Siz eski defteri karıştırınca iyi, başkaları yapınca niye tu kaka!
Ta en başından çok gereksiz ve son derece itici bulduğum için CHP’nin İzmir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer’in 12 Eylül’de askeri savcı olan babası ile ilgili polemiğe girmek istemedim.
İstemediğim için de konuyla ilgili herhangi bir yorum yapmadım köşemde.
Ancak bazen siz dahil olmak istemeseniz de ortam oluşur ve bir bakarsınız içinde olmak istemediğiniz konunun tam ortasında bulursunuz kendinizi…
Maalesef Tunç Soyer ve babası ile ilgili tartışmada da öyle oldu.
Önceki akşam Didem Arslan Yılmaz’ın hazırlayıp sunduğu Habertürk TV’deki Türkiye’nin Nabzı programında konu gündeme gelince maalesef köşemde yazmaya dahi gerek duymadığım polemiğin tam göbeğine oturdum.
Bir kere baştan bu konunun neden şahsım tarafından gereksiz ve de itici bulunduğunu söyleyeyim.
Ben suçun babadan anadan evlada miras kaldığını kabul edenlerden değilim.
O nedenle girmek istemedim bu konuya.
Nihayetinde babası Nurettin Soyer’in 12 Eylül’de ülkücülerin sorgulanması esnasında işkenceye onay veren veya göz yuman bir savcı olmasının Tunç Soyer’in siyaseti açısından bağlayıcı bir tarafı olamaz.
Ha… Bu dediğimden kimse sakın Nurettin Soyer’in o dönem işkenceye taraf olmasına alkış çırptığımı ya da sessiz kaldığımı filan da düşünmesin.
İşkence insanlık suçudur.
Hele hele 12 Eylül döneminde yapılan işkenceler…
Kim oldukları, ne oldukları hiç önemli değil. Maalesef küçücük bir çocuk olarak bizzat şahit olduğum o yılların yaşanmasına sebebiyet veren herkesi sorumlu görürüm.
Eğer gerçekten iddia edildiği gibi Nurettin Soyer de o yıllarda işkenceye onay vermiş bir askeri savcı ise nazarımda aynıdır.
Amaaaa… Böyle bir düşünceye sahip olmam oğlu Tunç Soyer’e de haksızlık yapmamı beraberinde getirmez efendim.
Babası işkence yapmış ise oğlunun suçu, günahı ne bundan!
Bırakın işkenceyi filan… Cinayet bile işlemiş olsa neden oğlu sorumlu tutulsun!
Gelelim şimdi neden istemeye istemeye benim bu konuya dahil olduğum mevzusuna…
Biliyorsunuz günler önce başladı bu tartışma.
Ve şöyle bir şey oldu… Tunç Soyer’in üzerinden başlayan bu tartışmada 12 Eylül’deki o alçak darbe ve sonrasındaki o insanlık ayıbı muamelelerle sanki sadece ülkücüler muhatap olmuş gibi bir algı oluşmaya başladı.
İşte Türkiye’nin Nabzı’nda bunu dile getirdim.
12 Eylül’e şahitlik etmiş, o günlerde neler yaşandığını bire bir görmüş bir tanık olarak; “12 Eylül Darbesi’nin asıl hırpaladığı, ezdiği, yok ettiği kesim sol kesimdir! Özellikle Aleviler o dönemin en ağır faturasını ödeyenlerdir!” deyip kendi ailemin yaşadıklarından hareketle itirazımı dile getirdim…
Ve şu ifadeleri kullandım; “Ben bir 12 Eylül çocuğuyum. Malatya’daydık o dönem… Ağabeylerimin sırf Alevi oldukları için okullarına sokulmayıp her gün nasıl kafasının gözünün kırılıp eve dönmesi ve bunun üzerine çocuklarının can güvenliğinden korkan babamın bir gece ansızın bizi bir kamyonun arkasına doldurup İstanbul’a yollaması bugün gibi hatırımdadır... “
İşte bu ifadelerim MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ı çok öfkelendirmiş.
Ve biz yayındayken de Twitter’da hem şahsımı hem de diğer konuk Deniz Zeyrek’i hedef gösteren yorumlarda bulunmuş.
MHP’de uyarlarına gelmeyen gazetecileri hedef göstermek artık adet haline geldiği için çok da şaşırmadım Semih Yalçın’ın yapmış olduğu şeye.
Şaşırmadığım gibi bir de sevindim aslında.
Çünkü Semih Hoca; “Eski defterleri açarak yeni bir Alevi-Sünni çatışmasının peşine düşmüşler. Milli birliğimizi kaşıyorlar. Nurettin Soyer’i koruma içgüdüsüyle toplumsal çatışmaya hizmet peşindeler” yorumuyla bir anlamda da siyaset uğruna kendi yaptıklarının ne fena bir şey olduğunu da ifşa etmiş.
Doğru, konuştuğumuz şeyler eski defterlerden… 39 yıl önceye ait olanlar.
Ancak o eski defterleri açan bizzat kendileri değil mi?
Yani pardon ama Semih Hocam…
Eski defterleri karıştırıp bir siyasetçiyi babasının yaptıklarından dolayı günah keçisi ilan edip bu işin üzerinden siyaset yapmak iyi güzel oluyor da…
Birileri de o eski defterin başka sayfalarını karıştırıp 12 Eylül döneminde; Alevilere, solculara, Kürtlere yapılan zulümleri, kötülükleri, vicdansızlıkları hatırlatınca niye art niyet aranıyor?
***
Nursefa Paydar mı Tunç Soyer mi?
Yayındayken ve Tunç Soyer’in babası Nurettin Soyer ile ilgili mevzu tartışılırken çok önemli bir mesaj geldi.
Yayında paylaştım mesajı ama hararet yüksek olduğu için arada derede kaynadı.
Buradan da paylaşmak istedim zira iletilen mesaj eski bir ülkücü dostumdandı.
Şöyle diyordu mesajında o dostum;
“Nursefa Paydar…
12 Eylül İhtilalinde Askeri Yüksek Hakim...
Yani Savcı Nurettin Soyer'in ülkücülerle ilgili taleplerini onaylayan hakim.
Yıl 2000…. MHP Büyük Kurultayı’nda Nursefa Paydar MYK üyeliğine seçiliyor. Akabinde de MHP Genel Sekreterliğine getiriliyor. Genel Sekreterlik görevinde iken kendisi ile yapılan bir mülakatta sorulan soru üzerine; “İhtilalde verdiğim kararların hepsinin arkasındayım. Bugün de olsa yine aynı kararları verirdim” diyor.
Soru şu:
İhtilalde döneminde böyle kararlar veren Nursefa Paydar’ın MHP Genel Sekreteri olması mı yoksa Nurettin Soyer’in oğlu Tunç Soyer’in CHP’den aday olması mı daha önemli?
Bugün Tunç Soyer için yeri göğü yıkanlar Nursefa Paydar’ın MHP Genel Sekreteri olmasına ve onun o makama gelmesine karşı herhangi bir tepki göstermişler midir?”
- Hoşçakalın…1 yıl önce
- Depremzede seçmenle ilgili tuhaf bir durum var1 yıl önce
- İnce'nin cevaplamasını istediğim soru şu!1 yıl önce
- Seccade…1 yıl önce
- Akşener ne yapsaydı?1 yıl önce
- Bu seçim ertelenmeliydi!!!1 yıl önce
- Hayat devam ediyor rezilliği!1 yıl önce
- Salgın tehdidi1 yıl önce
- Hatay ve gerçekler…1 yıl önce
- Size bir maliyet hesabı çıkardım1 yıl önce