Yasaları umursamayan ataerkil düzen
Fikret Reyhan son dönemin önemsediğim, sevdiğim yönetmenlerinden... Festivallerde kazandığı ödüller bir yana, anlattığı hikâyeleriyle günümüz Türkiye sinemasında kendine özgü bir alan açtığını düşünüyorum.
İlk filmi ‘Sarı Sıcak’ (2017), merkeze aldığı genç erkek karakter üzerinden tarımla uğraşan ve değişen ekonomik koşullara ayak uyduramayan bir aileye odaklanıyordu. Reyhan, şehirlerdeki enflasyonu körükleyen sömürü düzenini detaylara inerek gözlemliyor; çöküşe mahkûm ailesinden kurtulmak ve birey olmak isteyen ana karakterinin psikolojisini derinliğine ele alıyordu.
İkinci filmi ‘Çatlak’ın (2020) merkezinde, her üyesinin farklı işler, yatırımlar ve girişimlerle para kazandığı, büyükşehirde yaşayan Anadolu kökenli geniş bir Türk ailesi vardı. Oğullardan birinin ödeyemediği borç, aileyi birbirine bağlayan bağları sekteye uğratıyor; herkesin kendi kafasında ayrı bir ‘alacak – verecek’ defteri olduğu ortaya çıkıyordu. Zaman içinde nerdeyse aile olmaktan çıkıp bir çeşit ‘iktisadi işletme’ye dönüşmüşlerdi ve çoğu bunun farkındaydı. ‘Çatlak’ın Antalya Altın Portakal Film Festivali’ndeki gösteriminden sonra şöyle yazmıştım: ‘Bir ikindi vakti iki erkek konuğun ziyaretiyle başlayıp akşamki büyük aile buluşmasının son saatlerine kadar süren ‘Çatlak’, ağır ağır açılan hikâyesi, açı karşı/açıdan genellikle uzak duran hareketli kamerası, uzun çekimleri, oyuncu kadrosunun toplu performansı ve en önemlisi çok yönlü okumalara açık alt metinleriyle bence seçkinin en iyi filmlerinden biri.’ Nasıl ki, 1970’leri anlamak için bugün Lütfi Ö. Akad’ın göç üçlemesi ‘Gelin - Düğün – Diyet’ referans alınıyorsa, ‘Çatlak’ın da gelecekte günümüz Türkiye’si üzerine referans filmlerden biri olacağını düşünmek mümkün.
Üçüncü filmi ‘Cam Perde’ için o kadar iddialı konuşamam ama günümüz Türkiye’sinin can alıcı ve hassas sorunlarından birini ele aldığını yadsıyamam. Geçtiğimiz yıl İstanbul ve Adana’daki festivallerin ulusal yarışmalarında önemli ödüller kazanan ‘Cam Perde’, açık kanal diziler ve anaakım melodramlarda sıkça karşımıza çıkan ‘belalı erkek ve ondan kurtularak kendine yeni hayat kurmak isteyen kadının’ öyküsünü anlatıyor.
Önceki iki filminde, günümüz Türkiye sinemasında bakir bırakılan sosyolojik alanlara giren Fikret Reyhan’ın ‘Cam Perde’ki konu seçimi, açıkçası ilk başta şaşırtıyor. Ne var ki, film ilerledikçe benzer öykülerden ayrılan yanları ve getirdiği farklı bakış açısı ortaya çıkıyor.
Film, 4 yaşındaki oğluyla birlikte yaşayan ve bir pastanede çalışan Nesrin’in (Selen Kurtaran), eski eşi Ömer (Alper Çankaya) ve sevgilisi Selim’le (Uğur Karabulut) olan ilişkileri etrafında kuruluyor. Senaryoyu da yazan Fikret Reyhan, Nesrin’in hayatından çıkmamaya kararlı Ömer gibi bir erkeğin karşısında; yasaların, uzaklaştırma kararlarının, polisiye önlemlerin çok fazla işe yaramayacağının altını çiziyor öncelikle. Galiba filmin en asap bozucu ve düşündürücü yanlarından biri bu…
Nesrin, ailesi, yakın çevresi ve polisin özel ilgisi sayesinde ilk bakışta güvende gibi görünse de film ilerledikçe Ömer karşısında tüm bunların çok fazla işe yaramadığı anlaşılıyor. Finale doğru, avukatın söylediği gibi uzaklaştırma cezasına uymaması nedeniyle en fazla 3-5 ay cezaevine girmesi mümkün. Peki, yaşadığı her şeyin suçlusu olarak Nesrin’i gören Ömer’in, içerden çıkınca neler yapacağı ayrı bir soru işareti değil mi? Sonuçta, polisten, yasalardan, yargıdan, hüküm giymekten korkmayan biri Ömer. Sadece Nesrin’i muhatap alıyor; kimseyi dinlemiyor. Yasak olmasına rağmen hiç çekinmeden, ‘sadece konuşmak ve görüşmek istediğini’ söyleyerek Nesrin’in iş yerine ve evine gidiyor sürekli. Nesrin’in polisi aramasından hiç endişe etmiyor. Sözgelimi, güvenlik görevlisi olarak iş bulmaya çok yakınlaştığı günlerde kalkıp pastaneye gelmesi ve Nesrin’i ikilemle karşı karşıya bırakması, dikkate değer nokta. Belki iş bulmasını engellememek için Nesrin’in polisi aramayacağını biliyor; belki kriz çıkararak gerilimi tırmandırmak istiyor. Aklının bir köşesinde Nesrin’i yeniden birlikte olmaya ikna etme fikri de var belki. Film boyunca, Ömer’e hep Nesrin’in cephesinden baktığımız için emin olamadığımız şeyler bunlar. Kesin olan tek şey, Nesrin’in peşini bırakmadığı…
Ömer’in içindeki şiddet potansiyeli çok açık. Ama abartılı bir psikopat, aşırı dengesiz biri olarak çizilmiyor. Çünkü Fikret Reyhan’ın hedeflerinden biri, Ömer’in kendini neden yasa koyucunun, yasaların ve devletin üstünde gördüğünün sosyolojik tahlilini yapmak… Ona ruh hastası değil, toplumda sıkça karşımıza çıkan bir erkek profili olarak bakıyor. Mesela, Ömer’in babasını ilk kez tanıdığımız ve Nesrin’le yaptığı konuşmaya tanık olduğumuz sahne, kritik önem taşıyor. Öyle bir baba tarafından yetiştirilen çocuğun neden yazılı yasalardan korkmayacağı netleşiyor. Çünkü kendi yasalarına inanıyorlar. Türkiye’deki ataerkil feodal düzenin, kökenleri Tanzimat’a kadar giden modernleşme çabalarına karşın toplumun derinlerinde hâlâ iktidarda olduğunu düşünüyorlar.
Ömer ile babasının temsil ettiği bağnaz grup, devlet ve otorite fikrinin toplumdaki önde gelen savunucuları arasında yer alır genellikle. Ama erkek – kadın eşitliğinin devletin gerçek değil, sadece görünürdeki ‘resmi politikası’ olduğuna inanırlar. Dolayısıyla, Ömer’in devletten, polisten ve yasalardan çekinmemesinin kökeninde, ataerkil düzeni her şeyin üzerinde görmesinin büyük payı var.
Filmi seyrederken, ‘kadınları kendi malı gibi gören erkekler’e karşı çıkarılan yasaların kaldırılmasını isteyen aşırı uçtaki siyasi hareketlere verilen tavizleri hatırlıyor ve kaygı içinde ülkenin gerçekten nereye doğru gittiğini düşünüyorsunuz.
Nesrin’in deyimiyle, ‘ailesinin erkekleri arasında en olumlu ve konuşulabilir kişi’ olan Ömer’in temsil ettiği ataerkil düzen eleştirisini bir yana bırakırsak, Fikret Reyhan’ın odaklandığı asıl konu, Nesrin’in kendi başına ayakta durma çabası… Filmin ilk bölümünde, Nesrin’in polisiye önlemlere başvurmadan sorunu kendi başına çözmeye çalışması, dikkate değer nokta. Ömer onu rahatsız ettiğinde, yeni sevgilisi Selim’in araya girmesini özellikle istemiyor. Olayı iki erkek arasındaki çatışmaya dönüştürmeden, hatta Ömer’e yasal yaptırım uygulamadan çözebilmenin yollarını arıyor. Ama Selim, Nesrin’in yaklaşımını kabullenmek istemiyor, olayı kendi sorunu olarak görüyor. Nesrin ise sevgilisi dahi olsa başka erkeğin kurtarıcı olacağı bir çözümden yana değil. Bunlar iyi işlenmiş noktalar.
‘Cam Perde’, sadece Nesrin – Ömer ilişkisine odaklanmıyor. Nesrin’in Selim’in koruyucu kanatlarından uzakta bağımsız bir hayat kurma çabasının altını çiziyor. Nesrin, üniversiteye gitmek, kendi işini kurmak, Selim’den bağımsız olmak istiyor. O yüzden filmin açılış sahnesinden itibaren geleceğiyle ilgili nasıl bir karar alacağını merak ediyoruz.
Selim, kesinlikle olumsuz karakter olarak çizilmiyor. Ama Ömer’i kendi erkekliğine tehdit olarak algıladığını ve aklında daha farklı çözümler olduğunu görüyoruz. Selim’i tanıdıkça Nesrin’in neden Ömer’le olan ilişkisine onu dahil etmek istemediğini anlıyoruz. Nesrin, şiddetin şiddet doğurmaktan başka bir işe yaramayacağını ve her şeyi içinden çıkılmaz hale getireceğini biliyor.
Yeğeni Ebru (Ecre Begüm Bayrak) ile birlikte olduğu sahnelere baktığımızda, erken yaşta anne olan Nesrin’in kayıp gençliğinin acısını çektiğini hissediyoruz. Buna karşılık, oğlunun velayetini babasına bırakmasıyla gelecek bir özgürlüğü asla istemediği ortada.
‘Cam Perde’ye gerilim filmi olarak bakmak olası. Ömer, filme girdiği ilk anlardan itibaren ne zaman patlayacağı belli olmayan silah gibi… Fikret Reyhan, Nesrin’i gündelik hayatı içinde sakin anlarında gösterirken dahi rahatlayamıyoruz. Ömer her an, her yerden çıkacakmış gibi bir his veriyor film.
Ömer’in korkusuzluğunun ve temsil ettiği tehdidin, ataerkil düzenle ilgili bir metafor olduğunu kabul ediyorum; ama onun gibi güçlü bir antagonistle ilerlemek, bence filmin aleyhine işliyor. Gerilim dozajını belki yükseltiyor ama hikâyeyi düzleştiriyor; anaakım klişelerine yaklaştırıyor. Ayrıca, Ömer gibi erkeklerin kadınlar üzerinde baskı kurarak kendi zayıflıklarını, özgüvensizliklerini ve korkaklıklarını gizlemeye çalıştıkları, yeterince iyi anlatılamıyor. Nesrin – Ömer ilişkisinin geçmiş öyküsünü de bir türlü hayal edemiyoruz.
Fikret Reyhan, önceki filmlerindeki gibi açık uçlu bir finali tercih ediyor. Gerilimi kuruyor ve birkaç dakika sonra neler olacağını göstermeden bitiriyor filmini. Çözümsüzlüğe elbette itirazım yok ama kendi adıma, finalin verdiği duyguyu sevdiğimi söyleyemem. Nesrin’in bağımsızlığına, gücüne vurgu yapan bir final bana daha iyi gelirdi.
Dramatik çatışması basit kurulan; iyiyle kötünün birbirlerinden net çizgilerle ayrıldığı bir film seyrediyoruz. Erkek karakterin Ömer’den farklı olarak, ‘babasının ataerkil düzeni ile Nesrin’e olan saygısı ve sevgisi arasında’ kaldığı bir filme hiç itirazım olmazdı mesela veya Nesrin’in değişim eğrisinin daha keskin yaşandığı bir hikâyeye...
‘Cam Perde’yi Fikret Reyhan’ın önceki iki filmi kadar sevmediğim aşikâr. Ama ele aldığı konuya farklı yaklaştığı kesin. Ayrıca, anlatım ve oyunculuklar gayet iyi. Nesrin rolüyle Adana Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu seçilen Selen Kurtaran ve İstanbul Film Festivali’nde en iyi erkek oyuncu ödülünü kazanan Alper Çankaya’nın performansları dikkat çekici. Her ikisi de melodram sularına girmeyen senaryonun hakkını veren, fazlalıklardan arınmış sade ama sağlam performanslar çıkarıyorlar.
(‘Cam Perde’ ve Fikret Reyhan’ın önceki filmleri ‘Sarı Sıcak’ ile ‘Çatlak’ı MUBI Türkiye’de seyredebilirsiniz.)
6.5/10
- Şerif Gören'in ardından52 dakika önce
- El emeği, göz nuru animasyon2 gün önce
- Oysa hayat şimdi ve "Burada"4 gün önce
- Maria'nın 'Paris'te Son Tango'su1 hafta önce
- Oz'un 'kötü' cadısının hikâyesi2 hafta önce
- Issız adaya düşen robot2 hafta önce
- Hikâye farklı, formül aynı3 hafta önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık3 hafta önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…1 ay önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 ay önce