Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Yönetmen İlker Çatak’ın senaryosunu Johannes Duncker ile yazdığı ‘Öğretmenler Odası’ (Das Lehrerzimmer) dünya prömiyerini geçtiğimiz yıl Berlin Film Festivali’nde yaptı. Ödül sezonunda öne çıkan filmlerden biriydi. Alman Film Ödülleri’nde en iyi film, yönetmen, senaryo, kadın oyuncu ve kurgu dallarında ödül kazandı. ABD’de National Board of Review tarafından yılın en iyi 5 yabancı filminden biri olarak gösterildi. Dikkat çeken bir başka başarısı ise Oscar ödüllerinde En İyi Uluslararası Film kategorisinde Almanya adına ilk 5 aday arasına girmesiydi.

‘Öğretmenler Odası’nı, ‘Kuru Otlar Üstünde’ ve Hirakazu Koreeda’nın ‘Canavar’ı (Kaibutsu) hafızalarda henüz tazeyken seyretmek ilginç bir deneyim. Kuşkusuz çok farklı filmler. Özellikle de hikâyeleri açısından… Ama okulda geçmeleri itibarıyla bazı ortak noktalara sahipler. Her üçü de ‘okul idaresi, öğretmenler, öğrenciler ve velilerin karşı karşıya geldiği çatışma alanları’nın keşfine çıkan, sosyal huzursuzlukları eğitim kurumları üzerinden anlamaya çalışan filmler.

Koreeda, ‘Canavar’da veli, öğretmen ve öğrencinin bakış açılarını birbirinden ayırıyor; filmini üçe bölüyordu. Almanya’da dördüncü uzun sinema filmini yöneten İlker Çatak ise orta okul öğretmeni Carla Nowak’ın (Leonie Benesch) bakış açısından film boyunca nerdeyse hiç kopmuyor.

‘Film çoktan başlamış da biz geç kalmışız’ hissiyle açılıyor ‘Öğretmenler Odası’. Hikâyeye ortasından girdiğimiz söylenebilir. İlk sahnede, okulda uzun süredir devam eden hırsızlıklar nedeniyle öğretmenler, karşılarına aldıkları sınıf temsilcisi iki öğrenciyi isim vermeye zorluyorlar. Biz ‘Herhangi bir orta öğrenim kurumunda böyle bir uygulama olabilir mi?’ diye düşünürken; yanılmıyorsam ‘sınıf öğretmeni’ sıfatıyla oraya davet edilen Carla, bunun yapılmaması gerektiğini açıkça söylüyor zaten. Ayrıca, kız öğrenci yönteme karşı çıkıyor. Ama ilerleyen bölümlerde sınıf içindeki olumsuz tavırlarını sürdüren erkek öğrenci, arkadaşının ve Carla’nın uyarısına rağmen isim vermekten çekinmiyor.

Soruşturma, kabul edilmesi güç başka yöntemlerle sürüyor. Bu kez okul idaresi, Carla’nın dersine girip sadece bir grup öğrencinin cüzdanlarını kontrol ediyor. İlk sahnede ismi verilen Ali’nin cüzdanında fazla para tespit edilince sınıftan çıkarılıyor. Gerçi Ali, temize çıkıyor ama olayın altındaki ırkçılıktan rahatsızlık duyduğunu hissettiğimiz Carla, gerçek hırsızı yakalamak için ‘tuzak’ kuruyor.

‘Belirli ölçülerde’ hedefine ulaşıyor ama sorun çözülmüyor. Aksine, daha da kötüleşiyor. Hikâyenin kırılma noktası, tam burası zaten: Carla hırsızı yakalamak için seçtiği yöntemin ve anlık öfkeye kapılarak yaptığı suçlamanın beraberinde birçok vahim sorun getireceğini çok geç anlıyor. Doğru zamanda doğru müdahaleyi yapmayan müdürün de katkısıyla olaylar içinden çıkılmaz hale geliyor.

Film, ‘Hırsız kim?’ veya ‘Neden çalıyor?’ sorularıyla hiç ilgilenmiyor. Tuzağa yakalanan kişinin kleptoman olup olmaması, kesinlikle filmin ilgi alanına girmiyor. Her şey olayların sonuçlarıyla ilgili… Velilerin sürece dahil olması ve okul idaresinin geri çekilmesiyle, hem ‘hırsızı bulma’ yöntemlerinin sorgulandığı hem hırsız olarak adı dolaşan kişinin yargısız infaza uğradığı ikinci süreç başlıyor. Carla bir anda idare, öğrenci ve velilerin hedefindeki kişi haline geliyor. İkinci hedef ise Carla’nın kurduğu tuzağın dolaylı yoldan kurbanına dönüşen, sınıfın en zeki öğrencilerinden Oskar (Leonard Stettnisch) oluyor. Zekiliği bir yana Carla’nın en çok sevdiği öğrencilerden olduğunu seziyoruz. Matematik dersinde Oskar’ın tahtaya çıkıp 0.9 ile 1’in eşit olduğunu ispatladığı sahne akılda kalıcı. Sadece matematik bilgisini gösteren bir detay değil; filmin bütününde aklımıza takılan tüm soruların farklı ve doğru yanıtları olabileceğini önceden haber veren bir işaret aynı zamanda… Carla’nın da baştan sona doğru olanın peşinde olduğunu unutmamak gerek.

Filmin temelde iki dramatik merkezi olduğu söylenebilir. İlkinde Çatak, olayların kontrolden çıkma sürecinde tarafların hamlelerini, motivasyonlarını dikkatle gözlemliyor. Burada herkes sadece kendi bakış açısına değil, başkalarının hatalarına, zayıf yanlarına odaklanıyor. Toplumu bir arada tutması gereken etik, ahlak gibi değerler; insan hakları, basın özgürlüğü, sansür karşıtlığı, ırkçılık, ayrımcılık dahil tüm politik doğruculuk idealleri, insanların karşı tarafı ezmek ve üstün konuma geçmek için kendi lehlerine istedikleri gibi kullandıkları kavramlar olup çıkıyor.

Veliler olayların özünü tümüyle pas geçip ‘çocuklarını kurtarma motivasyonu’ ile sadece kurban veya hedef arıyorlar. İdareye güçlerini göstermekten başka dertleri yok aslında. Yegâne sorun, ırkçı ve ayrımcı öğrenciler değil. Irkçılığa, ayrımcılığa karşı en azından sosyal olarak kabul görmüş bir karşı çıkış var. Peki, özgürlükçü değerler üzerinden hareket ederek kötü gazetecilikle Carla’yı acımasızca linç eden muhalif ergenlere ne demeli? Üstelik kurdukları röportaj tuzağı, Carla’nın yaptığına oranla çok daha organize, zarar verme kastı taşıyan sinsi bir plan… Başta okul gazetesini çıkaran muhalif ergenler olmak üzere kimse Carla’nın iyi bir öğretmen olduğunu, idealizmini, idarenin yöntemlerine karşı çıkmasını, adalet aramasını, Ali’ye ve ailesine yapılanlardan duyduğu rahatsızlığı aklına dahi getirmiyor. Mesela, veliler nerdeyse her şey için onu suçluyorlar. Meslektaşları ise açıkça cephe alıyorlar; çünkü velilerin dikkatinin onun üstünde toplanması, işlerine geliyor. Kuşkusuz, süreç içinde çıkarlar gereği okul içinde ittifaklar hemen dağılıp yerlerine yenileri kurulabiliyor. Kesin olan tek şey, insanlar arası empati, anlayış ve hoşgörünün nerdeyse tümüyle devre dışı kaldığı…

İlker Çatak, tüm bu süreçte, okulun çağımızın tüm sosyal hastalıklarını içinde barındırdığını incelikle vurguluyor. ‘Canavar’la birlikte değerlendirdiğimizde, okullar ne yazık ki, sadece müfredata bağlı eğitim öğrenim kurumları değiller. Bazı durumlarda, öğrencileri, öğretmenleri öğüten; ruhlarına kalıcı zararlar veren mekanizmalara dönüşebiliyorlar. Çünkü belli ki, tek sorun okulun içinde değil; onun içinde bulunduğu dünyada; medeni değerlerin her şeye egemenmiş gibi göründüğü ve insanların giderek acımasızlaştığı bu çağda…

İşte tam da burada, filmin ikinci merkezi, yani Carla’nın serüveni kritik önem taşıyor. Carla, kendi hataları nedeniyle giderek köşeye sıkıştığı noktada çevresindekilerin hiç beklemediği şekilde, idealist öğretmen, vicdanlı insan olarak sadece doğru olanı yapmaya çalışıyor. Filmin genelindeki acımasız havayı, her şeyin altındaki bencilliği, empati eksikliğini ve intikamcı yaklaşımları gördüğümüzde, ruhumuza çok iyi gelen bir tavır bu… Peki, bu davranışının altında suçluluk duygusu var mı? Kuşkusuz, etkisi var ama asıl olarak ruhunu kurtarmaya çalışıyor. Çünkü velilerin, gazete çıkaran ergen muhaliflerin ve Oskar’ın annesinin acımasızlığını gördükten sonra artık kendisinden başka hiçbir şeye inanamayacağını, tutunamayacağını anlıyor. Öğretmenliği bırakmaya bile hazır olduğunu hissediyoruz. Ki Polonyalı bir göçmen olduğunu unutmamak gerek.

Baştan sona huzursuzluk içinde seyrettiğimiz filmin sonunda bizi inandığımız değerlerden başka hiçbir şeyin kurtaramayacağını bir kez daha anlıyoruz. Oscar ödüllerini veren Amerikan Sinema Akademisi’nin filme gösterdiği ilginin temelinde de bu pozitif yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

‘Öğretmenler Odası’ ilk sahnesinden itibaren gerilim dozu yüksek, hızlı tempolu bir film. Okul yıllarında başına gelen benzer bir olaydan yola çıkan İlker Çatak, mobil kamerayla karakterini yakından takip ediyor. Geniş çerçeveler yerine daha dar olan 1.37:1 kadraj formatını kullanıyor. Olayları yerinden takip eden haber kamerası yaklaşımını tercih ediyor. Carla’nın reddedilmesi güç, güler yüzlü iki ortaokul öğrencisi tarafından çağrılıp liseli ergenler tarafından hazırlıksız şekilde röportaj tuzağına düşürüldüğü sahne, filmin gerilim duygusunu çok iyi yansıtıyor. Carla’nın bağırarak rahatlama ihtiyacını gidermek için öğrencilerine çığlık attırdığı sahne de akılda kalıcı. Başta veli toplantısı olmak üzere Carla, gerçek düşüncelerini ve davranışlarının nedenlerini kimseyle paylaşamadan hep içinde tutuyor. O yüzden o çığlık uzun süre sonra rahatladığı ilk an belki…

Filmin, yanılmıyorsam aşağı yukarı her sahnesinde yer alan Carla’da Leonie Benesch çok başarılı bir performans çıkarıyor. Onun dışında ‘Öğretmenler Odası’ kalabalık kadrolu tam bir ansambl filmi ve çocuk oyuncular da gayet iyi.

7.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar