Sadece tarih kitaplarına ya da gazete kupürlerine bakarak dün 100 yaşında ölen Jimmy Carter için Amerikan tarihinin en kötü başkanı yorumu yapmak kolay olacaktır. Carter bir dönemlik başkanlığını bitirirken arkasındaki kamuoyu desteği yüzde 30’lardaydı, Amerika da benzin kuyruklarında bekleyen, İran tarafından diplomatları rehine olarak tutulan zayıf bir ülkeye benziyordu.
Ancak zamanla, Amerikan toplumu geriye baktığında tarihe karşı daha cömert yaklaşıyor. Tıpkı Trump’lı yılları daha iyi hatırladığı için Jimmy Carter’ın başkanlığı da epey zaman sonra hak ettiği itibara kavuştu. Bugün Carter için Amerikan tarihinin en başarılı başkanı denebilir. Büyük ihtimalle en ilerici olandı da.
12 EYLÜL’Ü O MU YAPTI
Gerçi Türkiye’de hep 12 Eylül darbesiyle anılacak Jimmy Carter ve toplumsal bilinçaltından, hem sol hem de sağ kesim için onun başkan olduğu dönemde Amerikalıların darbe yaptığı düşüncesi hiçbir zaman silinmeyecek. CIA İstasyon şefi Paul Henze’ye atfen “Bizim çocuklar yaptı,” ifadesi de 12 Eylül’deki Carter’ın rolü olarak kanıt olarak gösteriliyor.
Aslında Henze’nin böyle bir ifadesi olmadığı gibi yıllar sonra Mehmet Ali Birand’a “Ankara’daki çocuklar yaptı,” dediğini, Başkan’ı bilgilendirdiğini söylemişti. Bildiğimiz bir başka gerçek de Jimmy Carter’ın dünyaya demokrasi getirmek için çok çabaladığı ve hemen arkasından gelen Reagan’ın bu idealden vazgeçtiği.
Kim bilir, belki de Carter’ın ötesinde güçler vardı 70’lerin sonunda. Nitekim Georgia’dan Washington D.C.’ye geldiğinde Beyaz Saray için hala amatördü, müesses nizam ve başkent eliti tarafından hep küçümsendi. Kendisi de devletin nasıl işlediğini pek bilmiyordu ilk başlarda, zaten alışılmadık bir politikacıydı. Hata anti-politikacı.
BİRAZ ECEVİT GİBİ
Eğer bizden bir benzetme yapmam gerekirse Jimmy Carter için Amerika’nın Ecevit’i diyebilirim. Ama elit kökenden gelip halk adamı rolünü başarıyla oynayan Bülent Ecevit’in aksine Carter’ın kökeni gerçekten Amerikan taşrasına, yer fıstığı tarlalarına dayanıyordu. Hayatı boyunca da hep memleketi Plains’de, memleketinin adına yakışacak kadar sade bir hayat yaşadı. Amerikalıların 1977 yılında onu seçmelerinin belki de en büyük nedeni topluma her zaman doğruyu söyleyeceğini vaat etmesiydi.
Jimmy Carter kısa sürede su katılmamış dürüstlüğün politikada iş yapmadığını anladı. Bu kural Ankara’da da aynı Washington’da, ama Bülent Ecevit’in aksine oyunu kurallarına göre oynarken o kendi ilkelerine hiç ihanet etmedi. Dahası, Ecevit oyundan ne zaman çıkması gerektiğini hiç bilemedi.
Ecevit’in inadı ve özellikle son yıllardaki kapasitesizliğinin bedelini Türkiye çok ağır ödedi. Carter ise ikinci kez seçilemedikten sonra Plains’e döndü ama insanlığa hizmet etmeyi sürdürdü. Onu emekli olduktan sonra da dünya barışı için koştururken ya da elinde çekiçle ihtiyaç sahipleri için yapılan ev inşaatlarında görmek şaşırtıcı değildi. Bir anlamda, emekli olan Amerikan başkanlarının nasıl davranması gerektiğinin yol haritasını da çıkardı.
Büyük ihtimalle biraz da başkanlık sonrası döneminde insanlığa yaptığı katkılar Carter yönetiminin sonradan daha objektif bir şekilde değerlendirilmesini sağladı. Bilindik anlamada bir politikacı değildi, politikanın kurallarını reddediyordu ve görevdeyken halktan zor günlerde biraz daha fedakarlık, biraz daha sabır istemişti. Ama halk ona bunu çok gördü, onun yerine Amerika’da ertesi sabah yeniden güneşin doğacağını, her şeyin çok güzel olacağını vaat eden Ronald Reagan’ı seçti.
Reagan’lı yıllar hakikaten de Amerika’nın güneşli günleri olarak anılıyor. Ama tıpkı Kemal Derviş’in kemer sıkma politikalarının üstüne yatıp, bu politikaların doğal sonucu oluşan şahlanan ekonomi yarattığı rüzgarını pazarlayan AK Parti gibi Reagan’ın başarısı da Carter’ın attığı adımlarda gizliydi. 70’lerin sonuna gelindiğinde petrol krizi vardı, buna bağlı olarak da yüksek enflasyon. Carter ise uyguladığı ekonomik programın sonuç vereceğini biliyordu ve halktan biraz daha vakit istiyordu, biraz daha sabretmelerini bekliyordu.
Halkın sabretmemesi Carter sonrası politikacılara da ders oldu: Seçmene hiçbir zaman doğruları söylememek lazım, acı reçete için süre istememek gerek, her zaman en garantili olan pembe bir gelecek satmaktır. Amerikan halkı Carter’a bir dönem daha şans verseydi hem ekonomi çözülecek hem de bambaşka bir dünya olacaktı. Amerikan toplumunun kökeninde özveri değil açgözlülük olduğu, fedakarlık yerine daha da büyümeye öncelik verdiği aslında ilk kez bu vesileyle bu kadar görünür oldu.
MİRASI YOK EDİLİYOR
Jimmy Carter geçtiğimiz yıllarda desteklediği Bernie Sanders’dan önce ilerici politikaları Beyaz Saray’a getiren belki de en solcu başkandı. Beyaz Saray’a inşa ettiği güneş enerjisi panelleriyle çevre konusunda ilk ciddi duyarlılığı göstermiş, 45 sene önce yeşil politikaların adımını atmıştı. Reagan geldiğinde o panelleri törenle söküp attı.
Aslında hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar için Carter bir zayıflık abidesiydi. Bu yüzden de sık sık küçümsendi, dalga geçildi. Hatta pek çok politikacı onun adını anmaktan, ona benzetilmekten kaçındı. Pek azı Carter’ın başardıklarını başardı oysa. İşin ironik tarafı, Carter öldüğü gün bile hala mirasını yok etmek için uğraşıyorlar.
Carter’ın şahsi çabalarıyla sağladığı İsrail ve Mısır arasındaki barış Ortadoğu’da istikrarı sağlamak için atılmış tarihi bir adımdı. Camp David’de başlayan görüşmeler tıkandığında bizzat Kahire ve Kudüs’e giderek, teker teker liderleri ikna ederek masaya çekmeyi başardı. Aslında iki devletli modelin ilk tohumlarını ekiyordu. Carter sonraki yıllarda da İsrail’i Güney Afrika’daki “apartheid” rejimine benzetti ve müesses nizamın tepkisini çekti.
Bugün yeni Amerikan yönetimi Ortadoğu’yu daha da karıştırmak ve İsrail’in sınırsızca istediklerini yapmasına göz yummasına hazırlanıyor. İki devletli modelin tamamen iflas ettiğini varsayabiliriz Trump ve küçük ortağı Netanyahu sayesinde.
Bugün Panama da yeniden Amerika’nın gündeminde. Carter iki ülke arasında gerginliğe neden olan Panama Kanalı’nın yönetimini Panama’ya verilmesini sağlamıştı. Gerekçelerinden biri ABD’nin küçük ülkelerle ilişkilerini de karşılıklı saygı çerçevesinde yürütmesi, ancak bu sayede diplomatik olarak yol alınabileceğini savunuyordu. Latin Amerika’yla çok daha yakın bağlar kurmayı hedefliyordu.
Bugün Trump daha göreve gelmeden Panama Kanalı’nı geri almanın hayalini kurup sadece küçük ülkeleri değil, Kanada gibi komşularını da küçük görüyor, uluslararası ilişkilerde saygıdan kopuyor.
Carter’in bir başka mirası da Enerji ve Eğitim Bakanlıklarını kurmaktı. Trump göreve geldiği ilk gün Eğitim Bakanlığı’nı kaldıracağını vaat etti.
İRAN REHİNE KRİZİ TEZGAHI
Carter’ın tek dönem başkan olarak kalmasının en önemli nedeni enflasyonsa Amerikan televizyonlarının her gece İran’daki rehin alınan diplomatları hatırlatması da etkiliydi. Bu kriz hiç çıkmayabilirdi oysa. İran’da İslami devrim gerçekleştikten sonra Şah Pehlevî de Meksika’ya kaçmış, kanser olmuştu. Aralarında Henry Kissinger ve Zbigniew Brzezinski gibi isimler Başkan’a baskı yapıp Şah’ın ABD’de kanser tedavisi görmesini söylüyordu. Carter bu durumda olacakları önceden öngörmüştü, “Yarın öbür gün Büyükelçiliğimizi basıp diplomatlarımızı rehin alırlarsa…” Sonunda insanlığı baskın geldi, ağır bedel ödeyeceğini bile bile Şah’ı ülkeye aldı.
Haberin yayılmasıyla birlikte mollanın destekçileri Amerikan Büyükelçiliği’ni bastı. Amerika’nın kurtarma operasyonu helikopterin düşüp askerlerin öldüğü fiyaskoyla sonuçlandı. Sonunda İran’ın rehineleri iade etmesi sağlandı, ama bu sefer de Reagan’ın ekibi devreye girerek kararın ertelenmesini sağladılar. Carter’ın seçim öncesi zafer kazanmasını istemiyorlardı. Yıllarca inkar edilen bu Ekim sürprizi tezgahı nihayet geçtiğimiz yıllarda itiraf edildi.
Ocak ayında, Carter görevi Reagan’a devretmeden bir gün önce sabahın erken saatlerinde rehinelerin iade edileceği haberi geldi. Kendi günlüklerinden aktardığına göre Carter erkenden haberi vermek için Reagan’ı aradı, ama seçilmiş başkan rahatsız edilmek istemiyordu. Zaten tezgahın ortasındaydı, mışıl mışıl uykusunu bölmedi.
İNSANLAR HAK ETMİYOR
Jimmy Carter belki yeniden kazanabilirdi, ama seçim kampanyası yapmak yerine bütün enerjisini rehine krizine harcamıştı. Danışmanlarının itiraz etmesine rağmen. Ama önceliği bu insanların güvenliğiydi, halkın da bu özverinin karşılığını vereceğini düşünüyordu belki de. Olmadı, onun yerine konusuna hakim olmasa da kameraları iyi kullanan bir Hollywood aktörünü seçtiler.
100 yaşında ölen Carter geride acı bir miras bırakıyor aslında. Politikada iyi insanlara yer olmadığı, politikanın bu insanları yok ettiğini hatırlatıyor. Belki o yüzden hizmet aşkıyla yanıp tutuşan, insanlar ve ülkesi için iyi şeyler yapabileceğine inanan pek çok kişi bu işe bulaşmıyor. Carter türünün ilk ve son örneğiydi. Ama bir yandan da dünyaya böyle bir model de bırakıp gitti. İyi insanların değerleri zamanında bilinmese de tarih tarafından haklarının verileceğini gösterdi. Hiçbirimiz Carter gibi birini hak etmiyoruz, çünkü kısa dönemli çıkarlarımızın peşinden koşup bize kolay yoldan bunları verecek ahlaki çıtası düşük politikacılara görev veriyoruz. Aslında hepimizin daha iyi bir dünya için ihtiyacı olan daha fazla Jimmy Carter, ama 100 yılda bir kere geldi. Bir daha da gelmeyecek.