Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

RAHMETLİ babam siyasete çok ama çok meraklıydı ve bir siyasi polemikte konuşanların sayıca fazla olması sebebi ile durumun karmaşık bir hal alması neticesinde, “Ağzı olan konuşursa işte böyle olur!” derdi.

Fark ettim ki, ben de son günlerde siyasi arenada yaşanılanlar karşısında sık sık bu deyimi kullanıyorum. Dün mesela... Bir grup gazeteci arkadaşla pazar günü kahvaltısı için buluştuk. Değişik medya gruplarında, değişik alanlarda aynı işi yaptığımız meslekdaşlarımla gündemimiz elbette ki gündemdeki malum meselelerdi. Reza Zarrab’ın mallarına el konulması... Eşi Ebru Gündeş’in sessizliğini koruması, yüksek miktarda rüşvet aldığı iddia edilen eski bakan Zafer Çağlayan’dan çıt çıkmaması, Man Adası belgeleri, bu belgelerin FETÖ tarafından CHP’ye iletilmiş olma olasılığı falan...

Yaklaşık 4 saat kadar oturduk bir arada ve hepimiz ne biliyorsak eteğimizdeki taşları döküp enine boyuna konuştuk meseleleri. Ve değerli okurlarım Man Adası mevzuu hariç diğer tüm konularda aynı fikirde buluştuk. Man Adası’nda buluşamamamızın nedeni ise buluşacak ortak bir fikir bulamamak! Çünkü CHP tarafından söz konusu belgeler ilk gündeme getirildiğinde iktidar cephesinden iki farklı yaklaşım oldu. Birinci yaklaşım AK Parti Grup Başkanvekili Bülent Turan’ınkiydi. Turan, belgelerin CHP grup toplantısında gündeme gelmesinin hemen akabinde yaptığı açıklamada söz konusu belgelerin tamamen ticari belgeler olduğunu ve bu belgelerde kara para aklama ya da yolsuzluk, usulsüzlük falan olmadığını söyledi. Hepimiz, herkes bu açıklamaları başta Sabah Gazetesi olmak üzere iktidara yakın basından okuduk. Ancak aradan bir saat geçti geçmedi bu belgelerin sahte olduğu ve hiçbir gerçekliğinin olmadığı açıklaması yapıldı. Dolayısıyla ortaya atılan cevaplar çelişki dolu olunca meseleyi tarafsız bir biçimde ele almak isteyen gazetecilere “kal” geldi. Biliyorum şimdi bazıları benim bu olayı yorumlamaktan kaçmak için bir bahane aradığımı söyleyip yine yüklenecekler bendenize abuk sabuk hakaretlerle ama vallahi billahi bahane aramıyorum. Konuyu yorumlamak istiyorum ama neresinden tutup yorumlayacağımı bilemiyorum. Bunun sebebi de bence rahmetli babamın dediği “Ağzı olan konuşursa böyle olur” durumundan kaynaklı. Hiç kusura bakmasın iktidar tarafı. Bu meselede çok ama çok kötü bir tutum izlediler. Kafaları aydınlatacaklarına iyice karıştırdılar. Dünkü buluşmamızda da bu konuda bir türlü ortak bir noktada bir araya gelemememizin nedeni de buydu. “Belgeler ticari mi yoksa sahte mi?”

*************

HAYIR BU ÜLKE BUNU HAK ETMİYOR!

BİR gün önce içime mi doğdu ne, dünün yazdan kalma enfes bir gün olacağı... Dedim ki; “Yarın dışarda, Boğaz’da bir yerlerde kahvaltı yapalım”. İyi ki de içimden gelen o sesi dinlemişiz. Enfes bir gündü gerçekten. İstanbul Boğazı, Marmara Denizi yine en muhteşem haliyle karşımızdaydı. Birbirimize ne kadar şanslı olduğumuzu söyledik karşımızdaki manzaraya baktıkça. 2017 yazına “hoşçakal” dercesine pırıl pırıl parlayan güneşin o parlak ışığı altındaki Çırağan Sarayı’nın bahçesinden bakarken İstanbul’a bir kez daha hayran kaldık. Sonra yaşadıklarımızı, yaşanılanları falan düşündük ve özellikle yurtdışında Türkiye ile ilgili yazılıp çizilenleri, imajının nasıl yerle bir edildiğini hatırladık. Daha birkaç hafta önce Fransa’da duyduklarım aklıma geldi. O berbat yorumlar filan. Onları düşündüm, bir de İstanbul’a bakındım gözlerim sonuna kadar açık...

“Yok” dedim ya! “Günah, ayıp! Hak etmiyor bu ülke, bu güzellikler, doğanın insanlığa sunduğu bu nimetler... Hak etmiyor karalanmayı, kötülenmeyi, çamurlanmayı” dedim...

*************

KAHROLSUN TAKSİCİLİĞİ BU HALE GETİRENLER!

ÇOK doluyum bu konuda... Ama öyle böyle değil! Çok! Berbat bir halde bu sektör. Berbat ötesi hatta. Gazetemizin Haber Merkezi’ndeki arkadaşlar sık sık bu berbatlığa yaptıkları haberlerle dikkat çekiyorlar ama bitmiyor berbatlık! Bir türlü son bulmuyor. Kime sesleneceğimi bilmiyorum. Hangi yetkiliye “Lütfen artık şu işi kökünden çözün” diyeceğimizi bilmiyorum ama şu son bir ayda taksi kullanımım dolayısıyla yaşadıklarım inanın beni benden bezdirdi. Kısa mesafeye gitmemek için 76 yaşındaki annemle köprünün dibinde bizi taksisinden aşağı atan rezil adamı mı anlatayım... Verdiğim 20 TL’yi sahtesiyle değiştirip “Hanımefendi bu para bir garip” diyen namussuz hırsızı mı anlatayım... Yoksa gece içinde âlem yapılan ve leş gibi alkol kokan taksisi için, “Beyefendi biraz camı açın çok kötü kokuyor” dediğim için bir de “Hanımefendi daha yeni parfüm sıktım, ne kokusu!” deyip beni azarlayandan mı bahsedeyim...

Sayın İçişleri Bakanım Süleyman Soylu... Sayın Başbakan’ım Binali Yıldırım... Ve Sayın Cumhurbaşkanı’m Tayyip Erdoğan.... Ya lütfen şu işe bir el atın. Rica ediyorum sizden. İstanbul’daki taksiler, taksiciler dökülüyor! Artık iş gerçekten zıvanadan çıkmış durumda! Taksilerin içinin leş gibi, pis olmasını falan geçtim artık efendim. Can güvenliğimiz bile yok bazı ahlaksız taksi sahipleri ve kullanıcıları nedeniyle! Korkuyorum ben artık yoldan taksi çevirmeye! Çünkü sahtecilik, ahlaksızlık diz boyu artık! Bu konuda bir neşter lazım. Ama derinden kesecek! Lütfen atın o neşteri bir şekilde. Ben her türlü yardımcı olmaya hazırım bir taksi kullanıcısı olarak sizlere!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar