Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

HEMEN herkes bir şeyler yazdı çiçeği burnundaki yeni “İYİ Parti” ile ilgili... Partinin ismiyle ilgili olan husus hariç tüm yorumları herkes kendi penceresinden bakarak yapmıştı... Yani partinin ismiyle ilgili Türk medyasının köşe yazarlarının çoğunluğunun görüşü olumsuzdu. Onlara göre üzerinde fazla düşünülmeden, alelacele alınmış bir karar doğrultusunda ortaya çıkmış bu isim. Ben ise tam aksini düşünüyorum. Bence çok çok iyi düşünülmüş İYİ Parti ismi.

Üzerinde bayağı çalışılmış. Ha ilk bakışta çok basit geliyor, ama derinden düşündüğünüzde öyle olmadığını anlıyorsunuz. Bir kere, ismin deklare edildiği günden beri sırf bu yönüyle tartışılıyor olması bile bir başarıdır yeni parti açısından. Çok banal olacak biliyorum ama realitesi tartışılmaz bir motto vardır. O da şu: “Reklamın iyisi kötüsü olmaz!” Meral Akşener’in genel başkanlığında kurulan yeni partinin bence kötü ya da basit olarak nitelendirilen bu isimle işe başlaması partinin İYİ reklamını yaptı!

Şimdi gelelim benim asıl bahsetmek istediğim, şimdiye kadar hiçbir köşe yazarının değinmediği konuya. Partinin lideri Meral Akşener’in kamuoyuna yansıyan profili meselesine... Genel kurulda genel başkan seçildikten sonraki konuşmasını izleyebildiniz mi bilmiyorum, ama bence Akşener tam da bu milletin istediği, arzu ettiği bir profil koydu o gün ortaya! Mesela, onu dinleyenler bağırıyor, “Başbakan Akşener” diye... Anında müdahale edip son derece otoriter bir ses tonuyla, “Başbakan değil! Cumhurbaşkanı Akşener diyeceksiniz!” diyerek partililerinden düzeltmelerini istiyor. Tabiri caizse fazla dominant bir kimlikle sahaya çıkmayı tercih etti. Halk deyimiyle “tam bir erkek Fatma” duruşu sergiledi Akşener. Kadın gibi kadın olmayı değil, erkek gibi kadın olmayı, Meral Hanım değil, Meral Bey olmayı tercih etti!

Peki doğru mu değil mi bu tarzı?

Elbette ki doğru! Hem de yüzde yüz! Çünkü o da biliyor ki, kadın gibi kadın olmaya kalksa bu ülkede halktan bulacağı karşılık yüzde 2’leri geçmez. Kabul edelim, etmeyelim ama erkek olsun, kadın olsun bu toprakların genlerinde tıpkı Erman Toroğlu’nun literatürümüze kattığı gibi, “Kodu mu oturtan lider!” hastalığı var! Var ve bu hastalık sittin sene de bitmez, iyileşmez!

Anthony Delon ve Matt Dillon’cuğum:)

BİRKAÇ gündür Antalya’dayım, film festivali dolayısıyla. İşin mimarı Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin davetlisi olarak buradayım. Çok keyif alıyorum bir kere baştan onu söyleyeyim. Niye? Çünkü sayıca fazla olmasa da dünya çapında ün yapmış birçok film yıldızıyla burun buruna geziyorum. Asansöre biniyorum mesela, Aman Allah’ım karşımda her izlediğim filminde deli gibi hayranı olduğum “Matt Dillon”... “Ayy bir fotoğraf falan” diyorum...

Daha cümlemi tamamlamadan alıyor elimden telefonumu Matt’çiğim ve selfie’mizi çekiyor... Aşağı iniyorum, lobiye... Diyorlar ki, “Delon burada”... Hangi Delon? Alain mi? Annemin hayran olduğu? Değil tabii ki... “Onun ondan daha yakışıklı oğlu Anthony burada” diyorlar. Bir koşu gidip tanışıyorum ve fotoğraf çektiriyoruz. Ve Anthony’ciğim fena ilgi gösteriyor. Aman sakın yanlış anlaşılmasın, ilgisi bana değil, üzerimdeki deri cekete! Bilmiyordum dün öğrendim ki meğer Anthony Delon’un kendi adına üretimini yaptığı bir deri markası varmış. Ve Türkiye’de de pazarlamak istiyormuş. Adamın aktörlüğünü bilmem. O konuda bir şey diyemem. Çünkü yalan yok, izlediğim bir filmini bile hatırlamıyorum, ama adam deriden anlıyor o kesin! Zira yemin ediyorum, üzerimdekini eliyle yoklayıp hangi marka olduğunu şak diye söyleyiverdi...

Özetle, çok güzel Antalya’da festival günleri... Çok tartışıldı biliyorsunuz, yılların Antalya Film Festivali’nin uluslararası yani sadece yabancı filmlerin yarışabileceği bir festivale dönüşmesi konusu. Boşuna tartışılıyor. Bir tane de festivalimiz sadece yabancıların yarışacağı bir festival olsun. Güleceksiniz biliyorum ama insan bu ortamda kendisini ister istemez Los Angeles’ta, Hollywood’da falan hissediyor. Yani ben en azından öyle hissettim. Tabii gönül ister ki çok daha ünlü kişiler, çok daha iyileri gelsin Antalya’ya... Gelir emin olun. Biraz zaman ve sabır. Yeter ki biz aslında vizyonu çok büyük bu organizasyonun topyekûn arkasında olalım!

‘Mavi fular’lı bacılarıma selamlar

BİR önceki yazımda Van izlenimlerimi aktarmaya devam edeceğimi söylemiştim. Edeceğim ama bugün değil; çünkü gündem şu anda Antalya! Buradayım ve buradan gözlemlerimi aktarmalıyım. Ancak bugün atlamamam gereken bir konu var: “Mavi fularlılar.” Söz verdim onlara, çok bekletmem doğru olmaz.

14 gönüllü Vanlı kadın bir araya gelip bu grubu oluşturmuşlar. Amaçları Van mutfağını yaşatmak ama en doğru, güzel haliyle. Van pastası ikramlarında tanıştım onlarla. Çok şekerler, çok sıcaklar. Yok mu bir Vanlı babayiğit bizim mavi fularlı hatunlara destek verecek, onların profesyonel hayata girmesine katkı sağlayacak? Yoksa çok fena; çünkü bu gidişle tamamen gönüllülük temelinde yaptıkları bu iş dolayısıyla hepsinin yuvası dağılacak!

Çok ciddiyim bu konuda. Çünkü bu şirin mi şirin ve deli kadınlar Van mutfağını yaşatma ve tanıtma gönüllülüğü ile kocalarının bütçelerinde kocaman bir delik açıyorlar ve eğer bu delme işi devam ederse çok yakında tamamı kapının önüne konulacak! Aman aman! Vanlılar bir el atsın bu işe lütfen...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar