Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

‘Madame Web’, Sony Örümcek-Adam Evreni’nin (Sony's Spider-Man Universe) ‘Venom’ (2018) ‘Venom: Let There Be Carnage’ (2021) ve ‘Morbius’dan (2022) sonra gelen dördüncü filmi.

Madame Web, ilk olarak 1980 yılında Marvel Comics’in ‘The Amazing Spider-Man’ adlı resimli romanının 210 numaralı sayısında okurların karşısına çıkıyor. Geleceği görme yetisine sahip olsa da gözleri görmeyen bir mutant olarak resmediliyor. Kas hastalığı nedeniyle örümcek ağını andıran bir yaşam destek sistemine bağlı olarak sürdürüyor hayatını. Önce ‘Spider-Man: Across the Spider-Verse’ (2023) filminde C. Weber adında bir yan karaktere ilham veriyor. ‘Madame Web’te ise olayların merkezindeki ana karakter olarak çıkıyor karşımıza. Ama hayli gençleşmiş ve değişmiş bir halde…

Film bir ‘orijin öyküsü’ anlatıyor. Diğer bir deyişle, Cassandra ‘Cassie’ Webb’in Madame Web’e nasıl dönüştüğünü seyrediyoruz. Olaylar, 1973 yılında Cassie’nin henüz annesi Constance Webb’in (Kerry Bishé) karnında olduğu günlerde Peru’da açılıyor. Constance, hamileliğinin son günlerinde olmasına rağmen hastalıkları iyileştirecek, çok zor bulunan bir örümcek türü arıyor ormanda. Buluyor ama Cassie’yi doğurmadan önce uğradığı silahlı saldırı nedeniyle hayatını kaybediyor. Cassie dünyaya gelirken yaşanan olaylar, gelecekteki süper güçlerini önceden haber veriyor.

2003 yılına geçtiğimizde, mesai arkadaşı Ben Parker (Adam Scott) ile ambulansta sağlık görevlisi olarak çalışan Cassie’nin (Dakota Johnson), henüz hiçbir süper yeteneğe sahip olmadığını ve Queens’teki dairesinde kedisiyle yalnız başına yaşadığını görüyoruz. İş sırasında geçirdiği ölümcül kazadan sonra ise her şey değişiyor. Birkaç dakika sonra gerçekleşecek olayları görmeye, daha doğrusu bire bir yaşamaya başlıyor. Biz sahip olduğu süper gücün ne olduğunu hemen anlıyoruz. Cassie ise uzun süre nedense geleceği gördüğünü kavrayamıyor. Tanık olduğu olayları engelleyebileceğini keşfetmesi, kafasını daha çok karıştırıyor. Ne var ki, New York Grand Central Terminali’nden kalkan trende karşılaştığı üç liseli kızın hayatını korumak için her şeyi göze almasıyla birlikte macera başlıyor. Julia Cornwall (Sydney Sweeney), Anya Corazon (Isabela Merced) ve Mattie Franklin (Celeste O’Connor) adlı üç kızla kaderinin çok önceden kesiştiğini hissetmekte gecikmiyor.

Kızların peşindeki Ezekiel Simms (Tahar Rahim), filmin akışı içinde Cassie’den bile önce tanıdığımız bir kötü adam. Onun süper güçlerinin kökeninde de Peru ormanlarındaki örümcekler var. Simms, yıllar boyunca, her gece rüyasında üç Örümcek-Kadın’ın kendisini yakalayıp öldürdüğünü görüyor. Henüz hiçbir süper güce sahip olmayan ergen kızların kimliğini deşifre eder etmez de onları ortadan kaldırmak için harekete geçiyor.

Kardeşlik ve aile mefhumundan uzakta büyüdüğünü hissettiğimiz; annesini hastaneye yetiştirdiği için kendisine teşekkür eden küçük çocuğa dahi nasıl davranacağını bilmeyen Cassie’nin, üç ergen kızın sorumluluğunu üstüne alması, elbette hiç kolay olmuyor. Kızların onu koruyucu olarak kabullenmesi de zaman alıyor. Ne zaman ki, ortak özelliklerinin yalnızlık olduğunu keşfediyorlar, ancak o zaman birbirlerine kenetleniyorlar. Hepsinin ‘aile sorunu’ var ve öykü aslında dört alakasız insanın dört kız kardeşe, yani alternatif bir aileye dönüşmesi üzerine kurulu… Ama filmin bu süreci ne kadar iyi anlattığı tartışılır. Üstelik anlatılan başka önemli bir şey de yok.

