Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Yazı konusunu bir defa kafamda belirledikten sonra çalışma yöntemim daima şöyle:

İlk önce kendime çalışma alanı olarak belirlediğim koltuğun yanında daima durmakta olan benim için hayati önemde olan kitaplarımı okuyorum.

Bu çok zamanımı alabildiğinden hayli zaman sonra bir de konuyla ilgili internet araştırması yapıyorum.

Ancak bu defa teknik diyebileceğim bir sorun çıktı.

Başlığımı aynen arama motoruna yazıp gelen sitelere baktığımda hemen hepsinin günümüz teknolojisinin sanatta kullanımı vardı.

Bu da belki doğaldı çünkü biliyorsunuz dijital teknolojilerin kendisi sanat haline getiriliyor bu konuda hayli aktif bir branş oluştu bile.

Aslında bunun olacağını çok uzun yıllar önce Andy Warhol (1928-1987) döneminin teknolojisini sanat haline getirerek vermişti.

Şimdi dijital teknolojiyle yapılan kolajlar ve resimler, dijital sanat yerleştirmeleri oldukça yaygın ve çoğu da güzel görüntü sunuyorlar.

Dijital fotoğraf makineleri fotoğraf sanatına ayrı bir güzellik verme imkanları sunuyor.

Örneğin Kim Keever, 200 galonluk bir balık havuzuna boya damlattıktan sonra tankta oluşan görüntüleri dijital kamerayla çekince ortaya müthiş görüntüler çıkıyor.

Keza Japon tasarımcı Yuri Suzuki, robot teknolojisini hayatımızda gündelik kullandığımız bazı eşyalarla birlikte kullanarak heykel diye tanımlayabileceğimiz görüntüler otaya çıkarıyor. Örneğin ‘Pyramidi’ adını verdiği eserde robotik aletler ile birlikte yeni şekiller verilmiş piyano, gitar ve bateri seti de bulunuyor.

Bunlara hiçbir itirazım tabii ki yok, hatta sınırları nereye kadar zorlayacaklar bunu da merakla izliyorum.

Ama yazıya bu başlığı atarken benim asıl amacım bu değildi. Şimdi görüyorum ki internet araması yaparken arama kutusuna ‘tarihteki’ boyutunu da koymalıymışım.

Yüzyıllar içinde sanatın gelişimi daima teknoloji alt yapısına bağlı oldu.

Daha doğrusu bazı teknolojiler olmasaydı resim bile gelişemezdi.

Örneğin boya teknolojisinde yeni buluşlar olmasaydı ne Monet o harika resimlerini çizebilirdi ne de empresyonizm gibi bir akım da ortaya çıkabilirdi.

Biliyorsunuz empresyonizm bir anlamda ışığın resmidir. Tabiatta ışığın ve gölgelerinin ressamda yarattığı duyguların, izlenimlerin resmiydi empresyonizm.

Bu akım dönemde hakim olan resim ideolojisini değiştirmeye de kararlıydı.

Onlar ortaya çıkıncaya kadar resim sadece stüdyoda çizilmesi uygun görülen bir sanat dalıydı.

Hakim sınıfların talep ettiği konuları sanatçı hafızasından stüdyo da çizebilirdi.

Bu işin sınıfsal boyutu tabii işin bir de teknoloji boyutu da var.

O dönemdeki boya teknolojisi sanatçının arzu ettiği renkleri elde etmek için boyaları karıştırarak, arzu ettiği sonucu alması oldukça zahmet ve zaman gerektiren bir süreci gerektiriyordu. Değişim olmasından önce var olan boya teknolojisi sanatçının daima kapalı alanda bulunmasını zorunlu kılıyordu.

Monet başta olmak üzere tüm empresyonistler açık alanda tabiatın içinde çalışmak zorundaydılar çünkü istedikleri görüntü oradaydı.

Boya teknolojisinde tam zamanında bir gelişme oldu ve çeşitli renklerin tüp içinde sunulabileceği teknoloji bulundu. Artık ressam tüm boya tüplerini yanına alıp kapalı alandan çıkabiliyordu ve istediği farklı rengi çeşitli tüpten sıkıp aldığı boyayı palet üzerinde karıştırıp resmini kısa sürede çizebiliyordu.

Bence bu üzerinde fazla düşünmediğimiz teknolojik gelişmenin sanata etkisi üzerine çok güzel bir örneği oluşturuyordu.

Tabii bir de tamamen teknoloji ürünü olan sanatın gelişimi meselesi de var.

Empresyonizmin akım olarak ortaya çıktığı yıllar aynı zamanda fotoğraf teknolojisinde de müthiş gelişmelerin olduğu yıllardır.

Tabiatta görülenlerin anında çizilebilmesi veya çekilebilmesi sanatları olan empresyonizm ve fotoğrafın paralel gelişmesi ayrı bir yazının konusu olacak kadar ilginç bir başka konu. Bunu daha sonra yazmayı planlıyorum.

Yeni teknolojik gelişmeler olmadan önce fotoğraf ancak faklı ve zorlu bir süreçten geçilerek ortaya çıkarılabiliyordu.

Fakat o eski teknolojide fotoğrafın ortaya çıkarılabilmesi hem çok zor ve zahmetli hem de çok uzun zaman alan bir şeydi.

Sanatçının aklına koyduğu ham görüntüyü bir yüzey üzerine alabilmesi bazen saatler süren bir sabır gerektiriyordu. Ondan sonra alınan o ham görüntü başka bir yüzeyin üstüne alınıp bunun üzerine kimyasallarla çalışmak da gerekiyordu. Anlayacağınız o günlerde fotoğrafçı aynı zamanda bir kimyacı da olmalıydı.

Ancak 1820 yılından başlayarak ışık teorisinde Newton’dan bu yana en büyük devrimler birbiri ardına yapılmaya başlandı.

Alman Hermann Helmholtz (1821-1894) 'Oftalmoskop’u keşfetti.

Renk algılaması ve renk körlüğü üzerine çalışma yapmakta olan İskoç James Clerk Maxwell (1831-1879) renk üzerine yeni bir teori oluşturdu,

Louis Daugerre (1787-1851) ve William Henry Fox Talbot (1800-1877) yeni fotoğraf sanatının teknolojik altyapısını oluşturacak icatlar yaptılar.

Bu arada Fransız kimyacı Michel Eugene Chevul (1786-1889) renkler üzerine yeni çalışmalar yapıyordu. Chevul bir rengi algımızı onun hemen yakınındaki diğer renkler belirler diyen teorisini 1839 yılında yayınladı. Bu teori olmasaydı ne empresyonizmin ne de fotoğraf sanatının bildiğimiz gibi olamayacağını söylemek mümkün.

Tüm bu farklı yerlerde yapılan yeni buluşlar sonunda bir araya geldi ve bildiğimiz hızlı ve anında çekim yapabildiğimiz fotoğraf makineleri ortaya çıkarıldı. Çekim sürelerini kısaltan buluşlar sayesinde fotoğraf sanatçıları üç ayaklı sehpa üzerine monte edilmiş makinelerle çekim yapmak zorunluluğundan da kurtuldular ve taşınabilir küçük fotoğraf makineleri çıkarıldı. Amerikan fotoğraf sanatçısı Stieglitz ilk taşınabilir makinesini Almanya’dan aldıktan sona Amerika’ya döndü ve fotoğrafta ve sanatta devrim yapmaya girişti.

Biz bugün bir sanat eserine bakarken onu hayranlıkla izlerken onu yapan sanatçıya müteşekkir olabiliyoruz ama çoğunlukla onu olası kılan teknolojiyi üreten insanları unutabiliyoruz.

Arzum hepsini adıyla hatırlamasak da en azından onları da yüreğimizin bir yerinde tutabilmemiz.

Yani Monet’in bir tablosunu gördüğümüzde bir yerde adıyla olmasa da da Chevul'ün katkısını da hatırlayıp ona da teşekkür edebilsek diyorum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar