Acımasız doğaya karşı 'Kar Kardeşliği'
‘Kar Kardeşliği’nde (La sociedad de la nieve) daha önce iki uzun filme ve çeşitli belgesellere konu olan; yakın tarihin belki en çok konuşulan yaşamda kalma mücadelesinin yeniden sinemaya uyarlanması pek şaşırtıcı değil. Özellikle de Amerikalı oyuncularla çekilen Hollywood yapımı ‘Yaşamak İçin’in (Alive – 1993) üzerinden 30 yıl geçtiğini düşündüğümüzde…
Olay popüler kültürde yaygın olarak bilinse dahi biz uyarımızı yapalım: Montevideo’dan Şili’nin Santiago kentine giden Uruguay Hava Yolları’na ait uçağın 13 Ekim 1972’de And Dağları’nda geçirdiği kaza ve sonrasında yaşananlar hakkında hiçbir şey bilmeyen okurlar, yazıyı filmi seyrettikten sonra okuyabilirler.
‘Kar Kardeşliği’, İspanyol yönetmen J. A. Bayona’nın 10 yılı aşkın süredir üzerinde çalıştığı bir proje. Kazazedelerin çoğunu çocukluğundan beri tanıyan Uruguaylı yazar Pablo Vierci’nin aynı adlı kitabının film haklarını 2012 yılında satın alıyor Bayona. Senaryoyu, halen hayatta olan tanıklarla yaptığı 100 saati aşan röportajların ardından Bernat Vilaplana, Jaime Marques ve Nicolás Casariego ile birlikte yazıyor.
65 milyon Euro’luk bir bütçeyle çektiği filmde dijital efektleri ve makyaj çalışmasıyla 21. Yüzyıl sinema teknolojisinin tüm olanaklarından faydalanıyor Bayona. Çekimlerin bir bölümünü And Dağları’nda enkazın olduğu yerde yapmasını, Uruguaylı ve Arjantinli oyuncularla çalışmasını atlamayalım. Ama tüm bunların ötesinde en büyük avantajı, getirdiği bakış açısı ve yaklaşım…
Bayona, Old Christians takımının genç oyuncularını ilk olarak ragbi maçında gösteriyor bize. Topu eline alıp rakip kaleye doğru tek başına koşan, pas vermekte geciken ve hücumu başarısızlığa uğratan Roberto (Matias Recalt), soyunma odasında arkadaşları ve takım kaptanı Marcelo (Diego Vegezzi) tarafından tatlı sert biçimde eleştiriliyor. Böylece daha ilk sahnelerden filmin bütününü kontrol eden düşünceyi inşa etmeye başlıyor Bayona. ‘Kar Kardeşliği’, sadece And Dağları’nda düşen bir uçak enkazında doğanın acımasız koşullarına verilen yaşamda kalma mücadelesini değil; adının da işaret ettiği gibi ‘kardeş olmayı’, ‘takım olarak savaşmayı’, ‘takım olarak kurtulma düşüncesi’ni ve dayanışmayı anlatıyor.
Kilise sahnesinde elden ele dolaştırılan ve Numa Turcatti’ye (Enzo Vogrincic Roldán) ulaştırılan kâğıttaki not onu Santiago’ya çağırıyor. Filmin kritik bir noktasında uçak enkazının içinde bu kez Numa’dan Roberto’ya ulaştırılan notta yazanları da unutmamak gerek. Maçta o pası atamayan Roberto’nun takım için oynaması gerektiğine dair bir temenni var notta.
‘Kar Kardeşliği’, kurtuluşun ancak ekip olma duygusu, arkadaşlık ve gerektiğinde fedakarlıkla geleceğinin altını çiziyor. Kilise sahnesinde rahibin verdiği vaazda Tanrı tarafından sınanan Hz. İsa’nın takipçilerine ‘Alın, hepiniz yiyiniz; bu benim bedenimdir’ demesi, kuşkusuz tesadüf değil. Filmin ilerleyen bölümlerinde karşımıza çıkan tartışmayı önceden haber vermesinin yanı sıra yaşanan olaylarda Hıristiyanlığın perspektifinin ne olabileceğine dair yapılan bir yorum bu… Kaza sonrası yaşanan sıkıntılar sırasında inançlılar yaşadıklarının anlamını sorguluyorlar. Öte yandan, Bayona’nın tartışmayı sadece dini referanslar üzerinden götürmediğini söylemekte fayda var. Dindar biri olmayan Arturo (Fernando Contingiani) karakterinin ‘Burada Tanrı’ya değil, size inanıyorum’ şeklinde özetlenebilecek konuşmasını unutmayalım. Kaldı ki, filmin sonunda da olup bitenlerin anlamını herkesin kendi bulması gerektiğine dair bir önerme var.
