ŞU sorunun yanıtını bulduğumuzda bugün yaşananın ne olduğunu anlamak daha kolay olur:
Birinci Dünya Savaşı ile bugün yaşanan savaşların benzer tarafı nedir?
“Savaş Üzerine” eseri, bugün de askeri akademilerde okutulan Prusyalı General, Entelektüel Carl von Clausewitz’den bu yana bu sorunun yanıtını bulmaya çalışıyoruz…
Clausewitz, zaman zaman tekrar okuma gereği duyduğum eserinde, “Devletlerarası ilişkilerde politikanın diplomasiden başka araçlarla (şiddet araçlarıyla) devamıdır” diye tanımlıyor.
Yakın geçmişe kadar da “silahlı kuvvet veya şiddet kullanma kapasitesine sahip devletler veya devlet dışı siyasi aktörler arasında gerçekleşen büyük ölçekli şiddet içeren çatışma ya da çarpışma” olarak tanımlanıyordu.
SAVAŞ, EKRANDA VARSA VARDIR, YOKSA YOKTUR
Fransız Sosyolog Jean Baudrillard ise 40 yıl önce, yine farklı cepheden bakıp, “Ekranda varsa vardır, yoksa yoktur” dedi ve savaşın bundan böyle simülatif alanda gerçekleşeceğini belirtti.
Peki ortada bir çatışma veya çarpışma yoksa bu savaş olarak kabul etmeyecek miyiz?
Bir dış politika aracı olarak kabul edilen savaş olgusu bugün ne Dünya savaşlarına, ne sonrasındaki iki soğuk savaş dönemine ne de vekâlet savaşlarına benziyor.
İsrail’in Lübnan’da gerçekleştirdiği yeni saldırısı ise yeni tip savaşın miladı…
Çünkü I. Ve II. Dünya savaşları, devletlerin temel aktör olmasının yanında, konvansiyonel olmayan silahların kullanıldığı, askeri olanların yanında sivil hedeflerin de vurulduğu bir savaştı.
Soğuk Savaş’ın iki dönemi de her ne kadar caydırma ve dengeleme üzerine kurulu taktik savaşı gibi görülse de sonuçta vekâletler aracılığıyla insan hayatını da hedefleyen ve öteki sahada gerçekleşen savaş süreciydi.
HEGEMONİK SAVAŞ
Askeri teknolojinin en son örneklerinin sıcak çatışmayı önleyen özelliği de bu savaşı diğerinden ayıran bir özelliğe sahipti.
Ajansların istihbarat savaşının yanında, vekâletler eliyle gerçekleşen caydırmaya dayalı özelliği de diğerlerinden farkıydı…
Bundan dolayı adına “hegemonik savaş” adı verildi; yani Dünya devleti kurma amaçlı olarak coğrafi sınırları olmaksızın az sayıda büyük gücün, diğer aktörlere karşı yürüttüğü savaş olarak yeni bir tanıma da neden oldu…
Bu yapısı, Westphalia Anlaşması’yla modern ulus devletlerin ortaya çıktığı 1648 yılından bu yana var olan bütün doktrinleri de yerle yeksan etti…
“Dehşet dengesine” dayalı özelliği de üçüncü nesil yeni bir savaş sistemine geçildiğini gösteriyordu.
Son tahlilde, üstünlüğü ele geçirenin organize ettiği barışı hedefleyen doktrin de bu savaş sisteminde yok oldu.
"Dördünce Nesil" savaş modelini de başlattı…
BARIŞI OLMAYAN BARIŞ
George Orwell, geleceği görüp 1945’te bu durumu “barış olmayan bir barış” olarak tanımlamıştı…
Orta Doğu’da çok uzun süredir barışı hedeflemeyip, kendisine ileride zarar verecek güç ve devletleri ortadan kaldıran, barışı olmayan barış dönemine tanıklık edilegeldi.
İki kutuplu bir dünya düzeninin de sonlandığı yeni bir yapıyı ortaya çıkardı…
Yukarıda da vurguladığım gibi, İsrail’in Lübnan’da çağrı cihazları ve telsizleri patlatarak binlerce kişinin yaralanmasına, onlarca kişinin de ölümüne neden olan saldırısı yeni model savaşın miladıdır.
Buna itiraz edenler olabilir...
İnsanoğlunun mancınıkları geliştirdiğinden bu yana, düşmanı uzaktan öldürmenin mümkün olduğu, ağacın gerilimi ile yapılan fırlatma sisteminin yerini, füze yakıtlarının ve güçlü patlayıcıların aldığından söz edilebilir.
HİBRİT SAVAŞININ BİR ADİM İLERİSİ
Bugün de onların yerini uzaktan gönderilen dalgaların aldığına da vurgu yapılabilir.
Bunun da füzeler veya dronlar gibi “uzaktan savaşın” bir yöntemi olduğunu savunanların yaklaşımı da haksız sayılmaz.
Bunun da devletler, teröristler, şirketler, vekâlet savaşçıları, hatta şirketler tarafından yürütülen bir siber saldırı olarak görülebilir.
Ancak unutulmamalı ki Lübnan’da Hizbullah’a karşı düzenlenen savaş, insanlara zarar veren birinci nesil savaştan bugüne uzanan ve son olarak, Rusça “hibrit savaşı” terimiyle de tanımlanan son nesil savaşı da kapsıyor.
Ancak bunu diğerlerinden ayıran bir özelliği daha bulunuyor, Orwell’den yola çıkarak, “savaşı olmayan savaş” özelliğine sahip bulunuyor…
KAYGILANDIR CAYDIR…
Hedefini de “kaygılandır caydır” modeli oturtuyor…
Bugün hükümetler içinden çıkamadığı iç sorunların çözümünde de uyguladığı bu model, devletlerde arasındaki çatışmalarda da yerini buluyor.
Her an başına bir sorun gelebileceği, bilmediği bir yerden bir donun veya füzenin gelip kendisini bulabileceği, her an dijital dolandırıcılıkla karşı karşıya kalabileceği, taşıdığı cep telefonunun da patlatılabileceği düşüncesi içindeki kitleleri kaosa itiyor…
Kendisini koruyacağı konusunda güvence gördüğü devletler ve yapıları güvensizleştiriyor.
İnancından, güvence gördüklerinden, ikbalinden, hedeflerinden caymalarını da beraberinde getiriyor…
Savaş olmayan savaş yapısının ilk örneğinin adımı atılmış bulunuyor…