Kızlarla olan hikâyesinin ilk bölümünde Cassie, sahip olduğu yeteneğin getireceği sorumluluğu kabullenmek ile kabullenmemek arasında gidip geliyormuş gibi görünüyor. Ama bir sağlık görevlisi olarak işini nasıl yaptığını gördüğümüz Cassie’nin sorumluluk duygusuna sahip olduğunu, gerekeni yapacağını biliyoruz. Dolayısıyla, bu kararsızlık ve iç çatışma pek ilgiye değer değil. Cassie’nin doğarken kaybettiği annesini, ikisinin de hayatını tehlikeye atması nedeniyle içten içe suçlaması dışında ilgiye değer başka dramatik çelişkiler yok.

İlk sahnelerden itibaren aksiyon ve maceranın hızlı tempoyla birleşip akıp gittiği bir film ‘Madame Web’. Toplam beş kişinin imzasını taşıyan öykü ve senaryo, ne yazık ki karakterleri derinleştirmeye pek zaman ayırmıyor. Hikâye örgüsünün çok parlak olduğunu söyleyemem. Süper kahraman dizileriyle tecrübe kazanan yönetmen S. J. Clarkson’un ilk sinema filminde kendini aksiyona kaptırdığı çok belli.

Cassie’nin geleceği görme yeteneğinin şekillendirdiği hikâyenin fantastik yanlarına en baştan çok güvenildiği belli. Gerçekten de beş karakteri birbirlerine örümcek ağları gibi bağlayan olay örgüsü dikkate değer... Geçmişte de benzer hikâyeler seyrettik. Sözgelimi, bugün modern klasik olarak kabul edilen ‘Don’t Look Now’ (1973), aynı yeteneğin neden olduğu bir trajediyi anlatır. ‘Final Destination’ serisi de benzer bir yeteneğin sonuçları üzerine kuruludur. Ama ilkinin psikolojik gerilim, ikincisinin korku janrında olduğunu ve ‘geleceği görme’ sahnelerinin ölçülü şekilde kullanıldığını, türün yapısının içine başarıyla monte edildiğini unutmamak gerek. Burada ise gelecek vizyonlarının aksiyon sahnelerinin içinde ‘fazla fazla’ kullanılmasından gelen bir aşırılık var. Ayrıca, son yıllarda süper kahraman filmlerinde o kadar çok doğaüstü yetenek gördük ki galiba hiçbir şey bizi artık eskisi kadar çok etkilemiyor, şaşırtmıyor.

Kötü adam Simms dahil tüm karakterlerin çok ‘düz’ olması, bence ayrı bir sorun. Kaçma kovalamaca ve kovalayanların kenetlenip ‘aile’ye dönüşmesinden başka kayda değer bir numara yok filmde. Son 10-15 yılda bazı süper kahraman filmlerinin geldiği estetik düzeyi düşündüğümüzde ‘Madame Web’ galiba biraz hafif kaçıyor. Gerçekten de film bittikten sonra düşündüğünüzde, hikâyenin estetik düzeyi, çocuk televizyonlarında yayınlanan süper kahraman dizilerinden hallice… Kuşkusuz, kadın dayanışması gibi hoş bir motif var ama dramatik anlamda ne kadar iyi geliştirildiği tartışılır. Ergen kızların aralarındaki diyalogları veya masaya çıkıp dans ettikleri sahneyi düşündüğümüzde, filmin eğlenceli olmayı hedeflediği anlarda dahi pek iyi performans çıkaramadığını; çünkü karakterlerini iyi geliştirememiş olduğunu görüyoruz. Hepsine uzaktan bakıyoruz. İç dünyalarına sızamıyoruz. Tüm bunlar, özünde hikâyeyle ilgili sorunlar. Buna karşılık, aksiyon sahneleri, özel efektler kötü değil ve film bir şekilde sıkıcı olmadan akıp gitmesini başarıyor.

Yönetmen S. J. Clarkson’un teknik olarak kötü iş çıkardığını söylemek haksızlık olur. Clarkson, Cassie’nin geleceği önceden gördüğü anlarda, ‘diopter efekti’ denen tekniği kullanarak, Cassie’nin yakın planlarının arka fonunu net gösterdiği başarılı çekimlere imza atıyor. Oyuncular da senaryonun verdiği imkanlar ölçüsünden ellerinden geleni yapıyorlar. Mesela, Tahar Rahim’in kötü adam performansı bence hiç fena değil.

Sonuçta, ‘Madame Web’i çok kötü bulmadım. 2003 yılında geçen, 1990’ların ve dönemin popüler şarkılarına yer veren, testosteron dozu hayli düşük, heyecanlı, sürükleyici ve hafif bir süper kahraman aksiyonu seyretmek isteyenler için kötü seçim olmayabilir. Daha iddialı ve derin şeyler arayanlar ise başka filmlere baksın.

5.5/10

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar