Kuru egolar üstüne!
Sanat, özellikle de sinema camiası birkaç gündür Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Ahlat Ağacı’ ve ‘Kuru Otlar Üstüne’ filmlerinin senaryolarında imzası bulunan Akın Aksu’nun Youtube’da popüler sinema kanalı ‘Kutsal Motor’un yorumcularından Zeynep Ocak’a yolladığı ‘ucu yanık’ mektubu konuşuyor.
Ocak’ın kanalın ‘Kıraathane’ programında Kaan Karsan ve Hasan Cömert’le birlikte Aksu’nın TRT’nin dijital kanalı Tabii için hazırladığı, ‘Cihangir’deki sanat ortamını ele alan yeni projesi 'Ufuklar ve Sınırlar'la 'eğlenmeleri' kızdırmış Aksu’yu!
Akın Aksu mektubunda, Ocak’ın kendisi hakkında hiçbir şey bilmeden konuştuğunu, Cihangir’de, Kurtuluş’ta kaç yıl oturduğunu, dizisinde Zeki Demirkubuz ve Nuri Bilge Ceylan’ı ‘elekten geçirdiğini’, hiç kompleksi olmadığını, en büyük hayalinin küçülmek ve hiçleşmek olduğunu, Nietzsche tandanslı bir yazarın öyküsünü anlatan son senaryosunu, TRT’de ve diğer her platformda iş yapacağını anlatıyor. Ve Zeynep Ocak’a ‘Hocam diyerek sergilediğini o tavırları sana yediririm... Bana yanındaki erkeklerin telefon numaralarını yolla. Bir de o zavallıların numaralarını bulmaya çalışırsam sinirim katlanacak. Arkadaşlarının cezaları ve pişmanlıkları kat kat aratacak” diye gözdağı veriyor!
Sosyal medyada bu konuda yazılanları okurken, Hanover Devlet Operası’nın bale yönetmeni Marco Goecke’in, tiyatronun fuayesinde, sahneledikleri eserle ilgili kötü bir eleştiri yazan Franktfurter Allgemeine’nin bale yazarı Wiebke Hüster’in yüzüne köpek dışkısı sürmesi geldi!
“BU NE SAÇMALIK KARDEŞİM!”
Geçenlerde bir arkadaşımla çok konuşulan bir oyunu izlemeye gittik. Oyun bittiğinden salonda bir alkış tufanı koptu! Biraz önce bir sahneyi tek başına alkışlayan (eminim sahnedeki oyuncular bile şaşırmıştır) beyefendi ilk ayağa fırlayan oldu. Çığlıklar, ıslıklar arasında, oturduğumuz yerde, arkadaşımla hayretle birbirimize bakıyorduk: “Bütün bu coşku az önce izlediğimiz ‘tuhaflığa’ mı!”
Şimdi yazarken o izlediğimiz şeyi tanımlamak için ‘tuhaflık’ kelimesinin kullanmama ben de şaşırıyorum doğrusu! Oysa içimden, “Bu ne saçmalık kardeşim, canım eseri alıp içine etmişsiniz! O kadar ıkınmaya çıka çıka bu mu çıktı; çok matah bir şey yapmışsınız gibi bir de üstüne tüy dikmişsiniz...” diye avaz avaz bağırmak geliyordu. Ama bağıramadım! Çünkü biliyorum ki o oyunu sahneleyenler sadece ‘alkışları’ duymak istiyor her eleştirinin altında ise bir ‘buzağı’ arıyor!
‘Cazcı Kardeşler’ filminde Jake ve Elwood'un dinleyicilerin attığı bardaklardan, şişelerden korunmak için tel örgünün arkasında şarkı söylediği bir sahne var. Sanatçılar bir eser ortaya koyduklarında gelecek eleştirilere karşı kendilerini korumak için, Jake ve Elwood gibi, önlerine bir tel örgü örmeli ve her ne fırlatılırsa fırlatılsın işlerini yapmaya devam etmeli bence...
Ama maalesef bizde ve dünyanın birçok yerinde sanatçılar, eserlerine laf edenlere ‘bardaklar, şişeler’ fırlatarak cevap vermeyi tercih ediyor.
Tıpkı Akın Aksu gibi!
ELEŞTİRİLMEYİ BİLMEYENLER
Sanatçılar ve eleştirmenler arasındaki ‘aşk-nefret’ ilişkisi taa Taş Devri’nde ilk duvar resminin çizildiği güne kadar gidiyordur muhtemelen (bkz. Mel Brooks). Bugün düşündüğümüz şekliyle ‘sanat eleştirisi’ terimi ise ilk kez 1719'da İngiliz ressam Jonathan Richardson tarafından icat edilmiş.
O gün bugündür de eleştirmeyi bilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken eleştirilmeyi bilmeyenlerin sayısı ‘Pi sayısı’ gibi sonsuza doğru uzayıp gidiyor işte...
Oyunu birlikte izlediğimiz arkadaşım, “Eleştirmeninin görevi, doğası gereği irrasyonel bir arayışı rasyonelleştirmektir...” diye bir söz okuduğunu söyledi. Kim söylemşse güzel söylemiş...
Pulitzer ödüllü ünlü eleştirmen Jerry Saltz da birkaç yıl önce ‘eleştirmeni yücelten’ ve çok tartışılan bir tivit atmıştı. Saltz, iyi bir eleştirmenin sanat eseri hakkında yazmak için sanatçının eserini yaratmak için uğraştığından daha fazla uğraştığını söylüyordu. Sanatçının sadece yarattığını eleştirmenin ise bu yaratılan şeyi derinlemesine inceleyip, tüm boyutlarıyla yaratıcı bir şekilde onun hakkında yazması ve aynı zamanda kendisinin de güzel bir şey yaratması gerektiğini ekliyordu.
Jerry’nin biraz abarttığı ortada. Çoğu eleştirmenin ‘bu abartı’nın suyunu çıkardığı da aşikar. Sırf elinde bir ‘kalem’ var diye çoğu zaman ‘eserin’ dışına çıkıp, eleştiriyi kişiselleştirerek alakasız bir açıdan sanatçıyı yerden yere vuran, eleştirdiği eserden daha niteliksiz eleştiriler denizinde yüzüyoruz çoğu zaman...
Ama işte son noktada ben yine de sahnedeki Jake ve Elwood’a ellerinde ne varsa fırlatan seyircilerin tarafında duruyorum!
BERBAT BİR ESERE BERBAT DEMEK GEREK
The Green Hornet ve The Interview filmleri eleştirmenler tarafından beğenilmeyince “Birçok eleştirmen yazdıklarının o eserleri yaratan insanlar üzerinde ne kadar yıkıcı bir etkisi olduğunu bilseler eminim bir kez daha düşünürler...” diyen Seth Rogen’a The Guardian’ın usta sinema yazarı Peter Bradshaw şöyle cevap veriyor: “Üzgünüm Seth Rogen kötü filmlere ‘kötü’ denilmesine izin verilmeseydi iyi filmlere ‘iyi’ demenin pek de anlamı olmazdı. Birilerinin berbat olana berbat demesi gerek!..”
Yüzde 100 Bradshaw’la aynı fikirdeyim!
Yedi yıl önce yazdığım şeyinde arkasındayım hala:
“Berbat bir filme (albüme, diziye, şarkıya, kitaba vs.) 'Berbat' demeyerek o filmi (albümü, diziyi, şarkıyı, kitabı vs.) yapan kişinin yaptığı ‘şeyi’ bir şey sanmasına ve bir sonraki işinde hiçbir şekilde kendisini geliştirme ihtiyacı duymadan aynı ‘berbatlık’ta işler yapmasına neden olunuyor gibi geliyor bana...
Ortalık ‘çok kötü’ filmler (albümler, diziler, şarkılar, kitaplar vs.) yaptığı halde, ‘küçük dağları ben yarattım’ edasıyla dolaşan yönetmenlerden (Oyuncular, şarkıcılar, yazarlar vs.) geçilmiyor.
Daha dört başı mamur bir aksiyon sahnesi çekemeyen yönetmen efendi, ‘Bilmem kimin projesi’ diye yaptığı ‘iş’lerin önüne ‘tabelasını asıyor’, utanmadan sıkılmadan! Dövüşemeyen adamlara aksiyon dizisi çekip koşamayan kadın oyuncuları sokaklarda koşturuyoruz! Yürüyemeyen aktörlerimiz var ve bölümü başı yüz binlerce lira ücret alıyorlar...
İş tutunca ‘süper yıldız’, ‘muhteşem yönetmen’, ‘dâhi yapımcı’, iş batınca kendileri dışında ‘herkes suçlu’ oluyor... Üzgünüm ama ağlayamayan, gülemeyen adamlar- kadınlar var ortalıkta oyuncu diye dolaşan... Ve bütün bunlarda ‘eleştirenlerin’ de suçu var bence! Eleştiri ülkemizde bir kendini geliştirme mekanizması olarak çalışmıyor maalesef.”
ELEŞTİRİ HAZIMSIZLIĞI TARİHİ
Tam da bu noktada sinema yazarı Tunca Arslan’ın ‘Eleştirmenleri Vurun-Sinemanı Lanetlileri’ kitabını hatırlatmak isterim. Arslan’ın kitabında Yeşilçam’da sinemacılar ile eleştirmenler arasındaki ‘tartışmalara’ nefis örnekler var.
Yönetmen Turgut Demirağ 1966 yılında çektiği ‘Kadın Avcıları’nda sinema yazarı Agah Özgüç’e kızgınlığından filme ‘Ahlat Hörgüç’ adlı bir sinema yazarı karakter koymasından, Cüneyt Arkın’ın Özgüç’ün boğazına sarılmasına, ona ‘ok atmasına’, kılıçla kovalamasına, 1984’te 21. Antalya Film Festivali’nde ‘En İyi Erkek Oyuncu’ ödülünü alamayan Tarık Akan’ın sinema yazarı Vecdi Sayar’a çay bardağı fırlatmasına kadar bir dolu olayı okuyunca ‘okların, kılıçların, yumrukların, çay bardaklarının’ havada uçuştuğu ‘eleştiri hazımsızlığı’ tarihimize Zeynep Ocak’ın ‘WhatsApp mesajıyla’ tehdit edilmesi de altın harflerle geçmiş bulunuyor.
Altın Küre ödül töreninde birbirinden ünlü (ve de egolu) bir dolu yıldız Ricky Gervais’in kendilerini itin bi tarafına sokmasını gülerek izlerken Akın Aksu, Oscar töreninde bir espri yüzünden sahneye fırlayıp Chirs Rock’a tokat atan hazımsız Will Smith durumuna düştü...
Marco Goecke, Wiebke Hüster’in yüzüne köpek dışkısı sürmesinin ardından Hanover Devlet Operası’ndaki görevinden uzaklaştırıldı. Opera binasına girmesi yasaklandı... Şimdi ellerinden, yüzüne gözüne bulaşan köpek pisliğiyle burnundan kıl aldırmadan Hüster’den özür dilemeyi hala reddediyor...
‘Ahlat Ağacı’nda Sinan’ın dediği gibi "Aslında o kadar önemli biri olmadığımız ortaya çıktığında neden üzülüyoruz ki? Bunu temel bir aydınlama hali olarak ele alabilsek daha iyi olmaz mı? İnanmak dediğimiz şey sonuçta insanın içinde başlattığı bir eylemdir. Ve güzelliğe, aşka inanmak kadar ayrılığa da inanmak, hazır olmak gerekir. Yani her güzelliğin sonunda bir kopuş, ayrılık pusuda bekler. Madem öyle, başımıza gelen bu gibi tatsızlıklara bizi kendi bilinmeyenlerimizle yüzleştiren hayırlı felaketler gözüyle bakmamız gerekmez mi?" Akın Bey?
- Spotify Özeti Türkiye'yi ne kadar yansıtıyor?30 dakika önce
- Hatırlamak için unutmanın faydaları!7 dakika önce
- Yalnızlığınız yapay zekanın ne kadar umurunda?1 gün önce
- Şarkılar emekli olur mu?3 gün önce
- Sizin 'Melek Sayınız' kaç?1 hafta önce
- Tyson-Paul maçı Türkiye'de abone sayısını uçurdu!1 hafta önce
- Siz de 'Dünyanın Uğultusu'nu duyanlardan mısınız?1 hafta önce
- Sahnelerde alkış enflasyonu var!2 hafta önce
- Dünyanın en büyük kitapçısı: TikTok3 hafta önce
- Yapay zekayla 'ölümsüz sanatçılar' çağına 'Merhaba'4 hafta önce