Bülent Eczacıbaşı: Konserleri önde izlemekten şikayetçiyim
Sanat denilince ilk akla gelenlerden İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu
Bu sonbahar, İstanbul’da tam anlamıyla bir sanat baharı yaşanıyor. Geçtiğimiz haftalarda art arda açılan 15. İstanbul Bienali, Contemporary Istanbul Çağdaş Sanat Fuarı, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki Ai Weiwei sergisi, Arter’deki Canan sergisi ve diğer galerilerin sergileriyle ortam birden canlandı. Türkiye’de kültür-sanat ortamının bu kadar canlı kalmasında, bütün bu organizasyonları hem finansal hem de operasyonel anlamda taşıyan öncü sanat kurumlarının büyük payı var. Peki, o kurumlar böylesi büyük sanat etkinliklerini gerçekleştirirken nasıl bir yol izliyor? Darbe girişimi, terör saldırıları ve ekonomik sıkıntılar, 2017’de sanata ve sanat bütçelerine nasıl yansıdı? Bu soruları, sanat dünyasına omuz veren önemli isimlere sordum. Röportaj dizimize, Türkiye’de “Sanat hamisi” denilince akla gelen ilk isimle, İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ile başlıyoruz...
Öncelikle bu yılki bienali konuşarak başlamak isterim. “İyi bir komşu” temasını duyduğunuzda sizde ne uyandı?
Basit bir tema gibi gözüküyor ama bence çok derinliği var. Ev, yurt, barınma, birlikte yaşama, mekân, aidiyet gibi kavramları sorgulayan bir kapı açıyor. Elmgreen&Dragset, son yıllarda çok başarılı görülen bir sanatçı ikilisi. Bu yıl bienalin küratörlüğünü üstlendiler. “İyi bir komşu kimdir?” sorusunu çeşitli biçimlerle sorarak yola çıktılar. “İyi bir komşu sizinle aynı gazeteyi okuyan mıdır?”, “İyi bir komşu size yemek yapan mıdır?”, “İyi bir komşu sizin korkmadığınız bir yabancı mıdır?” gibi sorularla temayı işleyen bir giriş yaptılar.
Peki, sizin için iyi bir komşu kimdir?
İyi bir komşu, İKSV etkinliklerinde hep rastladığım kişidir! (Gülüyor)
En son ne zaman bir komşunuz oldu?
Komşuların yaşamımızdaki yeri eskiden daha fazlaydı. Bizim yaşamımızda, özellikle yazlık evimizdeki komşularımız çok önemliydi. Yaklaşık 22 yaşıma kadar her yazımızı Erenköy’de geçirdik. Orada gündüzlerimiz, gecelerimiz komşularımızla birlikte geçerdi. Birlikte top oynanır, misket oynanır, balık tutulur, geceleri de sinemaya giderek veya oyunlar oynayarak vakit geçirilirdi. Küçük bir çevrenin insanları çok sık buluşurlardı.
Bienalde en beğendiniz eser hangisi oldu?
Bu yılki bienali çok beğendim. Küratörlerimiz, 32 ülkeden 56 sanatçıyı davet ederek çarpıcı bir çeşitlilik yakaladı. Bu 56 sanatçıdan 30’u, İstanbul Bienali için özel işler ürettiler; bu yeni eserlerin ilk kez İstanbul’da sergilenmesi de bizim için heyecan verici. Galata Rum İlköğretim Okulu’nda Amerikalı sanatçı Mark Dion’un İstanbul’un ‘inatçı’ otlarını ve ‘dirençli’ deniz yaşamını resmettiği işini, Pera Müzesi’nde Fred Wilson’un Osmanlı kültüründe siyahilerin oynadığı rolle ilişkili el yapımı nesneleri ile Nijeryalı genç sanatçı Njideka Akunyili Crosby’nin gündelik yaşam manzaralarını resmettiği foto-kolajlarını ve İstanbul Modern’de sergilenen genç sanatçı Volkan Aslan’ın video işini beğendiklerim arasında sayabilirim.
‘BİENALİ REHBERLE GEZİN’
Bienalde beğenmediğiniz eserler var mı?
Onu söylemem! (Gülüyor) “Beğenmedim” demek haksızlık olur ama yanından ilgilenmeden geçtiğim birkaç eser oldu.
İtiraf edin, arada sizin de kavramsal göndermelerini ilk bakışta anlamakta zorlandığınız yahut “Bu da olur mu canım!” dediğiniz enstalasyonlar oluyor mu?
Kavramsal sanatta bu kaçınılmaz, insanda böyle bir his doğabiliyor. Ama kavramsal sanatın ne olduğunu düşünmek ve onu iyi anlamak lazım. Düşüncenin öne çıktığı, bazen estetik değerlerin hatta becerinin dahi geride kaldığı eserler olabiliyor. İlk bakışta anlamakta zorlandığımız yapıtlar, arkasındaki fikre dair bilgi edindiğimizde bizi derinden etkileyen işler haline gelebiliyor. Aslında bu tür eserleri anlamak için sarf ettiğim çaba da bir sanatsever olarak bana zevk veriyor. Bu yüzden bienali rehberle dolaşırım. Herkese de bunu öneririm.
Peki kavramsal sanatla karşılaştığınız ilk dönemde bir önyargı oluşmuş muydu?
Her sanat akımının geçmişini incelersek bu tür ön yargılarla başladıklarını görürüz. Bir sanat akımı doğduğu zaman, sanatçılar farklı bir şey yaptıkları zaman mutlaka böyle tepkiler olur. Kavramsal sanata da böyle bir tepki olması son derece doğal. Ama her akımda olduğu gibi bundan 10 yıllar sonra geriye bakıldığında bunların içerisinde çok değerli mücevherler de, hiçbir değer kazanmamış, kaybolup gitmiş, unutulmuş eserler ve sanatçılar da göreceğiz. Empresyonistler ortaya çıktığında da aynı şey olmuş. Bugün muazzam değerler ifade eden eserleri insanlar o dönem görememiş. 19. yüzyılın ortalarında bu yenilikler başladığı zamanlar büyük protestolarla karşılaşılmış. Bunlar oluyor, çünkü sanat insanların düşünmediği bir şey yapıyor, yeni bir kapı açıyor. Daha önce insanların tecrübesinde, hatta hayallerinde olmayan şeyleri bulup, çıkarıp ortaya koyuyor. O zaman bu tepkiler çok doğal oluyor. Kavramsal sanat da bunu yapıyor. O nedenle bunu düşünerek yaklaşmak, verdiğimiz olumsuz tepkilerde de biraz dikkatli olmak lazım.
‘KİMİ SANATÇILARI TÜRKİYE’YE GELMEYE ZOR İKNA ETTİK’
2017 zor bir yıldı, Türkiye’de darbe girişiminin sancıları ve terör saldırıları yaşandı. Bu durum sanata ve sanat bütçelerine nasıl yansıdı?
Geçen yıl çok zor bir yıldı. Türkiye’ye gelmesi için zar zor ikna ettiğimiz sanatçılar oluyordu. Bu da etkinliklerimizi tehlikeye düşürüyordu. Arkadaşlarımız, ikna çalışmaları, ikna gezileri yapmak durumunda kalıyordu. Bunların pek çoğu başarılı oldu ama bazen, geçen sene 15 Temmuz ertesinde caz festivalimizin başına gelenler gibi bazı sekteye uğrayan ve zarar gören etkinliklerimiz de oldu. Ama bu sene önemli bir zorlukla karşılaşmadık. Etkinliklerimizin hem yurtiçinden hem yurtdışından gördüğü ilgiden son derece mutluyuz. Zorluklar geride kalmış gibi görünüyor... Sevindirici bir şekilde 2017’de sanatçıları ikna konusunda böyle bir problemle karşılaşmadık. 15. İstanbul Bienali açılışına 3000’in üzerinde yabancı gazeteci, galerici, eleştirmen ve sanatsever katıldı, 200’ün üzerinde uluslararası basın mensubu bienalin açılışı için İstanbul’daydı. Ekim ayında müzik etkinliklerimize ünlü basçı Marcus Miller’ın İstanbul konseriyle başlıyoruz, Kasım ayındaki İstanbul Tiyatro Festivali’nde 6 uluslararası yapımı İstanbul’da ağırlayacağız. Yeni sezonu için geçtiğimiz hafta kapılarını açan Salon İKSV’de yine yerli ve yabancı müzik sahnesinin başarılı isimlerini sahnesinde ağırlamaya devam edecek. Bu güveni sağlamamızda 45 yıllık başarılı tarihimizin de etkili olduğunu düşünüyorum.
İkna edemediğiniz, “Keşke gelse” dediğiniz sanatçılar var mı?
İKSV etkinlikleri o kadar uzun zamandır uluslararası arenada saygın bir yere sahip ki, bu açıdan bir problem yaşamıyoruz. Son iki yıldır bir miktar kesintiye uğramış olsa da İstanbul artık uluslararası turne rotalarının olağan bir durağı halinde. Geçtiğimiz bir iki yıllık süreçte ülkemizin yaşadığı üzücü olaylar sonucunda oluşan güvenlik endişeleri nedeniyle bazı zorluklar çektik ancak bunlar yavaş yavaş geride kalmaya başlıyor. Ki bu dönemde bile dünyadan çok önemli orkestra, sanatçı ve toplulukları İstanbul izleyicisiyle buluşturmaya devam ettik. Artık bu sıkıntılar da geçmiş gibi görünüyor. Tabii çok büyük prodüksiyonlar gerektirdiği için İstanbul’da kullanımda olan sahnelere sığmayan bazı oyunlar, ya da bütçeleri çok riskli büyüklüklerde olduğu için gerçekleştiremediğimiz büyük konserler de oluyor zaman zaman... Ancak İKSV aracılığıyla İstanbul’da izleme fırsatı bulduğum o kadar çok sanatçı ve orkestra var ki, izleyemediklerim yerine bunları anımsamayı tercih ederim... Gustavo Dudamel yönetimindeki Simon Bolivar Senfoni Orkestrası konserini asla unutamam… Ayrıca New York Filarmoni, Berlin Filarmoni, Viyana Filarmoni, Concertgebouw gibi muhteşem orkestraları, René Fleming, Joan Baez gibi çok önemli yıldızları festivallerde dinledik. Tiyatro Festivali’nde Robert Wilson gibi dünyanın en önemli yönetmenlerinin yapımlarını izledik. Bir süredir bir fırsat yaratıp izlemek istediğim Thomas Ostermeier’in III. Richard oyununu da İstanbul Tiyatro Festivali programında görme imkânımız olacak.
‘BÜTÇELERİ DARALTMADIK’
İşin ekonomik boyutu nasıl, bütçeler nasıl etkilendi son süreçten?
İlgi devam ediyor. Sponsorlarımız, izleyicilerimiz yanımızda. Bizi zor duruma düşüren bir daralma yok. Biz aynı zamanda masanın diğer tarafındayız, sanata belirli bütçeler ayıran sponsor bir kuruluşuz. Ekonomik daralma dönemlerinde bu bütçeler üzerinde baskılar oluşur. Operasyonlarda verimliliği artırıcı bir sürü şey yaptık ama sanata ayırdığımız bütçeleri hiçbir zaman daraltmadık.
‘BU SORUNUN CEVABI IKSV’DE KAVGA ÇIKARIR!’
İKSV’nin düzenlediği 4 festival, 2 bienal arasında sizin için daha ayrı bir yeri olan var mı? Programını daha heyecanla beklediğiniz...
Bu sorunun cevabı İKSV içinde kavga çıkarır! (Gülüyor)
Ama bienal ve klasik müziğe daha yakınmışsınız; Tasarım Bienali ise gözbebeğinizmiş diye duydum, doğru mu?
Güncel sanat ve klasik müzik kişisel olarak özellikle zevk aldığım alanlar ancak etkinliklerimiz arasında kişisel tercihlerime göre bir ayrım yapmayı çok doğru bulmuyorum. Sanatın her dalına ilgim var. Hepsi en üst kalite düzeyinde yapılıyor, bundan da her zaman çok büyük mutluluk duyuyorum. Tasarım Bienali’nin, yeni bir ana etkinliğimiz olması açısından ayrı bir özelliği var. Kendini kabul ettirme, çizgisini, standartlarını bulma döneminde. Dolayısıyla biraz daha fazla dikkat gerektirdiği kesin. İstanbul Bienali’ni 15, Tasarım Bienali’ni 3 kez yaptık. Tasarım Bienali’nin gideceği çok yol var. İstanbul Bienali, yola ilk çıktığı yıllarda dünyada ilk değildi, birkaç taneden biriydi. Şimdi dünyada ilk 3’ün içinde. Tasarım Bienali de bir trendin başlarında. Dünyada tasarım haftaları, festivalleri, fuarları gibi her türlü tasarım etkinliğinin adedi artıyor. Tasarım ile ilgili, her kent bir şeyler yapmaya, öne çıkmaya çalışıyor. Çünkü tasarımın pek çok alanda etkileri var. Tasarım Bienali, 1’inciden itibaren hemen yükselen bir çizgi yakaladı. Özellikle 3’üncüsü dünya çapında bir olay oldu. O açıdan farklı bir yönü var.
‘SALONLARDA ÖZEL YERİM YOK’
Kimi klasik müzik müdavimlerinin özel koltuk seçimleri vardır. Örneğin Cumhuriyet kuşağından bir aile dostumuz, her konseri 7’nci sıranın 4’üncü koltuğunda izlemeye çalışır, çünkü piyanistin ellerini görmek ister. Bülent Eczacıbaşı’nın da bir sanat müdavimi olarak bu tür özel alışkanlıkları var mı?
Hayır, özel koltuğum yok. Ama 7’nci sıra çok iyi bir seçimmiş. Arkadaşlar, beni hep ön sırada oturtur. Bundan şikâyetçiyim! (Gülüyor) En ön sıra hiç de iyi bir yer değil ama istesem de beni arka sıralara oturtmuyorlar. Başka onur konuklarımız geldiği zaman onlar ön sırayı istiyorlar ve “Bülent Bey niçin bizim yanımızda oturmuyor?” diye düşünüyorlar.
Şakir Bey’in Emek Sineması'nda her zaman ona ayrılan bir koltuğu varmış. Sizin de Atlas sinemasında ayrı bir koltuğunuz olduğuna dair bir dedikodu duymuştum.
Hayır, ayrı bir koltuğum yok, ama Atlas Sineması'nda benimle ilgili başka bir dedikodu var. İKSV'de etkinlikleri zamanında başlatmak gibi bir alışkanlığımız var. Galiba bir sinema festivalinde birileri geç gelmiş, arkadaşlar da, “Geciktiniz, giremezsiniz” demiş. Gelen kişi ısrarcı olunca, “Vallahi Bülent Bey de gelse almayız” demişler. "Bu doğru mu?" diye bana sordular, “Doğru” dedim.
Geç kaldınız diye sizi hiç içeri almadıkları oldu mu?
Ben hiç geç kalmam ki... (Gülüyor)
‘PROGRAMLARIMIZ UZMANLARA EMANET’
“Şu sanatçıyı davet etsek, şu filmi programa alsak” dediğiniz oluyor mu?
Elbette, ancak ben de herkes gibi kendi kendime diyorum bunları! Programlara bir müdahalem, öneri boyutunda dahi olmuyor. Festival programlarımız; işlerinde çok tecrübeli, küresel çapta yeni akımlara hâkim, yetenekli, bilgili direktörlere emanet...
‘KEŞKE O ESERLERİ ZAMANINDA ALSAYDIK’
Çok isteyip de sahip olma fırsatı yakalayamadığınız eserler oldu mu?
Elbette “Eserlerini keşke zamanında alıp koleksiyonumuza katsaydık” dediğimiz birçok sanatçı var. Bu özellikle müzenin koleksiyonu açısından önemli çünkü müzede başyapıt niteliğinde olan veya bir sanatçının en iyi yapıtları arasında olduğu kabul edilen işleri sergilemek gerekiyor. Ancak zamanında bu sanatçıların eserlerini alamazsanız yıllar içinde erişilemez fiyatlara ulaşabiliyor. O zaman, “Keşke zamanında alsaymışız” diyorsunuz. Düşünün ki Eczacıbaşı Ailesi ve Nejat Eczacıbaşı Vakfı, 1950’li yıllardan beri resim koleksiyonu yapıyor. Bu koleksiyon başlatıldığında, geçen mayıs ayında bir eseri 110.5 milyon dolara satılan Jean Michel Basquiat daha doğmamıştı bile!.. İstanbul Bienali’nin başladığı yıllarda, 1980 ortalarında, bu sanatçının 10 eserini toplam 5 bin dolara satın alan bir sanatseverin hikâyesini duymuştum! Şimdi Istanbul Modern’de bir Basquiat eseri asılı olsaydı fena mı olurdu? Veya çağımızın en büyük isimlerinden Gerhard Richter... 2015 yılında 46.3 milyon dolara satılan bir resmi, şu anda yaşayan sanatçıların en pahalı resmi olma özelliğine sahip. Bu resmi Richter 1986 yılında, yani 1. İstanbul Bienali’nden 1 yıl önce yapmış. Kimbilir o zaman kaça satın alınabilirdi, Richter’in nereden nereye geleceğini görebilseydik... Kaçan fırsatlar her zaman vardır ama yakalanması gereken fırsatlar da her zaman vardır. Kimbilir şu anda da ne fırsatlar kaçırıyoruz. Bu, koleksiyonerliğin doğasında var...
Gözde sanatçılarınız kimler?
Benim için ‘gözde sanatçılar’ olmadığını, sadece çok sevdiğim ve gözümün önünden ayırmak istemediğim eserler olduğunu söyleyebilirim. Bunların bazılarını ofisimizin duvarlarında görüyorsunuz. Evimizde de böyle eserler var.
Evdeki koleksiyon nasıl? İstanbul Modern’den kaçırıp Yeniköy’deki köşkte tutmayı tercih ettiğiniz eserler var mı?
Yeniköy’deki aile koleksiyonu, hem yabancı hem Türk sanatçılardan oluşuyor.
Evdeki çalışma odanızda kimler asılı mesela?
Mehmet Güleryüz’ün ‘Doğada Üç Kişi’diye bir resmi var. Nejat Devrim’in çok sevdiğim bir resmi var, gözümün önünde durur. Bir de Temür Köran’ın Oya’nın portresini yaptığı eser var.
‘DEVLETİN ÖZENDİRMESİ VE KOLAYLAŞTIRMASI LAZIM’
Ülkede sanatı ayakta tutan önemli ailelerden biri olarak Türkiye’de kültür sanat alanında eksik bulduğunuz neler var?
Toplumun kültür yaşamına katılımı çok eksik. Bizim insanımız kültüre ne kadar para ayırır, hangi etkinliklere ayırır, kültür etkinliklerimizin eriştiği kitlelerin çapı nedir diye hangi ölçekten bakarsanız bakın daha gideceğimiz çok yol var. Bu eksiklikler bize de yol gösteriyor, katılımı artırmak için neler yapmamız gerektiğini düşünüyoruz. Ama devletin, yerel yönetimlerin de yapması gerekenler var. “Bunlar nedir?” derseniz, sponsorluğu veya özel kurumların desteğini kolaylaştırmak, özendirmek, alt yapıya katkı sağlamak, kültür sanat merkezlerini çoğaltmak ve her zaman iyi yönetilmesini sağlamak şeklinde yanıt verebilirim. Kamunun konser salonları, sahneler oluşturması gerekir. Kültür merkezlerinin iyi, yetkin insan kaynaklarıyla donatılması gerekir. Bizim gibi kuruluşların katılımını arttırıcı yöntemler üzerinde daha fazla durması gerekir, yeni, dijital teknolojiden yararlanması gerekir. Biz, gençlerin katılımını artırmak için çeşitli çalışmalar içerisindeyiz. Kültür sanat kart projemiz İKSV'ye 75. yıl hediyemiz oldu. 1.000 tane gence kültür sanat kartı verebildik ama 67 bin başvuru oldu. Çok yüksek bir talep var. Bazı gençlerle karşılaştım, sohbet ettim ve ne kadar heyecanlı olduklarını gördüm. Gençleri kültüre, sanata daha fazla erişebilir kılmak hepimizin hedefleri arasında olmalı.
Konserlerin yapılabileceği dört dörtlük bir salon, sanat merkezi eksikliği var. Eczacıbaşı olarak böyle bir şeye imza atma planınız var mı?
Keşke öyle bir olanak olsa ama şu anda öyle bir projemiz yok. İstanbul için büyük bir ihtiyaç olduğu kesin. Umarız AKM tekrar devreye girdiği zaman bu ihtiyaç büyük ölçüde karşılanmış olacak. AKM'nin devreden çıkmasıyla son 10 yıldır çok büyük bir boşluk oldu. Onun yeniden kültür yaşamımıza kazandırılması bize çok mutluluk verecek.
“Yıkılıp yenisi yapılmalı” tartışmasına nasıl bakıyorsunuz?
Çok daha büyük çapta bir şey düşünülüyor. Mevcut AKM'nin olduğu gibi yenilenmesinin çok ötesinde bir proje oluşturulabilir.