İsyankâr ve melankolik
Bir garsonun masaya servis etmek üzere tezgâhtan iki farklı yemek tabağı almasıyla açılıyor ‘Queen & Slim’… Kamera garsonun peşine takılıp masaya ulaştığında, işlerin pek de yolunda gitmediği bir ilk buluşmanın orta yerinde buluyoruz kendimizi. Çiftin bir internet sitesi üzerinden tanıştığını öğrenmekte gecikmiyoruz. Erkek, yani Slim (Daniel Kaluuya) istekli ve sıcak davranıyor. Savunma avukatlığı yapan Queen (Jodie Turner-Smith) ise kaybettiği dava nedeniyle gergin ve tedirgin… Evde kendi başına kalmamak için çıkma teklifini kabul ettiğini ve Slim’i fotoğraftaki üzgün ifadesi nedeniyle seçtiğini söylüyor. Slim, Queen’in söylediklerinden hoşlanmıyor ama umudunu tümden yitirmiyor. Restoran seçiminden de pek memnun kalmadığını belli eden Queen, alaycı ve soğuk davranmaktan vazgeçmiyor.
Yemekten sonra otomobile bindiklerinde diyalog sürüyor belki ama Slim’in ilk akşam için hedefine ulaşamayacağını hissediyoruz. Sonuçta erkek, kadını evine bırakacak ve belki birbirlerini bir daha hiç görmeyecekler. Ama ırkçı beyaz polisin onları durdurmasıyla birlikte Queen ile Slim’in ‘ilk buluşma’ stresi yarıda kalıyor ve başka bir hikâye başlıyor. Bu arada, ABD’nin Ohio eyaletinde, yani ırkçılığın gündelik hayatın parçası olduğu bir yerde olduklarını hatırlatmak gerek.
Kuşkusuz hayal ürünü kurmaca bir film seyrediyoruz. Ama ırkçı polisin yasaların kendine verdiği yetkiye dayanarak Queen ve Slim’e yaptığı her şeyin gerçek hayatta karşılığı olduğunu, benzer olayların ABD’de sürekli yaşandığını biliyoruz. Dolayısıyla, ‘Queen & Slim’ ABD’deki gündelik hayatın içinden çıkan bir film… Öykü ne kadar uç noktalara giderse gitsin, tanık olduğumuz polis şiddetinin abartılmadığını bilmek, filme sağlam bir zemin ve gerçekçi bir boyut kazandırıyor
Sonuçta, bugün ABD’de resmi olarak adı konmamış, yer yer alevlenen bir çeşit ‘iç savaş’ halinden söz etmek mümkün. Önceki başkan Trump’ın bu gerginliği arttırdığını biliyoruz. Kaldı ki, film Trump ABD’sinde geçiyor…
Kuşkusuz, ABD’de federal hukuk sistemi hâlâ işliyor ve sadece ırkçıları destekleyen tek sesli bir medya yok ama yine de ülkedeki ırklar arası gerilimin yıllardır bir türlü yok edilemediğini biliyoruz. Yeni seçilmiş başkan Biden’ın da sorunu ortadan kaldıracağını düşünmek şüphesiz hayalcilik olur... Özetle, ABD’de hayat Afrika kökenliler için hiç kolay değil. Ohio gibi ırkçı eyaletlerde hukukun tarafsızlığı, bağımsızlığı da tartışmaya açık bir konu...
‘Queen & Slim’ işte böyle bir ortamda yaşayan iki siyahın çıkışsızlığını anlatıyor. İkisi de her tür suçtan uzak duran düzgün insanlar ama ırkları nedeniyle her an beyaz polis zulmüne maruz kalabilecek durumdalar.
Queen gibi olay anında suç işlemeyen bir hukukçunun ‘Hadi kaçalım!’ demesi, Slim’in en az polisi vurması kadar şok etkisi yaratıyor üzerimizde. Öte yandan, siyahlar için adaletin olmadığı bir eyalette yaşadıklarını düşündüğümüzde gösterdiği tepkiyi anlamak mümkün. Queen, ‘Suçlu olarak yakalanıp eyaletin malı olduğunda işin biter’ diyor Slim’e…
Filmde ırkçı olmayan beyaz polislerin yanı sıra özveriyle onlara yardımcı olan beyazlar da var. Öte yandan, Queen’in bir sahnede söylediği gibi her Afrika kökenli Amerikalıya güvenmeleri de mümkün değil. İyiliğe kötülüğe ırktan bağımsız olarak yaklaşan hassas bir yanı var filmin. Ama ‘Queen & Slim’, toplumun fiili olarak ikiye ayrılmış olduğu fikrinden hareket ediyor. Tüm film boyunca, Afrika kökenli Amerikalıların kendi içlerinde beyazlardan kopuk bir hayat sürdüğünü görüyoruz… Zaten filmin altını çizdiği asıl sorun da bu ayrışmada yatıyor.
Birileri onları suçlu olarak görürken başkaları kahraman olarak yüceltiyor. Yaptıklarını desteklemeyen Afrikalı Amerikalılar da var. Oto tamircisinin ‘Sizin yerinizde olsam sesimi çıkarmadan cezamı alır, evime giderdim’ demesini unutmamak gerek. Olayların geldiği uç noktayı gördüğümüzde belki ‘En doğru tavır bu!’ demek mümkün… Ama beyaz üstünlükçülerin istediği tam da bu değil mi aslında? Siyahların polisten korkması; ölüm, şiddet ve yasa korkusuyla sinmeleri; ABD’nin beyazlara ait bir ülke olduğunu kabul etmeleri… Öte yandan film, şiddet döngüsünün Afrika kökenli Amerikalılara hiçbir şey getirmeyeceğinin de altını çiziyor.
‘Queen & Slim’ Arthur Penn’in klasik başyapıtı ‘Bonnie and Clyde’ı (1967) akla getiriyor hiç kuşkusuz. Çünkü polisten kaçmaya ve yol boyunca ufak tefek suçlar işlemeye devam ediyorlar. Ama bence asıl olarak ‘Thelma ve Louise’ (1991) ruhu var filmde… Kaldı ki, cinsiyet ayrımcılığı ve ırk ayrımcılığının özünde aynı olduğunu unutmamak gerek. Birisi Avrupa kökenli beyazların, diğeri erkeklerin üstünlük savından hareket ediyor.
İki film arasında derinlerde yatan bir akrabalık var. ‘Thelma ve Louise’ çaresiz bir isyan üzerine kuruludur. Erkek egemen toplum, Thelma’yı suça yönlendirir. Thelma ya sistem içinde ezilmeye devam edecek ya da isyan ederek özgürlüğünü arayacaktır. Queen ve Slim için de durumun çok farklı olduğunu söylemek zor. İlkinde kadınların, ikincisinde ise hayatları boyu ırkçılık kurbanı olanların dayanışmasına tanık oluyoruz… Her iki filmde de karakterler kanundan ve baskıdan kaçarken birlikte geçirdikleri zamanın keyfini çıkarmak istiyor; gerçek anlamda özgürlüğe özlem duyuyorlar.
‘Queen & Slim’, giderek duygusallaşan bir film. Ama seyircinin duygularını istismar etme gibi bir derdi yok. Diyalogların ilk sahnelerden itibaren iyi yazıldığını düşünüyorum. Seyirciye karakterler hakkında öyle çok fazla bilgi verilmiyor aslında ama restoranda ve polis çevirmesinden önce otomobil içinde geçen konuşmalar sırasında, her iki karakter hakkında yeterince fikir sahibi olabiliyoruz. Aralarındaki çatışmaların, anlaşmazlıkların uzun süre devam etmesi; Queen’in Slim’in bazı özelliklerine sinir olması gibi ayrıntılar hoş… Romantik komedi karakterleri gibi zıt yönleriyle öne çıkıyorlar. Slim, inançlı bir Hıristiyan; Queen ise inançsız olduğunu söylüyor bir sahnede… Slim, iyimser, naif, içten ve heyecanlı. Queen ise gergin ve serinkanlı… En önemlisi, Queen, Slim’e oranla geçmişinde ağır acılar yaşamış daha olgun biri. Yolculuk boyunca duygusal olarak değişim gösteren de Queen oluyor.
Yeri gelmişken, İngiliz model ve aktris Jodie Turner-Smith’in Queen’de; ‘Get Out’ ve ‘Black Panther’ gibi filmleriyle tanıdığımız Daniel Kaluuya’nın da Slim’de başarılı performanslar sergilediğini belirtelim.
Filmdeki yan karakterlerin de iyi yazıldığını düşünüyorum. Irak Savaşı’ndan döndükten sonra asla düzelmeyen Earl dayı (Bokeem Woodbine) karakteri mesela… Pasifist oto tamircisiyle tam bir tezat teşkil eden ergenlik çağındaki aktivist oğlunu da unutmamak gerek. İkisi de uç noktaları simgeliyorlar. Ama filmin politik anlamda öğretici, yol gösterici olmak gibi bir derdi yok kesinlikle. Tam aksine, iki ana karakterin yanını tutan duygusal ve isyankâr bir yaklaşımı var filmin…
Lena Waithe, öyküsünü James Frey’le birlikte yazdığı senaryosunda ABD’deki ırkçılığın fiilî durumu hakkında büyük laflardan, tespitlerden kaçınıyor ve tümüyle karakterlerin psikolojisine, ruh hallerine odaklanıyor. Queen ve Slim, öyle çok becerikli, mükemmel insanlar olarak çizilmiyor, kahraman haline getirilmiyorlar.
Yönetmen Melina Matsoukas ilk konulu uzun filminde, gerilim öğesini ve yol öyküsü duygusunu birleştirirken iki ana karakterinin ruh hallerini her şeyin merkezine yerleştirmeyi tercih ediyor. Melina Matsoukas, Rihanna ve Beyoncé gibi isimlere çektiği video-klipler ve reklam filmleriyle tanınan bir yönetmen… ‘Queen & Slim’de gereksiz süslerden, fazlalıklardan uzak duruyor ve biçimsel olarak sağlam bir işe imza atıyor.
‘Queen & Slim’, son dönemde seyrettiğim ‘Get Out’, ‘BlacKkKlansman’, ‘Antebellum’, ‘Da Five Bloods’ gibi Afrika kökenli Amerikan yönetmenlerin elinden çıkmış filmlere oranla daha umutsuz, karamsar geldi bana ama bundan pek rahatsız olmadım. Tam aksine, dürüst bir tavır olduğunu düşündüm. Sonuçta, bazı kuşaklar geleceğe umutla bakamaz… Verdikleri eserler alarm çığlıkları gibidir… ‘Queen & Slim’in isyankâr melankolisine de bu gözle bakmak gerektiğini düşünüyorum.
Dünya prömiyerini 14 Kasım 2019’da Amerikan Film Enstitüsü’nün düzenlediği AFI Fest’te yapan ‘Queen & Slim’, gişelerde bütçesinin iki katından fazlasına ulaşan bir hasılat yaparak dikkat çekmişti. Türkiye dışında birçok ülkede vizyona giren filmi şimdi BeinConnect’te izlemeniz mümkün.
Son olarak, şarkıları ve Devonté Hynes imzalı film müziğiyle güzel bir soundtrack’e sahip olduğunu belirtmek isterim.
7/10
- Maria'nın 'Paris'te Son Tango'su41 saniye önce
- Oz'un 'kötü' cadısının hikâyesi3 gün önce
- Issız adaya düşen robot1 hafta önce
- Hikâye farklı, formül aynı1 hafta önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık2 hafta önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…2 hafta önce
- Amerikan rüyasının peşinde3 hafta önce
- 'Yandaki Oda': Sade, duru ve hüzünlü3 hafta önce
- Yeni bir 'beden değiştirme' hikâyesi4 hafta önce
- 'Venom: Son Dans': Simbiyotik dostluk hikâyesi1 ay önce