Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

KAÇIRMIŞIM. Kaçırmamış olsaydım, 24. yıldönümü vesilesiyle Doç. Bahriye Üçok suikastı (6 Ekim 1990) konulu bir yazıyı önceki gün yazabilirdim.

Herhalde biraz da çekinmiş olmalıyım. Öyle ya, eski defterleri kuşkucu bir üslupla açana hemen “komplocu” sıfatı yapıştırılıyor. Habertürk’te yazdığımı düşünüp Neme lazım’’ demiş olmalıyım...

Oysa, işte gördük, başkalarına kolayca “komplocu” diyebilen bir meslektaş, “pop sosyolog” sıfatını daha fazla hak etmek için olacak, şöyle yarım asırlık bir gecikmeyle de olsa, dünyanın birkaç büyük gizemli olayını birden işlediği bir yazı dizisiyle çıktı okurlarının karşısına.

Vatikan’ı işledi.

Papa 1. Jean Paul’ün seçilmesinden sadece 33 gün sonra hayatını aniden kaybetmesine kuşkuyla yaklaştı... “Tanrı’nın bankacısı” denilen Roberto Calvi’nin Londra’daki Black Friars Köprüsü üzerinde asılı bulunan cesedinin fotoğrafını olayın “suikast” değil “masonik bir cinayet” olduğunu özellikle belirterek sergiledi.

Daha neler ve neler anlattı dört gün boyunca...

İnternetin gizemli girdaplarında dolaşanların sıkça karşılaştığı Vatikan eksenli komplo iddiaları, böylece, tarihinde ilk kez Hürriyet’te de kendilerine yer bulmuş oldu.

Kınadığım sanılmasın; tam tersine, tarihin gizemli yönleriyle ilgili “komplo” kokusu alınan anlatımlarda, ne kadar uçuk kaçık görünseler de, gerçeklere yaklaşan yönler olduğunu bilirim. “Komplocu” ithamları, “komployu” saklama amaçlı bühtanlardır çoğu kez.

Olaylarla ilgili gerçeklere ulaşmak için, “komplo” iddiasıyla bir kenara itilen açıklamalara yakından bakmakta yarar vardır.

Sözgelimi Doç. Bahriye Üçok suikastına...

Dönemin MİT Müsteşarı Korg. Teoman Koman, suikasttan bir süre sonra (9 Temmuz 1992), aralarında benim de bulunduğum gazetelerin Ankara temsilcileri ve yazarlarıyla buluştuğu bir ortamda, “Halbuki biz kendisini teşkilata çağırıp bombalı paketlerin nasıl açılacağı konusunda eğitmiştik’’ demişti.

Aynı ortamda, MİT Müsteşarı, Uğur Mumcu’nun bir sorusu üzerine, “Siyasi suikastlar yakında yine başlayabilir’’ demiş ve eklemişti: “İçinizden birini de kaybedebiliriz.’’

Uğur Mumcu’yu 24 Ocak 1993’te kaybetmiştik...

Prof. Muammer Aksoy’la (31 Ocak 1990) başlayıp Prof. Ahmet Taner Kışlalı’yla (21 Ekim 1999) zirveye varan bir dizi siyasi suikastın işlendiği bir dönemdi. Kışlalı suikastı sonrasında, kuzeni Hıncal Uluç, bombanın şoförün görmesi beklenerek ön kaputun üzerine konmuş olmasından hareketle, “Amaç Ahmet’i öldürmek olsaydı bomba aracın görünmez bir yerine yerleştirilirdi; bir bomba ancak bu kadar ‘patlamasın’ diye konabilir’’ diye yazacak, kardeşi Mehmet Ali Kışlalı ise yıllar sonra, “Eğer cani farklı bir kesimden çıkarsa...’’ kuşkusunu dillendirecekti...

Ya Bahriye Üçok suikastı?

Onda da kuşku, öldürülmesi değil, “laik ve Atatürkçü kimlikli birine karşı suikast girişimi” olarak kalması planlanarak sahneye konulmuş bir operasyonda, uyarıldığı halde, Üçok’un bombalı paketi yanlış biçimde açması üzerinde yoğunlaşıyor...

Paketi kargo şirketine götüren “görevli” öldürülecek, paketi teslim alan kargo şirketi görevlisi genç kız sırra kadem basacak ve böylece izler ortadan kaldırılacaktır...

Evet tam bir “komplo” idi Üçok suikastı... Kışlalı suikastı da öyle...

Sizler tabii bu teze inanmamakta serbestsiniz...

Belki “pop sosyolog” bir dahaki bayrama o dönemin suikastlar trafiğiyle de ilgilenir; ilgilenirse, Vatikan konusunda olduğu gibi, eski yazılarımda istifade edebileceği pek çok ilginç ayrıntı bulacaktır.

NOT: Dizide sürekli “Kutsal Deniz” diye Türkçeleştirdiği bir kavram var. Galiba “Kutsal Makam” (Latincesi: Sancta Sedes) anlamına kullanılan “Holy See”nin karşılığı... Pop sosyoloğumuz, acaba “See”yi “Sea” mi sandı?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar