Ölümlerin yarısı bu hastalıktan!
Dünyada en fazla ölüm sebebi olarak bilinen hastalık kanser. Ancak buna bir yenisi daha eklendi...
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Yönetim Kurulu üyesi Prof. Dr. Levent Oğuzkurt, dünyada ölümlerin yüzde 50'sinden fazlasının damar hastalıklarından kaynaklandığına dikkat çekti.
Yaşam süresine paralel olarak damar hastalıklarının görülme sıklığının arttığını dile getiren Prof. Dr. Oğuzkurt, mevcut teknolojiyle damar hastalıklarıyla cerrahi yollardan mücadele edilebildiğini anlattı. Yaşanan tek sıkıntının, damarları açık tutmak olduğunu söyleyen Prof. Dr. Oğuzkurt, "Vücuttaki her damarı açıyoruz. Sıkıntımız, açık tutmak. Bunun için de yeni yöntemlere ihtiyacımız var.' değerlendirmesinde bulundu.
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği tarafından bu yıl 9'uncusu düzenlenen ve 450 katılımcının takip ettiği "Girişimsel Radyoloji Yıllık Toplantısı'nda konuşan Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Mehmet Halil Öztürk de, "Eskiden beyin ameliyatlarıyla tedavi edilen beyin damar hastalıkları, artık kapalı yöntemle damar içerisinden özel üretilen malzemelerle tedavi edilmektedir" dedi. Prof. Dr. Öztürk, girişimsel radyolojik işlemlerin, damar ve damar dışı organlarla ilgili iki büyük gruba ayrıldığını bildirdi. Damar hastalıklarında en riskli grubun, beyindeki müdahaleler olduğuna dikkati çeken Prof. Dr. Öztürk, "Eskiden beyin ameliyatlarıyla tedavi edilen beyin damar hastalıkları, artık kapalı yöntemle damar içerisinden özel üretilen malzemelerle tedavi edilmektedir" dedi.
HAREKETSİZ YAŞAM FELCE YOL AÇIYOR, 3. BÜYÜK ÖLÜM NEDENİ
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Genel Sekreteri Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı'ndan Prof. Dr. Akif Şirikçi de felç ile ilgili açıklamalarda bulundu. Felç rahatsızlığının dünyanın en büyük sağlık problemlerinden biri olduğunu, istatistiklere göre üçüncü ölüm sebebi olduğunu ifade eden Prof. Dr. Şirikçi, şunları söyledi: "Ama yaşayan insanlar içinde sakatlık, nörolojik hasarlar ilk sıralarda. Şüphesiz bir kısmı önlenemez ama üçte birlik bölümü erken tanıyla önlenebilir bir hastalık. Yeme içme, hareketsiz yaşam, beraberinde hayat süresinin uzaması, özellikle açık sarma şeklindeki tütün damar kireçlenmesi hastalıklarına ciddi zemin oluşturuyor. Rakamlarla yine 2000'li yılların başlarından bu yana binin üzerinde hastaya müdahale edip tedavi etmeye çalıştık. Burada ilk adım tanı. Radyologlar olarak burada iyi değerlendirip zamanında yönlendirirsek, stent dediğimiz tedavi şekilleriyle hiç kesmeden 1 gün hastanede kalarak tedavi edilebilecek bir hastalık. Tek şart halkın bilinçli olması ve başvurdukları hekimlerin böyle bir tedavi şeklinin olduğunu bilmesi. Felcin bir kısmı ailesel genetik sebeplerden dolayı önlenemeyen, bir kısım ancak diğer risk faktörleri, tansiyon şeker sigara kullanımı gibi hastalıklar kontrol altına alınabilir. Kişi damar kireçlenmesi dediğimiz hastalıkla ömür boyu devam etmek zorunda. Risk faktörlerini kontrol edilmesi ve halkın uyarılması hem ülke ekonomisi, hem ailesel dramlar düşünüldüğünde çok önemli hale geliyor."
KANSER TEDAVİSİNDE TÜMÖR YAKMA YÖNTEMİ
Türk Girişimsel Radyoloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı'ndan Doç. Dr. Fatih Gülşen de kanser tedavisinde tümör yakma yöntemi hakkında bilgi verdi. "Kanser hali hazırda dünyadaki en önemli sağlık sorunlarından biridir ve görülme sıklığı giderek artmaktadır" diyen Doç. Dr. Gülşen, değişik girişimsel radyolojik işlemlerin kanserle mücadelede çok önem kazanmaya başladığını anlattı. Bunların en önemlilerinin tümöre ciltten ulaşılarak yapılan yakma işlemleri ve tümöre damar içinden ulaşılarak yapılan tedavi olduğunu anlatan Gülşen, sözlerini şöyle sürdürdü: "Tümör yakma işlemleri, çok büyük boyuta ulaşmamış tümörlerde cerrahi çıkarmaya benzer oranlarda kanseri ortadan kaldırabilen tedavilerdir. Tedavi edici nonvasküler (damar dışı organlarla ilgili) girişimsel radyolojik uygulamalar, değişik anatomik bölgelere ve hastalıklara göre çok çeşitli olup, abse/kist tedavileri gibi sıvı drenajlarını, böbrek veya safra kanallarına yönelik katater girişimlerini, radyofrekans veya mikrodalga ablasyon gibi tümör yakma işlemlerini içermektedir. Abse veya kist gibi hastalıklı sıvı toplanmaları görüntüleme eşliğinde özel iğneler ile cilde geçilerek ve buralara kateter yerleştirerek boşaltılıp tedavi edilebilirler. Bu yöntemle böbrek kistleri, kist hidatik gibi bir zamanlar ancak cerrahi yöntemle tedavi edilebilen hastalıklar, kolaylıkla ortadan kaldırılabilmektedir."
Tümörlerde radyofrekans veya mikrodalga enerjileri bir iğne ile hastalıklı bölgeye, görüntüleme eşliğinde iletilerek yüksek ısı oluşturulduğunu anlatan Doç. Dr. Fatih Gülşen, şunları kaydetti: "Bir diğer ifade ile tümör yakılarak ortadan kaldırılmaktadır. Kanser dokusu bu ısı ile tahrip edildikten sonra iğne çıkarılmaktadır. Bütün bu işlemler hasta açık ameliyata gitmeden, 1-2 günlük hastane yatış süresi ile gerçekleştirilir ve hasta işlem sonrası günlük hayatına kısa sürede geri dönebilir. Bu yöntem en çok karaciğer tümörlerinin tedavisinde kullanılmaktadır. Bununla birlikte potansiyel olarak birçok tümörde kullanılabilecek bir yöntemdir. Bu tedavi hipertermi tedavisi olarak bahsedilen ısıyla tedavi işleminden farklıdır. Hipertermi tedavisinde vücudun tümü veya bir kısmı 40-42°C ısıtılarak kanser hücrelerinin zayıflaması, hasarlanması amacıyla yapılır, kemoterapi ve radyoterapi gibi tedavileri tamamlayıcı bir yardımcı tedavi yöntemidir. Tek başına tümörü öldürme yeteneğine sahip değildir. Ancak, radyofrekans veya mikrodalga yöntemlerinde vücut veya vücudun bir parçası değil direkt olarak tümörün kendisinin yok edilmesi hedeflenir ve ısıtma işlemi değil 60-100oC sıcaklık ile yakma işlemi uygulanır. Bu tedavi yöntemi ilk olarak 1990 yıllarda hastalarda uygulanmaya başlanmıştır ancak son 10-15 yıldır sıklığı gittikçe artan oranda ülkemizde yapılmaktadır. Bu tedavi yöntemi uygun hasta grubunda kullanıldığında tümörlerin yaklaşık yüzde 90'ının yakılabildiği ortaya konmuş olup hastaların 5 yıllık sağ kalım oranları da yüzde 65'lere varabilmektedir."