Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Çocukken siz de başkalarına gereksiz gelebilecek nesneleri biriktirdiğiniz kutular yapmış mıydınız bilmiyorum ama ben mandal koleksiyonumu tuttuğum kutuyu gözden uzakta saklardım.

Dün buna benzer kutularla neredeyse kendisine özgü bir sanat akımı yaratmış olan ABD’li Joseph Cornell hakkında bir yazı okurken (‘Joseph Cornell Monuments of Every Moment’. Leonardo’s Nephew : Essays on Art and Artists, yazarı James Fenton s.202-215) çocukken farkında olmadan önemli bir sanat geleceğinin bir parçası olmuşum gibi hissetmeye başladım.

Tabii ki ben bir pisuarı sanat eseri kabul ettirebilmiş bir Marcel Duchamp olmadığımdan, topladığım o mandalların birer sanat ürünü olduğunu söylemiyorum ama onları toplama süreci ve onların bir kutu içinde düzenli tutulması işinin sanat tarihi içinde önemli yeri olan bir akıma ait olduğunu görmemiz gerekiyor.

Bazı insanların neden koleksiyoncu olduğunu açıklamak mümkün değil. Aklınıza gelebilecek her konuda koleksiyon yapanlar olabiliyor. Bu yazı için çalışırken ampul, insanların boğazına kaçmış nesnelerin, iskeletlerin koleksiyonunu yapanları bile gördüm. Binlerce ampul arasında eğer Hitler’in arabasının farının ampulü varsa, veya sadece mikroskop altında görülebilecek kadar küçük bir ampul söz konusuysa veya eğer elinizde Marilyn Monroe’nın boğazına kaçmış ve son anda çıkarılan nesne varsa ilk başta bize anlamsız gibi gelebilecek o koleksiyon birden farklı anlamlar kazanabiliyor.

Belki de tüm koleksiyoncular bu tür anlamı verecek nadir eşyanın arayışı içindedirler, belki de içlerinden gelen farklı, başka sese kulak veriyor olabilirler, neden koleksiyoncu olmaya giriştiklerinin cevabı meçhul olabilir. Ama şurası kesin ki koleksiyonun bir sanat ürünü olması ihtimali çok yüksek yani kendi koleksiyonunu sanat düzeyine çıkarmak o insanın becerisine, zevkine kalmış bir şey. Yani bir ampul koleksiyonunun ya da bir boğaza kaçmış cisimler koleksiyonun bile birer sanat olayı haline gelmesi mümkün aralarında bunu başaranlar da var. Örneğin Baltimore’da dişçi olan Hugh Francis Hicks 75 bin adet ampul koleksiyonunu sonunda sanat eseri haline getirmiş ve müzesini de kurmuştur. (Bu konu için bknz. The Accidental Masterpiece- On the Art of Life an Vİce Versa içinde ‘The Art of Collecting Lightbulbs’ sayfa 93, yazarı Michael Kimmelman.)

15. ve 16. yüzyılda rönesans rüzgarının da etkisiyle Avrupa insanında sanata ve ender bulanan eşyalara ilgi birden arttı. Resim çizmek, heykel yapmak ve mimari gibi dallar aslında öğretilebilir sanatlar olmasına rağmen bunlarda insanın bir aşamaya gelebilmesi için yetenek de olması da gerekiyor. Bu da herkeste olamayacağına göre insanlar o dönemin Avrupa’sında sanata duydukları ilgiyi sanat eserlerini veya ilginç eşyaları sistematik toplayıp bunları düzgün saklamakla tatmin etme yoluna gittiler.

Dönemde bu tür seçilmiş nesnelerle dolu olan büyük kutulara verilen isim ‘Nadire Kabineleri’ veya ‘Harikalar Kutusu’ olarak çevirebileceğimiz Wunderkammer akımını oluşmasına neden olmuştur.

Yukarda bahsettiğim Joseph Cornell çeşitli eşya ve eserleri toparladığı kabineleri ile sanatta yeni bir ekol yaratmış ve bu yönüyle avrupa sürrealistlerinin de idolü olabilmiştir.

Dönemin soyluları ve zenginler de birer Wunderkammer oluşturmaya giriştiklerinde hem parasal hem de sosyal bağlantı imkanları çok olduğundan ilgi duydukları eserden veya nesneden çok sayıda toparlamak imkanları oluyordu.

Onlar hem toparladıklarını düzgün biçimde saklamak hem de bunları görmek isteyenlere rahat göstermek için kabinelerini iç içe geçmiş küçük odalardan oluşturdular. O döneme ait bu oda kabineleri bugün bazı müzelerde aynen saklanmış halde görmek mümkün .

Müzelerin gelişiminin kökenlerini bu kabinelerde görebiliriz.

Charles Wilson Peale topladığı içi doldurmuş kuşlar, fosiller ve resimlerden oluşan koleksiyonunu bir büyük odada müze şeklinde sergiledi. Kendisini ‘müzesinin’ perdesini açıp içerisini gösterirken görüldüğü ‘The Artist in His Museum’ adlı resim de vardır.

Bugünkü anlamıyla müzelere benzeyen oluşumlar 14. yüzyılda ilk belirdikleri Fransa’da Estudes veya Cabinets de Curiosite, İtalya’da Studioli, Almanya’da da Kunstkammer veya Wunderkammer, ya da Raritätenkabininett olarak anılır. 17. yüzyıla yaklaşırken Avrupa’da bunlardan artık yüzlercesi vardı.

18. yüzyılla birlikte önceki kraliyet koleksiyonları veya nadir kabineler modern müzelere dönüşmeye başladı. Özellikle 'Müzeler Çağı' adını alacak 19. yüzyıl süresince, Avrupa’nın bütün imparatorluk merkezlerinde müzeler kuruldu: Londra British Museum, Madrid Prado, Paris Louvre, Berlin Altes, Viyana Kunsthistoriches, St. Petersburg Hermitage müzeleri oluştu.

John Berger ‘Historical Function of the Museums’ başlıklı makalesinde (Selected Essays edited by Geoff Dyer içinde sayfa 93) müzeler meselesini ağırlıkla sanat eserlerinin sahiplenilmesi ve mal haline dönüştürülmesi süreciyle, sınıfsal açıdan ele alıyor. Evet bu boyut sanat alemine 19'uncu yüzyılda galerilerin girmesinden itibaren maalesef var ama sanal müzelerin bile tartışılması aşamasına girdiğimiz bugünlerde müzelerin önemini herhalde kimse, buna John Berger de dahil, ret edemiyor.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar