DVD'lerinize sahip çıkın
Ali Kemal Güven’in İstanbul Film Festivali’nden ödüllü “Çilingir Sofrası” filminin bu yaz başında yüklendiği GAIN platformundan kaldırıldığını dün tesadüfen öğrendim. GAIN diye bir platformun hala var olduğunu da. Yönetmeninin de tesadüfen haberi olmuş; filmi arayıp bulamayanlar birkaç gündür şikayet etmeye başlayınca.
“Çilingir Sofrası” karmaşık telif anlaşmaları sonucu ‘streaming’ platformlarının kendi kafasına göre yok ettiği filmlerden sadece biri. Bu hafta Sony de PlayStation platformundan Discovery yapımlarının tamamını kaldıracağını açıkladı. PlayStation’ın kendi dijital mağazasından satın almış olsanız, parasını ödeseniz bile bu içerikler yok olacak. Discovery özellikle Amerika’da WB’yle yaptığı şirket evliliğinden beri kendi platformu Max’i geliştirmeye çalışıyor, bu yüzden başka platformlardan içeriklerini süresi doldukça topluyor.
Bir içeriğin bir platformdan diğerine transfer olması belki anlaşılabilir. Ama parasını verip satın aldığınız televizyon programı, dizi ya da filmin sonsuza kadar dijital kütüphanenizde kalacağını düşünüyordunuz, değil mi? PlayStation’ın hepimizin okumadan kabul edip geçtiği kullanıcı sözleşmesinde içeriklerin sonsuza kadar kalmayacağı belirtiliyor. Ama kredi kartı bilgimizi verip tek tıkla dizi-film satın almaya başladığımızdan beri dijital içeriklerin tıpkı DVD ya da VHS’ler gibi bizim mülkümüz olduğunu varsayıyorduk.
HER ŞEY KAYBOLABİLİR
Meğer değilmiş. Eğer telif sözleşmeleri, bütçe sınırlamaları ve rekabetin gerektirdiği şartlar devam ederse stüdyoların iTunes gibi dijital marketlerden sattığı içerikleri geri çekmesi de söz konusu olacak.
Şu anda ‘streaming’ dünyasının doyuma ulaştığı ve bundan sonra bazı platformların yok olmaya başlayacağı bir döneme giriyoruz. Ve bunun bedelini hep beraber ödeyeceğiz. Bazı platformlar yok olacak, ayakta kalanlarsa külliyatlarını törpüleyip masrafları kısarak bize sınırlı içerik sunacak.
Platformlar sadece dışarıdan satın aldıkları içerikleri değil, kendi iç yapımlarını bile kaldırmaya başladı. HBO ve Disney’in kendi arşivinden, kendi çektikleri dizi ve filmlerden bazılarını bulmak mümkün değil. Bu yapımlar her gösterildiğinde üretenlere telif ödemek zorunda oldukları için hazır içerikleri masraf kısma politikası bağlamında yok etmeyi tercih ediyorlar. Hollywood grevinin bir gerekçesi de dijital platformlardan yaratıcılara ödenecek telifti zaten.
WB bu sene tamamlanmış “Batgirl” filmini rafa kaldırdı mesela. 90 milyon dolar harcayıp tamamladıkları filmi göstermeyecekler. Çünkü yapılan hesaba göre tanıtım bütçesi, ardından ödenecek teliflerle film kendilerine daha fazlaya mal olacak. Biz milliyetçi hezeyanlara kapılıp duralım, Disney de aynı gerekçeyle “Atatürk” filmini yayına sokmadı. Astarı daha pahalıya gelecekti çünkü.
Platformların yok ettiği içerikleri başka bir şekilde izleyebilmek mümkün değil. Sadece stüdyoların arşivlerinde duran dizi, film ve programların “hard copy”leri ya hiç yok ya da eksik.
Netflix’in yeni ve berbat filmi “Leave the World Behind” bile dünyada kıyamet yaşandıktan sonra geriye DVD koleksiyonunun kalacağını gösteriyor sonunda. Bir dijital platform filmi için daha büyük bir ironi olamaz herhalde.
Dün büyük telaşla Oksijen’in dijital platformlardan sorumlu editörü Elçin Yahşi’yi arayıp DVD arşivini saklayıp saklamadığını sordum. Yahşi’nin tek başına sinematek kurabilecek kadar geniş bir arşivi var ve yıllardır biriktiriyor. Neyse ki hiçbirini atmamış.
Onunkine yetişmese de benim de fena olmayan bir arşivim vardı. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü epey bir zaman önce artık DVD’lerime ihtiyaç olmadığı için çoğunu dağıttım. Yıllar içinde özel olarak araştırılarak toplanmışlardı. Kim bilir ne para döktüm. Amazon’dan sipariş vererek, HMV’den İngiliz içeriklerini toplayarak, Barnes and Noble’dan Criterion’ları alarak, Almanya ya da Fransa’dan ABD ve İngiltere’de baskısı bulunmayan filmleri bularak oluşturduğum, birçok nadir içeriği barındıran kıymetli bir arşivdi.
Bugün o arşivden aradığım birçok film ve diziye ulaşmam mümkün değil. İstesem bile sıfırdan DVD’lerini almam mümkün değil. Kimi ikinci el pazarında fahiş fiyata bulunuyor ancak.
10 sene önce kendi kendime bir karar verip tek bir bavula sığarak yaşamayı hedefledim. Kitaplar, filmler, mutfak araç-gereçleri ağırlık yapıyordu. Eşyaların fiziksel ağırlığı bir süre sonra zihinsel ağırlığa dönüşüyordu ve hafiflemek istiyordum. Bu konuda ne kadar başarılı olduğuma emin değilim: Giderek daha az kitap tutuyorum ve çoğunluğunu iPad’den okuyorum, ama daha geçen gün iki tane taş gibi ağır Staub marka “cocotte” siparişi verdim.
DVD’lerden kurtulmak ise en kolayıydı. Ne de olsa aradığım elimin altındaydı, bütün platformlarda bulmak mümkündü. Oysa kısa sürede böyle olmadığını anladım.
Şimdi bazen iTunes’da indirimde görünce zamanında DVD’sine sahip olduğum filmleri yeniden satın alıyorum. Bazen de yine DVD almaya mecbur kalıyorum, çünkü izlemek istediğim filmler dijital ortamda yok. Platformlarda yok demiyorum, dijitale hiç aktarılmamış. Bu filmlerin sayısının çok az olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Aynı durum müzik için de geçerli.
HAFIZA YOK OLUYOR
Bazen New York’ta kötü ve küçük bir sinemada daha önce hiç duymadığım bir film gösterime giriyor. Koşa koşa gidip izlemeye çalışıyorum, çünkü başka yerde yakalamam mümkün değil. Böyle bir şehirde yaşamasam, dergi-gazete okumasam bu filmlerin varlığından da haberdar olmayacağım ve kendi kendime keşfedemeyeceğim.
Stüdyolar karlılığı esas alıyor ve dijital külliyatın korunması gerektiğine inanmıyorlar. “Batgirl”ü iptal eden WBD yöneticisinin bir sonraki hamlesi eski Hollywood filmlerini gösteren olağanüstü kanal TCM’i yok etme girişimiydi. Martin Scorsese, Paul Thomas Anderson ve Steven Spielberg isyan edince şimdilik geri adım attı.
Tek amacı kar etmek olan bu şirketler sinema ve televizyon arşivine sahip çıkmanın kamusal hizmet, hatta insanlığa karşı sorumlulukları olduğunun farkında değiller. Oysa bu arşivler cılızlaştıkça toplumsal bellek de darbe alıyor, tarih ortadan kaldırılıyor.
Herhangi bir içeriği dijitale aktarmak sanıldığından çok daha zor. 2008’de Universal müzik şirketinin deposu yandığında gün yüzüne çıkmamış binlerce ham bant tarih oldu. Dünyanın en önemli müzik arşivlerinden biriydi ve dijitale aktarılmadığı ve başka kopyaları olmadığı için tamamen yok oldu. İçlerinde ne olduğunu, neyi kaybettiğimizi asla öğrenemeyeceğiz.
Arşivcilik bütçe ve insan gücü gerektiriyor, maddi karşılığı da hiç yok. Milliyet gazetesinin büyük emeklerle dijitale aktarılan arşivi gazetenin sahipleri bunun değerini anlayamadığı için çürüyor. Beş sene emek verdiğim Radikal gazetesi ise tamamen uçtu.
Kısa süre önce ev taşıyan bir arkadaşım ona teslim ettiğim kutular dolusu gazete ve dergi arşivini ne yapması gerektiğini sordu. Sadece kendi yazılarım değil, yıllar içinde biriktirdiğim ve bugün dijitalde bulmanın imkansız olduğu bir sürü basılı içerik o kutularda saklı. “Aman,” dedim, “gözün gibi korumaya devam et.” En azından onlar güvende. Şimdi dağıttığım DVD’lerimi toplamanın zamanı.
- Huysuz divalar7 dakika önce
- Çok yeni ve şimdiden çok iyi olma yolunda2 gün önce
- Paranın kaynağı1 hafta önce
- Bombanın patladığı yerde tam 30 sene sonra1 hafta önce
- Paul Pogba olayı bize çok tanıdık1 hafta önce
- Bluesky o eski sosyal medya günlerini geri getirecek mi? (Hayır.)2 hafta önce
- Hamiş'in vasiyeti adeta2 hafta önce
- Konserler, ünlüler, paralar2 hafta önce
- Trump oligarklar rejimi kuruyor3 hafta önce
- Baklavacı asla sadece baklavacı değildir3 hafta önce