Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

BU söz, "Forrest Gump" filminde onun ağzından ilk duyduğumuz cümlenin başlangıcıdır. Gump yanındaki yabancıya, "Hayat, içinde değişik türde çikolatalarla dolu bir kutu gibidir" diye başladıktan sonra şöyle devam eder: "Kutunun içine elinizi atınca şansınıza ne çıkacağını bilemezsiniz."

Hayat sürprizlerle dolu, bahtımıza nelerin çıkacağını bilemeyiz, ama sonuçta çikolata çikolatadır, kötüsü ne kadar kötü olabilir ki? Yani şansımızı denemeye korkmadığımızda, kutunun içine elimizi hep daldırdığımızda hayat tatlı geçecektir.

Forrest Gump'ın hayat felsefesi biraz fazla iyimser gibi; çünkü kutuya elinizi attığınızda canınızın yanması mümkündür ve belki de kaçınılmazdır.

Ama Forrest Gump gibi şanslı insanlar da var hayatta; doğru yerde doğru insanlarla birlikte olunca bu insanlar belki de kendilerinin bile tahmin edemeyeceği bir yükseliş içinde olurlar.

Son günlerde yazısında elma ağaçlarını anlattığından mıdır, yoksa Apple şirketini hatırladığından mıdır bilemiyorum, ama ben Ertuğrul Özkök'ün global maceralarını Forrest Gump'ın maceralarına benzetmeye başladım. Çünkü Gump da şansına Apple şirketini kuruyordu.

Yayın yönetmenliğini bıraktıktan sonra Ertuğrul Özkök bir global maceraya çıktı.

Davos'ta dünya kanaat önderleri buluşuyor, o da aralarında. Murdoch ile ilgili bir skandal patlıyor, o tüm dünya basınının peşinde olduğu Murdoch'ın yardımcısı kadınla yemeğe filan çıkıyor. Muhtar Kent ile mülakat yapmak için global medya sırası var. Bakıyoruz Kent bu listeyi okurken, yanında Özkök onunla kahve içiyor.

Alman medyasının yöneticileri ABD'de medyanın geleceğini çalışmak için ev tutuyorlar, bakıyorsunuz evin oturma odasında o da oturuyor. Facebook'un kurucusu Mark Zuckerberg ile herkes görüşmek istiyor, sonra bakıyorsunuz Özkök onunla kazayla karşılaşmış ve selamlaşmışlar.

Bütün bu yaşam macerası, bana Forrest Gump'ı veya Woody Allen'ın muhteşem filmi Zelig'i hatırlatıyor. Hatta Gump'tan daha fazla Zelig'e benzetiyorum onu; çünkü Özkök, Allen kadar zeki bir adam.

Teferruatı geçelim, kıskanıyor muyum onu; gayet tabii ki kıskanıyorum, ama bu haset dolu bir duygu değil. "Onun maceralarını keşke ben de yapabilseydim" sızlanmasıyla, ama bir yandan da keyifle izliyorum.

Benim burada derdim başka. Ben her yıl Oscar ödüllerini ekran başında izlerim. Ne yazık ki bu yıl bundan mahrum kaldım. Çünkü Ertuğrul Özkök, Oscar keyfimin içine etti.

Baştan "Biraz bakayım" dedim, her an o da ortaya çıkacak ve bize gülümseyecek paniği sardı beni. Baktım, paniğimi içimden atamayacağım, gittim yattım.

"Bu da olmazdı" demeyin; çünkü biliyorsunuz o zaten Los Angeles'ta. "Bir şehirde Oscar gecesi varsa benim tanıdığım Özkök bunu kaçırmaz" diye düşündüm.

Bir de eski bir başka vukuatı daha var. Bir davetteyken (Onun neden orada olduğunu sormayın; bu gizemi kendisi dahil henüz çözebilen olmadı) birden Sharon Stone ile karşılaştı ve ona "teğet" geçti.

Düşünsenize, Jack Nicholson kırmızı halıda yürüyor ve birden yanında Özkök beliriyor. İkisi çok samimiler; böyle bir şey olsaydı yemin ediyorum şak diye vururdum kendimi.

İstanbul mezbahasında bir haham

ERTUĞRUL global maceralarını yaşarken ben de bir günümü mezbahada geçirdim. Bazı insanlar kadersizdir biliyorum, ama ben de bu işi biraz abarttım galiba.

Kadersizim ama ben de her ortamda keyfi arar bulurum. Ama serbest bırakmıyorlar. Mr. Gurme programının ikincisi için gittiğimiz mezbahada danaların hazırlanışını izlerken, "Bana şuraya bir masa atın. Bir adet t-bone biftek, bir şişe şarap da verin ve beni masada yiyip içerken ve kesimi seyrederken çekin" dedim, ama nedense buna itiraz geldi. Hatta duyarsız olmakla da suçlandım nedense.

Ama bizim gibi insanlar şanslıdırlar da aynı zamanda. Hayat bizim için hakikaten içi değişik lezzette çikolatalarla dolu bir kutu gibidir. Elimizi içine atıp bahtımıza ne çıkarsa onu yeriz, ama sonuçta kalitesi ne olursa olsun yenen bir çikolatadır.

Mezbahada da şansım yerinde gitti.

Mezbahada görevli olan hahamla tanıştım. Haham, cemaatleri için seçilen danaların Yahudi inancına uygun biçimde kesilmesinin başında durup denetliyor.

Heyecanımı kimse paylaşmıyor ama İstanbul mezbahasında bir hahamın olması beni çok heyecanlandırdı. Türkiye'nin eğer el birliğiyle bozmazsak aslında ne kadar güzel bir ülke olduğunu tekrar hatırlattı bana.

Yüzde 99'u Müslüman olan ve AKP gibi İslami duyarlılıkları yüksek bir partinin iktidarda bulunduğu bir ülkede bunun olabilmesi bana çok önemli geliyor.

Kendi içimizde mütemadiyen kavgalı ve birbirimize karşı bu kadar önyargılı ve hoşgörüsüz olabilirken Yahudilerin yaşam tarzına ve inançlarına bu kadar duyarlı yaklaşabilmemiz beni duygulandırdı.

Kendi kendime, "Türkiye işte bu yüzden büyük ülke, başka söze gerek yok" diyorum.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar