Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ortadoğu, neresinden bakarsak bakalım kesintisiz bir çatışma alanı. Zaman zaman önemsizleştirme yönündeki algı operasyonlarına rağmen, bu çatışmalar küresel ölçekteki egemenlik mücadelesinin adeta merkezidir.

        Bu durumun, sadece enerji kaynakları üzerinde bir kontrol çabası gibi okunması yaygın ama bir o kadar da eksik ve yanıltıcı. Nitekim son yıllarda, özellikle de 7 Ekim 2023’ten sonra İsrail’in yapıp ettiği her şeyi, aynı zamanda teolojik bir çerçeveye oturtması dikkat çekici. Amerikan kongresinde Netanyahu’yu çılgınca alkışlayanların, bu zihniyetin ortağı ya da akrabası olduğu da herhalde abartılı bir yaklaşım olmaz.

        Neyse ki dünya bu sapkın arayışlardan ve bunları taşıyan güç merkezlerinden ibaret değil. Her şeyden önce olup bitene isyan eden bir insanlık vicdanı var. Bu katliamı ve arkasındaki zihniyeti mağlup edecek güç, bu tepkinin etrafında şekillenecek.

        TÜRKİYE: VİCDAN VE ORTAK ÇÖZÜM

        Türkiye, bir yandan bu vicdanın sesi olmaya, diğer yandan da kalıcı barışın yol haritasını şekillendirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de kendisini merkeze koyan bir yaklaşımla değil, bölgesel düzeyde ittifak arayışlarını gündeme getirerek hareket ediyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın bölgedeki ülkelerin taşın altına elini koyacağı bir “güvenlik ittifakı”nı gündeme getirmesi, ardından hafta başında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Kudüs Paktı” önerisi bu çerçeveye işaret ediyor.

        MHP lideri Bahçeli, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına tepki gösterdikten sonra şunları söyledi: "Ortadoğu'da barış ve huzur amacıyla Türkiye, Suriye, Irak, Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerinin girişimiyle bir 'Kudüs Paktı' oluşturulmalıdır. 'Kudüs Paktı'nı ülkemizin güvenliği bakımından gerekli görüyoruz."

        Bahçeli’nin şu sözleri de Türkiye’nin soruna bakış açısını ifade ediyor: “Kudüs konusu, sadece Filistinlilerin sorunu olmayıp bütün Müslümanların, aynı şekilde adalet ve hakkaniyet kaygısı taşıyan herkesin sorunudur. Kudüs, küresel barış ve huzurun anahtarıdır. Bu anahtar doğru kullanılmazsa tetiklenen kaos Ortadoğu’yu vurmakla kalmayacak, tüm dünyayı kasıp kavuracaktır.”

        RUSYA'DAN İRAN'A AÇIK DESTEK

        Günlerdir İran’ın İsrail’e yönelik misillemesi ve bunun ortaya çıkaracağı muhtemel sonuçlar üzerinden tartışıyoruz. Kamuoyunda genel kabul gören düşünce, Tahran yönetiminin bu cevabının yine vekil güçler eliyle olacağı, ama doğrudan İsrail’i savaşa çekecek bir ölçeği aşmayacağı. Ayrıca bu yönde çok derin bir inandırıcılık sorunu var.

        Mesele savaş olunca, en küçük bir ihtimali bile dikkatle değerlendirmek gerekiyor. Ayrıca İran’ın vereceği cevabın şiddeti ne olursa olsun, İsrail’in gerilimi tırmandırma ve daha geniş bir alanda savaşın kapısını açma niyetinde olduğu kanaat çok güçlü.

        Bu defa tabloyu daha tedirgin edici kılan gelişme, Rusya’nın İran’a silah desteği vererek pozisyon alması. Moskova-Tahran hattındaki yakınlaşmanın stratejik işbirliğine evrilmesi yeni değil elbette. Putin, İran’ın özellikle pek çok Arap ülkesinde ciddi bir etkinlik ve yayılmayla sağladığı gücünü yitirmesini istemiyor. Silah desteğinin göstere göstere yapılması ise ABD-İsrail hattını uğraştıracak yeni bir çatışma zemininden yararlanma hedefini taşıyor.

        Tam olarak burası, Ukrayna üzerinden Rusya’yı yenemese bile hayli yıpratan ABD’yi tedirgin ediyor. Amerika'nın İsrail’in savaşı bölgeye yayma hırsına mesafeli ve isteksiz olmasının böyle bir arka planı olması muhtemel.

        İRAN NEREDE DURACAK

        İran açısından durum çok daha karmaşık. Tahran, istihbarî zaaflarının derinleşmesi ve üst düzey isimlerini peş peşe kaybetmesinin ardından, itibarını derinden sarsan Haniye suikastını yaşadı. Üstelik Batıya daha ılımlı mesajlar vermeye başladığı yeni cumhurbaşkanının yemin töreninden saatler sonra.

        Rusya’nın açık desteğiyle bir savaşa girmek ve bu denklemde vekil güçleriyle pek çok ülkede elde ettiği nüfuzu koruyabilmek, sözü edilen stratejik ittifaka bakılınca doğal gibi görünüyor. Oysa buradaki asıl önemli nokta, Tahran yönetiminin Moskova’nın uzantısı gibi görünmeyi kabullenmesinin getireceği sorunlar. İran’ın buna gerçekten koşa koşa gönüllü olacağını düşünmek biraz aceleci bir yaklaşım.

        Tahran yönetimi, geniş bir coğrafyada elde ettiği nüfuz alanlarının ardından, önem verilen ve ciddiye alınan bir bölgesel güç olarak sahne almayı hedefliyordu. Bunu nükleer teknoloji konusundaki takviminden bağımsız düşünemeyiz elbette.

        Ancak son birkaç yılda yaşananlar İran’a bu fırsatı ve itibarı verecek gibi görünmüyor. Yeni cumhurbaşkanının dış politikasının ne olacağını konuşmaya bile fırsat kalmadan, İsrail’e yönelik misilleme tartışması gündemin merkezine oturdu. Bunu yapmak zorunda hissediyor, çünkü özellikle nüfuz alanlarında itibarını ve varlığını korumak için ihtiyacı var.

        Sonuçları hepimizi yakından ilgilendirdiği için biraz daha ayrıntı sunmak istedim. Sabaha neyle uyanacağız kimbilir.