Film biraz da ölüm ile yaşamın diyalektik ilişkisi üzerine… Çünkü olup bitenler üzerinde şöyle bir düşündüğünüzde, ölüler olmasa hayatta kalanların hedefine ulaşmasının asla mümkün olmayacağını görüyorsunuz.
Kuşkusuz, ölüm korkusu var filmde. Özellikle, genç yaşta, hayatının baharında ölümün kıyısında dolaşmanın endişesi, filmin birçok yerinde kendini açık şekilde ortaya koyuyor. Buna karşılık, ölüme yaklaşanların son anlarında giderek bilgeleştiklerini ve yaşayanlara ruhani rehberlik yaptığını görüyoruz. Sadece ruhani katkı değil elbette. Hayatta kalanları canlı tutan besin kaynakları olarak ölülerin çok daha somut katkıları var yaşayanlara.
Kazazedelerin kolaylıkla aldıkları bir karar değil bu… Ölümle yaşam arasındaki çizgide son çare olarak başvurdukları bir yöntem. Aralarındaki tartışmalar, sadece dini değerler üzerinden gelişmiyor. Sadece doğru olmadığını düşünenler, ölümün kıyısına gelene kadar direnenler de var. Bayona’nın altını çizdiği nokta, en zor koşullarda dahi insani değerlerin önemini yitirmemesi, insanların hayatta kalma içgüdülerinin doğru olup olmadığını sorgulaması… Son 20-30 yılın sinemasını şöyle bir düşündüğümüzde başta kıyamet ve felaket filmleri dahil olmak üzere anlatılan hikâyelerin çoğu, can söz konusu olduğunda insani değerlerin genellikle ikinci plana itilmesi üzerinedir. Gerçek olaylardan uyarlanan ‘Kar Kardeşliği’ ise insani değerlerin devreden çıkmadığı, finalde hepimize moral veren bir hayatta kalma mücadelesi getiriyor önümüze. Kurtulanların, yaşadıkları onca sıkıntıdan sonra, Uruguay medyası hariç kendilerini acımasızca suçlayan dünya kamuoyuna hesap verme sürecine hiç yer vermiyor film. Çünkü daha en başta kendi vicdanlarında kendilerini yargıladıkları ve kararı ölçüp biçerek aldıklarını görüyoruz.
Bayona’nın kurtulanları hastanede bir araya getirdiği final kadrajı akılda kalıcı. Bana sorarsanız, özellikle ışığı ve kompozisyonuyla Rönesans dönemindeki dini tabloları andıran bir tablo bu… Bayona, onları birbirine yaklaştıran derin ve ruhani bağı hissettiriyor; başka insanların onları anlamayacağı zamanlarda dahi sığınabilecekleri bir kardeşlik duygusunu resmediyor.
Bayona, konuyu ele alan önceki iki uzun kurmaca filmin ve belgesellerin rekabet edemeyeceği bir gerçekçilikle geliyor karşımıza. Keskinleştirilmiş dramatik çatışmalar yerine realist yaklaşımla ekip içindeki görüş ayrılıkları ve ikilemleri öne çıkarıyor. Aralarındaki tek anlaşmazlık, cansız bedenlerle beslenme konusunda çıkmıyor. Sözgelimi, Nando (Agustín Pardella) enkazdan ayrılıp yürüyerek And Dağları’nı aşmayı önerenlerin başında geliyor. Buna karşılık, takımın kaptanı Marcelo, sonuna kadar arama kurtarma ekibini beklemekten yana. Takımın en atletik ve sağlam üyesi olarak sivrilen, herkesin yardım aramaya çıkmasını beklediği tıp öğrencisi Roberto ise yolculuğa çıkmanın ölümle sonuçlanmasından endişe ediyor.
Olayları baştan sona bilmeme rağmen Bayona’nın sinema duygusu olarak hayli etkili bir filme imza attığını düşünüyorum. ‘Kar Kardeşliği’ sadece olayı ele alışı, getirdiği bütünlüklü yaklaşımıyla değil, yönetmenliği ve hikâye anlatıcılığıyla da öne çıkıyor. Gençlerin eğlenerek, oyun oynayarak, şamata yaparak sürdürdükleri uçak yolculuğunun, pilotun ‘Santiago’ya inişe geçtik’ anonsunun ardından sadece bir-iki dakika içerisinde kâbusa dönüştüğü kaza sahnesi hayli rahatsız edici. Dolayısıyla, bence uçuş korkusu olanların uzak durması gereken bir film ‘Kar Kardeşliği’. Bayona, kar fırtınası sırasında enkazın içinde kaldıkları çığ sahnesinde de çok iyi iş çıkarıyor. Mükemmel bir ses tasarımı var filmin. Bayona, kaza sahnesinden başlayarak ses bandını görüntü kadar etkili şekilde kullanmayı başarıyor. And Dağları’nın ‘insana dost olmayan atmosferi’ni görüntüler kadar sesle de anlatıyor.
Bayona’nın kadraj ölçüsü olarak ‘fazlasıyla panoramik’ 2.55:1’i seçmesi, açıkçası ilk başlarda biraz abartılı geliyor. Ama film ilerledikçe ‘boyu kısa eni geniş’ kadrajlarla ne yapmak istediği netleşiyor. Özellikle uçuş sırasında ve kazadan sonra enkaz içindeki planlarda Bayona, kompozisyon duygusunu klostrofobik gerilimin üstünde tutuyor. Daha önemlisi, final dahil birçok sahnede kadrajın içine aynı anda birçok karakteri yerleştirmek ve resim tadında kadrajlar yakalamak istediği belli oluyor. Tüm karakterleri içeren kalabalık çerçeveler dikkat çekiyor. Filmde yakın planların sayısı da az değil. Enkaz içi çekimlerin çoğunda Bayona herhangi bir karakterin yakın planı üzerinden mekândaki diğer kişileri de panoramik olarak gösterme fırsatı buluyor. Hiçbir karakterin çok fazla öne çıkmadığı, ekip duygusunun vurgulandığı bir film için bu kadraj tercihlerinin işlevsel olduğunu düşünüyorum.
Hareketli kameradan pek vazgeçmeyen Bayona, farklı ölçeklerde farklı lenslerle çektiği planları hızlı montajla birbirine bağlıyor ve baştan sona süratle akıp giden, süresini hissettirmeyen bir filme imza atıyor. ‘Kar Kardeşliği’nin, Uzakdoğu’da yaşanan tsunami felaketini anlatan 2012 yapımı ‘Kıyamet Günü’nden (Lo imposible) sonra Bayona’nın en iyi filmi olduğunu düşünüyorum.
Oscar’da kısa listeye girmeyi başaran Michael Giacchino’nun müziklerini ve Pedro Luque’nin görüntü yönetimini unutmayalım. Her ikisi de filmin başarısında önemli bir pay sahibiler.
Oscar’da uluslararası film kategorisinde Akademi tarafından ilk 15 film arasına seçilen ‘Kar Kardeşliği’ni, gerçek hayat hikâyelerini sevenlere öneririm. Bayona, bir grup insanın korkuları, kararsızlıkları ve çelişkileri kadar arkadaşlıklarını, dirençlerini ve hiç bitmeyen umutlarını gayet iyi anlatıyor. Hikâyenin finalini bilen seyircileri dahi sonuna kadar filmin içinde tutmayı, şaşırtmayı ve duygusal olarak etkilemeyi başarıyor. Çoğunluğu gençlerden oluşan oyuncu kadrosunun da iyi iş çıkardığını not edelim. (Netflix)
7/10
- Şerif Gören'in ardından52 dakika önce
- El emeği, göz nuru animasyon2 gün önce
- Oysa hayat şimdi ve "Burada"4 gün önce
- Maria'nın 'Paris'te Son Tango'su1 hafta önce
- Oz'un 'kötü' cadısının hikâyesi2 hafta önce
- Issız adaya düşen robot2 hafta önce
- Hikâye farklı, formül aynı3 hafta önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık3 hafta önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…1 ay önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 ay önce