Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

G.E.Moore adını ben genelde yazıya hazırlanırken okuduğum kitaplar ve makalelerden duymadım. O tür çalışmalarımın bir yan aktivitesi olarak ilgili dönemdeki dedikoduları, sosyal tartışmaları da incelemeye hep çalışırım.

Bertrand Russell’in ve Ludwig Wittgenstein’ın neler yaptıklarını öğrenmeye çalışırken dönemin global düşünce üretim merkezi gibi çalışan Cambridge Üniversitesi’nde ‘Cambridge Apostles’ adlı bir örgüt olduğunu gördüm. Bertrand Russell, John Maynard Keynes ve bu yazının konusu olan G.E. Moore gibi yaratıcı beyinler her konuyu istedikleri kadar, sonuna kadar tartışabilmek için bu örgütü kurmuşlar. Huysuzluğu ve geçimsizliği ile bilinen Ludwig Wittgenstein’ın örgüte alıp almama konusunda endişeleri varmış. Russell, Wİttgenstein’ın özellikle toplantılara hakim olan mizah duygusunu paylaşabileceğinden kuşkuluymuş. Bu kaygılarına rağmen beyni esaslı çalıştığı için örgüte onu da dahil etmişler tahmin edildiği gibi tartışmayı bilmeyen Wittgenstein sadece birkaç toplantıya katılıp sonra dayanamayıp örgütten ayrılmış.

İtiraf ediyorum daha sonra bayağı önemli bir düşünür olduğunu öğrendiğim G.E. Moore adını ben ilk kez bu bağlamda duydum. Sonra büyük ihtimal dini duyarlılıklar nedeniyle bu gruba saldırmakta olan dönemin Times gazetesinde G.E. Moore (1873-1958) için "Onun açısından hayattaki en önemli şeyler güzel nesnelerin değerini bilmek ve ilişkilerdir. Bunları sosyal ilerlemenin koşulu olarak görür" denildiğini de okuyunca "Adam ne güzel şeyler düşünüyormuş" diye ilgimi çekti.

Ama buradan yola çıktığımda bir de gördüm ki düşünür hiç de Times gazetesinin dediği gibi değilmiş. Mutluluk istiyor olabilir de Principia Ethica gibi çalışmalarını okumaya çalışanları sıkıntıdan bayağı mutsuz etme ihtimali olan ciddi bir düşünür.

Belki de Times’ın o düşüncesi Moore’un şu cümlesinden kaynaklanıyor olabilir diye düşündüm:

"Bugüne kadar bildiğimiz ya da hayal edebileceğimiz en değerli şeyler, kabaca insan ilişkisinin zevkleri ve güzel nesnelerden keyiflenme olarak tanımlanabilecek belirli bilinç durumlarıdır." (Principia Ethica - 1903; revised edition, Cambridge University Press, 1993.)

Bunu dedi adam ama daha sonra aynı zamanda dış gerçeklik nedir, ahlak nedir gibi zor konularda da birçok laf etti ve analitik felsefenin esaslarını Russell ile birlikte koyan düşünür olarak tarihe geçti. Times’ın ona saldırısı Cambridge’deki düşünürlerin din hakkında dönemin muhafazakar düşüncelerine hiç aldırmayan düşüncelere sahip olmalarıydı herhalde diye düşündüm.

Analitik felsefeciler, felsefe problemlerini klasik mantığın özünü koruyarak elde edeceği yeni mantık sistemi ile çözümleme amacını taşıyorlardı. Bu nedenle gündelik konuşma dilini araştırmak onlar için, sağduyuya dayalı bir felsefe oluşturmaları açısından çok önemliydi, matematiğin mantığı üzerine yaptıkları çalışmalarla da örneğin Russell, analitik felsefenin mantıksal temelini oluşturmuştur

Felsefeye özgü dış gerçeklik var mıdır ve biz o gerçekliği nasıl algılarız türünden tartışmalarda analitik felsefeciler yine sağduyuyu, aklı selimi öne çıkaran yöntemle yaklaşırlar.

Örneğin dış gerçeklik var mıdır tartışmasında G. E. Moore çok anlatılan yaklaşımında ilk önce sağ elini kaldırdıktan sonra "Bakın bu sağ el" sonra da sol elini gösterip "Bu da sol el dolayısıyla dış gerçeklik vardır. Orada sadece iki el olsa da gerçeklik vardır" dediği söylenir. İnsan böyle tartışmaları okuyunca içinden tartışanlara başka bir el gösterip "Bakın bu da gerçeğin başka yönü, bu da Türk dış gerçeği" demek de geliyor. Ama felsefede ben tartışmaların böyle yapılması gerektiğini bildiğimden böyle bir işi çok istesem de yapmayacağım tabii ki.

Bu el göstererek felsefi tartışma saçma geldiyse şimdi size daha da saçma gelebilecek bir başka konuyu anlatarak bu konuyu bitirmek istiyorum.

Moore özelikle lisanda gündelik konuşmaların çok önemli olduğunu düşünüyordu ve bu açıdan Wittgenstein’ı hayli etkilediği söylenir.

Şimdi sıkı durun 'Moore Paradoksu' diye bilinen ayrı bir konu da var. "Dışarıda yağmur yağıyor. Ben yağmurun yağdığına inanmıyorum" cümlesinin kurulabileceği ve bunun da anlamlı olabileceği de tartışılmıştır. İlk cümle doğruysa ikincisinin olamayacağı düşüncesi olamaz bu mantıksızdır sonucu doğru değildir. Çünkü ilk cümle bir insana ait bir beyandır. İkinci cümle de ayrı bir beyandır. Beyanları kabul edeceksek iki cümle de bir arada kullanılsa dahi doğrudurlar.

Şimdi bunu okuyunca eminim ki benim bunu ilk okuduğumda aklıma geleni düşüneceksiniz. Acaba bu yaratıcı beyinler neden böylesine konuşup tartışabiliyorlar diyeceksiniz. Ama yapmayın böyle düşünmeyin, ben böyle düşünmemem gerektiğini Bertrand Russell’in müthiş ‘Batı Felsefesinin Tarihi' çalışmasını iki kez okuduktan sonra öğrendim. Size ilk bakışta basit, gereksiz gelse dahi bu tür tartışmalar büyük felsefelerin, hayatımızın gerçeklerinin can merkezine dokunan düşüncelerin yaratılmasına neden oluyor.

Sonuç itibariyle konuşma diline aklı selime vurgu yapan düşünceleriyle G. E. Moore hala daha çok güçlü olarak etkili olan analitik felsefenin kurucu beyinlerinden bir tanesidir. Bu yazıyla olduğu kadarıyla bile olsa onu tanımak gerekiyor. Ama her zaman dediğim gibi siz bu tür yazılardan sonra ilginizi çekebilecek insan ve düşünce hakkında bolca okuyun ve okuduktan sonra benim yaptığım yanlışlarımı yüzüme vurun çok da mutlu olurum bundan, emin olun.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar