları ucuz ve basit de olsa bu türü yazmak için yetenek gerekiyordu. Okuyucuyu hemen olayın içine çekebilmek ve okumakta konsantrasyon düzeyi nerdeyse sıfır olan okuyucuyu orada tutabilmek için ve ayrıca belki de ucuz roman dergi ve kitapçıklarının küçük boyutları nedeniyle yazarların kısa ve çarpıcı cümleler ve kısa paragraflarla yazmaları gerekiyordu. Kitapçıklarda ve dergilerdeki küçük boyut ise çoğunun kapağında bulunan cinsel açıdan çarpıcı çizimleri kimseye göstermeden cepte taşınabilir boyutta olma zorunluluklarının getirdiği bir sonuçtu.
Basit konuları ucuz biçimde ele alsalar da bu kısa ve çarpıcı yazmak zorunluluğu türde birçok usta yazarın oluşmasına neden oldu. Bu yazıda amacım öne çıkanların bir listesini verip türün bir tarihini özetlemek değil onu herhangi bir arama motoruyla yapabilirsiniz. Ama ben başlıkta da dediğim gibi türün Jaymes Joyce’u olarak nitelendirebileceğim birçok romanı da Türkçe'ye çevrilmiş daima hayranlıkla okuduğum Raymond Chandler hakkında bir anekdot yazmak amacındayım.
Nasıl ki James Joyce dilde ve yazı stilinde bir devrim yarattıysa, Chandler da dilde ve yazı stilinde devrimciydi.
Bu noktada bir espri yapıp "Chandler’in Joyce’dan tek farkı onun ne anlattığının kolay anlaşılır olmasıydı" deyip geçebilirdim. Ama ben bunu yapmadım espriyi düşündükten sonra James Joyce’un yazdıkları acaba neden zor anlaşılırdılar konusunu kafama taktım ve bunu araştırdım. Araştırmakla da kalmadım ve belki de size duyunca inanılmaz gelecek bir şeyi bile yaptım, bu çözülmesi imkansız gibi duran soruya bir cevap bile buldum. Bu sonucun başımı belaya sokacağını ve hayli de tepki çekeceğini bilmeme rağmen bu bulduğum cevabı da ilerde bir deneme yazarı olmanın verdiği ‘deneme yapıyor olmak' avantajına sığınarak yazacağım da.
Kullandığı dilde ve yazı stilinde devrimci olmasının yanı sıra Chandler’ın Joyce ile benzerliği ikisinin de iç konuşmayı ve bilinç akışı tekniğini yazıda mükemmel kullanmalarıydı.
Belki Chandler karakterlerinin iç konuşmaları ve bilinç akışları Ulysses’in ‘Mollly Bloom’s Soliloquy’ başlıklı son bölümündeki kocasının yanına uzanmış durumdaki Molly’nin iç konuşması kadar uzun olmayabilir ama Chandler kısa iç konuşmalarıyla roman karakterlerine müthiş çarpıcı ve komik düşünceler ürettiriyordu.
Kolayca yazar ve yönetmen beğenmeyen ünlü film eleştirmeni Pauline Kael, birçok romanı filmi yapılmış olan, Raymond Chandler için "Yetenekli Pulp yaratıcısı" demişti.
Chandler’in yeteneği özelikle yaratmış olduğu özel dedektif karakteri Philip Marlowe’un çözmeye giriştiği davalarda karşılaştığı insanlar hakkında daima çok yaratıcı olan iğneleyici bir müstehzilik ile düşünmesiydi. Onun bu iğneleyici müstehzi iç konuşma fırtınaları gerçekten büyük yazarlık yeteneği gerektiriyordu ve bu yüzden onun ucuz romanları klasik romanlar gibi saygın oldu.
HUMPREY BOGART
Raymond Chandler’ın romanları yazıldıkları edebi tür nedeniyle film olmaya çok müsaittiler. Hollywood ilgisini Chandler’dan hiç eksik etmedi. Yapılan filmlerin hemen hepsinde de özel detektif Marlowe karakterini Humphprey Bogart oynadı. Ben ne zaman onun bir romanını okursam Marlowe karakteri olarak hep pardösüsünün yakasını kaldırmış ağzında sigarasıyla Humphprey Bogart geliyor aklıma. (Sigara denilince eski filmlerdeki son derce romantik bulduğum kadının sigarasını adamın yakması sahnelerini özlediğimi söylemek istiyorum). Bogart o kadar yakışmıştı ki Marlowe karakterine Albert Camus bile büyük ihtimalle bu filmleri seyrettikten sonra Bogart’a hayran olup pardösüsünü onun gibi yakasını kıvırarak giymeye başlamıştı.
Yapılan filmler içinde en meşhuru yine Bogart’ın oynadığı The Big Sleep’di (Büyük Uyku). Romanında özel bir dili olan Chandler'da büyük uyku ‘ölüm’ anlamına geliyordu.
Bu filmi bu yazı için tekrardan seyrederken yazıyı düşünmeme neden olan detaya rastladım. Marlowe’un iğneleyici müstehzi düşüncelerini kendisine çok yakışan biçimde beyaz perdede ifade eden Bogart filmin bir yerinde olayın geçtiği evde kendisine cinsel olarak yaklaşmaya çalışan kadın için "Ayakta durmakta olduğum halde kadın kucağıma oturmaya çalışıyordu" diyordu. Bir ucuz roman klasiği olabilecek bu muhteşem cümle benim kitabı, buna benzer muhteşem cümleleri var mıdır acaba, diye tekrardan okumama neden oldu.
Ama şaşırtıcı bir sürpriz ile karşılaştım. Kitapta filmin sahnesinin dayandığı bölümde Marlowe kadın için sadece "Kucağıma oturmaya çalışıyordu" diye düşünüyordu. Yani "Ayakta durmakta oluğum halde kadın kucağıma oturmaya çalışıyor" cümlesini, Chandler yazmamıştı. Bu cümle kendine çok yakışıyor olsa da onun değildi.
Kimin yazmış olabileceğini anlamak için filmin senaryosunu kimin yazmış olduğuna baktım.
Senaryoyu yazan üç kişilik ekip içinde Amerikan edebiyatında 'Modernin babası' sayılabilecek William Faulkner de vardı. Faulkner gayet tabii ki romanlarında bilinç akışı tekniğini ustalıkla kullanan büyük yazar. Yani bir ucuz roman klasiği sayılabilecek o cümle Chandler’a oluğu kadar ucuz roman ile uzaktan yakından ilişiği olmayan Faulkner'e de yakışıyordu.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce