Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Avustralya yapımı korku gerilim filmi ‘Konuş Benimle’ (Talk to Me), uluslararası prömiyerini, geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nde, yarışma dışı gece yarısı gösterimleri sırasında gerçekleştirdi. Gösterimin ardından filmin ABD dağıtımı için iki şirketin rekabet etmesi boşuna değildi. Çekim bütçesi 4.5 milyon doları geçmeyen film, Kuzey Amerika’da 42.8 milyon dolar hasılat yaptı. ABD dışında ise 19 milyon dolara yaklaştı. Türkiye’de geçen Cuma gösterime giren filmin dünya dağıtımının hâlâ devam ettiğini düşünürsek, bütçesine oranla şimdiden kayda değer bir gişe başarısı yakaladığı söylenebilir.

‘Konuş Benimle’, 2013’ten bu yana RackaRacka adını verdikleri YouTube kanalında komik korku videoları paylaşan ve çeşitli ödüller kazanan Avustralyalı ikiz kardeşler Danny ve Michael Philippou’nun ilk uzun sinema filmleri…

Danny Philippou ve Bill Hinzman’ın Daley Pearson’ın fikrinden yola çıkarak yazdığı senaryo, hepsi birbirini andıran korku filmleri arasında en azından ‘biraz değişik’ diyebileceğimiz hikâyesiyle öne çıkıyor. ‘Konuş Benimle’, birçok korku filmi gibi ‘öte dünya’ ve oradaki ruhlarla ilgili bir film. Benzerlerinden ayrıştığı nokta, iki dünya arasındaki iletişim biçiminde gösteriyor kendini... Öte dünya ile temasa geçen medyumlar veya bizim dünyamıza gelen davetsiz ruhlar yok filmde. Onların yerine iki dünyayı birbirine bağlayan ‘bir geçit’ var. Geçit dediğim, kökeni belirsiz, gizemli ‘bir el’ aslında. Şaka dükkanından satın alınmışa benzeyen, çok korkutucu durmayan bir çeşit oyuncak görüntüsünde… Ama mumu yakıp, eli tutup ‘Konuş benimle’ dediğin an ruhları görmeye başlıyorsun. Sözlü olarak onay verdiğin andan itibaren de zihnine girip seni kontrol etmeye başlıyorlar. ‘El tutma’ seanslarını yönetenler, 90 saniye içinde bağlantıyı kesmek zorundalar…

Açılış sahnesinde gördüğümüz korkunç olayla ‘el’ arasında bir bağ olabileceğini hissediyoruz tabi ki… Ama ana karakterimiz Mia (Sophie Wilde) ile dahil olduğumuz ‘el tutma’ seansları, gençlerin videolarını sosyal medyada paylaştığı bir çeşit ev eğlencesi olarak çıkıyor karşımıza. Çevresinde ‘problemli, tuhaf’ olarak anılan 17 yaşındaki lise öğrencisi Mia, gittiği ev partisinde yaşadığı deneyimden öylesine etkileniyor ki, devamını getirmek istiyor. Hikâyenin bütünü içinde baktığınızda ‘el tutma’ seansları, bir çeşit bağımlılık metaforu aslında. Mia ilk deneyiminde yaşadığı zihin halini sevdiğini söylüyor mesela... Yakın zamanda annesi Rhea’yı (Alexandria Steffensen) kaybetmiş olması nedeniyle de ruhlar alemi onun için giderek daha çekici hale geliyor.

‘Konuş Benimle’, sınırların giderek zorlandığı ve bağımlılık yapan metafizik deneyim üzerinden 1990 yapımı ‘Çizgi Ötesi’ (Flatliners) filmini de akla getiriyor. Orada da bir grup tıp öğrencisi, yaşamla ölüm arasındaki sınırları zorlayarak öte dünyayı keşfetmek isterler. Her şeyin kökeninde Mia’da olduğu gibi kendi geçmişleriyle ilgili keşifler yapma arzusu vardır.

İşlerin Mia ve diğerleri için kötüye doğru gideceğini önceden seziyoruz elbette ve olaylar beklediğimiz yönde gelişiyor; ama bir şekilde sonuna kadar kendini seyrettiren bir hikâye örgüsü var. Mia’nın öte dünyada aradığı annesi ve annesinin ölümü nedeniyle suçladığı babası Max (Marcus Johnson) bir yana, hikâyeyi asıl ilgiye değer hale getiren, yakın arkadaşı Jade (Alexandra Jensen) ve onun ailesiyle olan ilişkisi… Öylesine yakınlar ki, ilk sevgilisi Daniel (Otis Dhanji) ile Jade’in birlikte olmasından rahatsız görünmüyor Mia. Jade de başkalarının kışkırtmasına rağmen Mia ile Daniel arasındaki yakınlığı kıskanmıyor. Yine de Mia’nın, gittikleri ev partisinde el ele tutuşan Jade ve Daniel’ın yanında kendini yalnız hissettiği kesin. Gittikleri partide ‘el’i tutmak istemesinin kökeninde de bu yalnızlık hissi var…

El tutma seansı öncesi ve sonrasında Mia’nın babasından uzak durduğunu, zamanının büyük kısmını Jade ve ailesiyle geçirdiğine şahit oluyoruz. Öyle ki Jade’in 14 yaşındaki kardeşi Riley (Joe Bird) için nerdeyse ikinci bir ablaya dönüşmüş durumda. Jade ve Riley’yi yalnız büyüten anneleri Sue (Miranda Otto) da onu artık ailenin parçası olarak görüyor. Mia bazı geceler onların evinde kalıyor. Dolayısıyla, Mia nerdeyse yeni bir aile bulmuş durumda kendisine… Aslında elindekiyle yetinse, mesela Riley’nin ablası olmayı her şeyin önüne koysa, belki başına hiçbir şey gelmeyecek. Ama öte dünyadaki annesine ulaşma çabası ve yalnızlık hissi nedeniyle, gerçek dünyada onu sevenleri ikinci plana atınca, kendi trajedisini hazırlıyor. Katıldığı ilk seansta ruhların özel olarak işaret ettiği Riley ile ilgili yaptığı büyük sorumsuzluğun bilincinde… Böylece annesinin ölümüyle yaşadığı suçluluk duygusu daha da büyüyor. Baştan sona hatalarının bilincinde bir karakter Mia… İlk seansta bedenin kontrolünü kaybetmesiyle birlikte yüzünün aldığı ifade ve o tuhaf gülümseme, başına gelecek kötü olayların habercisi gibi… Tüm öyküye bir tür öz yıkım süreci demek dahi mümkün.

‘Konuş Benimle’, öte dünyadaki ruhların neden olduğu korku gerilim sahnelerinden ziyade kontrollerini kaybedenlerin kendilerine verdikleri fiziksel zararla beni ürperten bir film oldu… Çok etkilendiğim ve beğendiğimi söylemem zor belki; ama senaryosundaki alt metinlerin iyi tasarlandığını düşünüyorum. Sözgelimi, filmin başında yoldaki yaralı kanguruya ne yapacakları konusunda Riley ile düştükleri görüş ayrılığının, filmin son bölümünde Mia’nın karşısına başka bir bağlamda yeniden çıkması, atlanmaması gereken bir nokta...

Evet, öte dünyadaki ruhlar her şeyleriyle çok kötüler, hatta canavarları andırıyorlar. Ama onları daha güçlü ve kötücül kılan, gençleri rahatlıkla aldatabilme becerileri… Kaldı ki, her şeyin kökeninde gençlerin sosyal medyada şov yapma ve dikkat çekme istekleri yatıyor. Şaka oyuncağı gibi duran ‘el’, kötü ruhların günümüz gençliğine kurduğu bir tuzaktan farksız.

Mia’nın yaşadığı deneyimden sonra partideki gençler, olayın bir süreliğine kontrolü kaybetmeyle ilgili olduğunu anlıyor ve çoğu bunu deneyimlemek istiyor. Bunu meydan okuma, rekabet, eğlence olarak görüyorlar ama daha temelde ilgi merkezi olma isteği var.

Her ne kadar tahmin edilebilir olsa da finalin ironik ve hoş olduğunu düşünüyorum. Asıl önemlisi, hikâyenin ‘prequel’, ‘sequel’ veya bambaşka öykülerle seriye dövüşme potansiyeli… Özetle, Philippou kardeşler yıllarca devam edecek ve belki daha da popüler olacak bir fikir bulmuş olabilirler. O yüzden korku gerilim meraklılarının seriyi gecikmeden keşfetmelerini öneririm.

6.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar