Gaugin suçlu muydu?
Başlıkta soru olarak gündeme getirdiğim konuyla ilgili John Berger, ‘Gaugin’s crime’ (Gaugin’in suçu) başlıklı yazısında bir soru sormaya gerek görmeden direkt onun suçlu olduğunu söylüyor.
Meseleyi John Berger’den daha iyi bilmem söz konusu olamayacağına göre 'yazının başlığı biraz lüzumsuz kaçıyor' diyebilirsiniz.
Ancak ben Paul Gaugin’in bir suçlu olduğunu, John Berger’e saygım nedeniyle suçlu olduğunu kabul etsem bile, onu hangi konuda suçlu olduğunu anlayıncaya kadar soruyu sormaya kararlıyım.
Berger yazısında Gaugin’in suçunun kendisine karşı işlediği suçlardan ibaret olduğunu söylüyor.
Gaugin müthiş ruhsal iç çelişkileri olan bir sanatçıydı.
Şimdi de diyeceksiniz ki hangi büyük sanatçıda bu yoktu ki. Haklısınız hemen hepsinde vardı buna benzer durumlar. Ama Gaugin’inki biraz daha abartılıydı.
Bir yandan kendisinin kökenlerinin ilkel kavimler olduğunu ve kendisinin aslında bir barbar olduğunu düşünürdü.
Öte yandan bu düşüncesine rağmen kendilerini medeni olarak gören sınıf ve zümrelerle de, onların içine bulunarak, onlarla duyarlı bir sanatçı olarak sosyal ilişki oluşturmaya da önem verirdi.
Gaugin kendi ruh durumunda var olduğuna inandığı bu birbiriyle çelişkili ruh hallerinin hepsine eşit değer vererek sahip çıkmaya çalışırdı.
Onlar arasında bir sentez, bir denge durumu oluşturmaya fazla çalışmadı.
Ruhunun bu iki yanına eşit derce değer ve önem verdiğinden yeri geldiğinde ruhunun ilkel ve vahşi yanını ortaya çıkarıp ona uygun davranırdı. Daha sakin, daha sosyal nezaket kurallarının olduğu ortamlarda duyarlı bir sanatçı olarak ona da uygun davranmaya çalışıyordu.
Bu çelişkili ruh hali üzerine yazmak bunun analizin yapmak nispeten kolay olsa da sadece bu durumdaki bir insan hayatının pek kolay olmayacağını da görmemiz geliyor. Bu ruh hallerini aynı zamanda taşıyabilmek her insanı yıpratabilir nitekim Gaugin'i de yıpranmıştı. Berger, "Gaugin kendisine karşı işlediği suçtan dolayı bir suçluydu" derken işte sanatçının bu iki ruh haline aynı zamanda eşit değer vererek sahip çıkma gayretini kastediyordu.
Bu gerçekten bir suç muydu bilemiyorum doğrusu.
Sonuçta John Berger de, Gaugin de, hata ben de çelişkili ruh hallerini içimizde taşıyor olmalıyız. Hepimizde ilkel bir yön herhalde vardır hatta hayatın her döneminde pek rafine pek bir normalmiş gibi davranan Berger de bile bir ilkel yan olmalı.
Hayatının bir dönemine büyük şehirden çıkıp köye yerleşmesini nedeni Berger’e göre çok farklı olabilir ama bunda da daha ilkel ve doğal olana dönmek arzusunun rol oynadığını düşünüyorum.
Sonuçta içimizde çelişkili ruh hallerini taşıyarak yaşamak belki de insan olmamızın bir gereğidir. Bu durum eğer Gaugin’i bir suçlu yapıyorsa o zaman bence her insan aslında suçludur da diyebiliriz.
Tabii yine Berger’in analizinden giderek Gaugin’in bu çelişkili ruh hallerini resmine yansıtma çabasının onun dengelerini bozduğunu bu yüzden kendisini yıprattığı için suçluydu demek mümkün.
Ben bu aşamada Gaugin’in suçlu olduğunu ama onun asıl suçunun başka bir konuda olduğunu düşünüyorum.
TAHİTİ
Şunu artık herkes biliyor olmalı Gaugin hayatının bir döneminde aniden Paris'i ve kendi sözleriyle Avrupa medeniyetini terk edip Tahiti’ye yerleşmeye gitti.
bir renk ustası olan sanatçının Tahiti’ye tabiatta yeni renkleri keşfetmek için gittiğini söyleyenler var.
Ruhundaki ilkellik ve barbarlığa dönüş yapmak için gitmiş olduğu da bazıları tarafından söyleniyor.
Bazıları da onun resimlerinde sıkça yarı çıplak genç kız olmasından yola çıkarak aslında ressamın genç kızlara düşkünlüğünü rahat yaşayabilmek için Tahiti’ye gittiğini düşünüyor.
Tahiti’de bu düşkünlüğünü bolca yaşadığını biliyoruz, çünkü John Berger’in denemelerini derlemiş olan ve kendisini onun bir öğrencisi olarak kabul eden yazar Geoff Dyer, Berger’in Gaugin yazısından sonra sanatçının Tahiti’deki günlerinin izini sürmek için Tahiti’ye gitti.
Sonuçta otaya çıkan yazı Gaugin hakkında bilgi vermekle birlikte daha çok bir mizah yazısı şaheseri olmuş. (bknz. Geoff Dyer, ‘White Sands-Experiences From the Outside World’ adlı kitabının ilk yazısı Tahiti ve Gaugin ile ilgili olanı sayfa 5-37)
Gaugin’in Tahiti’ye gitme nedenleri arasında genç kızlara düşkünlüğü tabi ki rol oynamış olabilir ama bunun çok önemli olmadığını düşünüyorum. Çünkü sanatçı bu düşkünlüğünü Paris’te de kimseye aldırmadan yaşayabiliyordu, gitme nedenlerini asıl yeni resim konuları, yeni renkler bulmak ve kendisinde olduğuna inandığı ilkel yönü tatmin etmek olduğuna eminim.
GİTMEDEN ÖNCE OLANLAR
Şimdi Gaugin’in neden bir suçlu olduğunu düşündüğümü anlatmaya sıra geldi.
Yola çıkmadan bir süre önce Vincent van Gogh’un kardeşi Theo’nun araya girmesiyle Gaugin kısa süre kalmak ve Vincent ile birlikte resim çizmek için onun Fransa’nın güneyinde Aries bölgesindeki meşhur ‘Sarı Evi’ne misafir olarak gitti.
Theo bilmiyor olmalıydı ki bu buluşturma bir benzin deposuna bir ateşin gitmesine benzeyen bir şeydi. Çünkü Vincent’in akıl sağlığı pek iyi değildi henüz daha tam delirmemişti ama o noktaya doğru hızla gitmek eğilimindeydi. Sinir patlamalarına her an eğilimliydi, Gaugin ise malum kendi barbar ruh haliyle övünen ve bunu her an ortaya çıkarmak için fırsat kollayan bir adamdı. İki ressam ayrıca egoları çok yüksek sanatçılardı.
Misafirliğin ilk gününden son derece gergin, elektrikli bir ortam oluştu evde.
Gaugin bulduğu her fırsatta Vincent’in sinirini bozup onu kızdırıyordu.
Evde ikisi arasında yaşanılanları daha sonra Irving Stone, ‘Lust for Life' (Yaşama Tutkusu) adındaki romanında yazdı.
Daha sonra bu kitaba dayanılarak 1956 yılında filmi de yapıldı. Filmde Van Gogh’u Kirk Douglas, Gaugin’i Anthony Quinn canlandırdı. Anthony Quinn bu rolü ile en iyi yardımcı erkek oyuncu dalında Oscar da kazandı.
Gaugin, Vincent’i o kadar germeyi başardı ki bir gün büyük sanatçının hepimizin bildiği kopuş günü yaşandı. Elinde bir usturayla Gugin’e doğru yürüyen Vincent onu doğramak yerine kendi kulağını kesti ve onu bir mendile sarıp daha sonra yerel genelevdeki bir kadına verdi kulağını. Ertesi gün de hastaneye kaldırıldı.
Gaugin, bence Vincent’i normalin öte tarafına itmek suçundan suçluydu. Gerçi Vincent onun hiç görmemiş olsaydı da bunu belki yapacaktı ama Gaguin’in sürecin erkene çekilmesinde rolü olduğu kesindi.
Gaugin’in suçu ne olursa olsun resimleriyle tarihe damgasını vurduğu kesindir. 19’uncu yüzyılın sonuna doğru Paris’te ortaya çıkan ve kendilerine Nabis diyen bir grup ressam akademik resim ve geleneklere bağlı olana kaşı çıkıp resimde ve sanatta modernin gelişin ilk işaretlerini vergiler bu grubun taptığı ressam Gaugin’di. Sadece bu tek olay bile onun sanat tarihindeki önemini anlatıyor olmalı.
- Seçim sonucu neden böyle oldu?1 yıl önce
- Kitabın ortasından konuşuyorum ve diğer lüzumsuz seçim notları1 yıl önce
- Alevi tartışması1 yıl önce
- Dün bu yazıyı yazarken...1 yıl önce
- Mea Culpa1 yıl önce
- Post-modern seçimin yankıları1 yıl önce
- 'Cool'un büyük kaybı1 yıl önce
- Z Kuşağına güvenilerek siyaset yapılır mı?1 yıl önce
- Muhalif yazarları bekleyen büyük kriz1 yıl önce
- Cumhuriyet Müzesi halk yüzünden kapanabilir1 yıl önce