Doğu usulü bir yol filmi: 'Âşıklar Bayramı'
Kemal Varol’un 2019 yılında yayımlanan aynı adlı romanından filme uyarlanan ‘Âşıklar Bayramı’, 25 yıl sonra karşılaşan baba ile oğulun birlikte çıktıkları yolculuk üzerine kurulu.
Özcan Alper’in yönettiği film, bir fotoğraf çekimiyle açılıyor. Deklanşörün sesini duyduğumuzda ve kare donduğunda, sarışın çocuğun bakışlarının objektife değil omzuna dokunan babasına yöneldiğini görüyoruz. Hikâye akıp gittikçe, bunun basit bir talihsizlik olmadığı belirginleşiyor. Babanın dokunuşunun uyandırdığı merak duygusunun, çocuk için fotoğraf karesinde yer alma veya poz verme isteğinden daha önemli olduğu anlaşılıyor. Öyle ki, tüm filmin, Yusuf’un (Kıvanç Tatlıtuğ) babasını anlama arzusuyla ilgili olduğu dahi söylenebilir.
Yusuf yıllar sonra, hali vakti yerinde, Kırşehirli bir avukat olarak çıkıyor karşımıza. Babası Âşık Heves Ali (Settar Tanrıöğen) elinde sazıyla bir gece ansızın kapısını çalmadan önce, Yusuf’un yalnızlığını, hüznünü ve ruhundaki boşluğu ‘şöyle bir’ hissediyoruz. Film ilerledikçe, bu boşluk daha görünür hale geliyor. Ertesi gün babasını şehirlerarası otobüsten indirip kendi otomobiline bindirmesi, hiç kuşkusuz sorumluluk duygusunun göstergesi. Çünkü babasının hasta olduğunu ve bunu kendisinden sakladığını öğreniyor. Ama işini gücünü bırakıp babasını Kars’taki Âşıklar Bayramı’na götürmek istemesinin altında sorumluluk duygusu kadar yüzleşme isteği de var. Öncelikle, 25 yıldır nerede olduğunu sormak istiyor ona. Ruhundaki boşluğun da babasız geçirdiği yıllarla bağlantılı olduğu çok açık…
‘Âşıklar Bayramı’, dünya sinemasında birçok örneğini gördüğümüz karakter ağırlıklı bir yol filmi… Ama özellikle Batı sinemasındaki benzerlerinden farklı. Batı usulü dramatürji, temelde neden – sonuç ilişkisi üzerine kuruludur. Karakter psikolojilerinin belirleyici olduğu yol filmleri, ‘Âşıklar Bayramı’nda olduğu gibi çatışma, yüzleşme ekseni üzerinden ilerler ama bir noktadan sonra karakterler arasındaki sorunların nedenleri açığa çıkmaya başlar. ‘Âşıklar Bayramı’nda ise nedenler seyircilerin sezgilerine, anlayışına bırakılıyor. Kaldı ki, Yusuf sorduğu sorulara yanıt alamıyor. Babasıyla konuşarak, tartışarak iletişim kurma arzusu hep karşılıksız kalıyor. Hatta bir sahnede babasının sessizliği yüzünden öfke krizi bile geçiriyor.
Öte yandan, tanıdıkça Yusuf da bizim gibi Heves Ali’nin sessizliğine alışıyor. Çünkü konuşmaktan ziyade kendini türkülerle ifade eden biri. Her şeyiyle bir Doğulu… Yusuf ise belli ki onun yanında kendini Batılı ve modern olarak tasavvur ediyor. Ama o da bir Doğulu aslında ve babasına benzeyen yanları var. Sözgelimi, kadınlarla ilişkilerinde babasının yolundan gittiğini düşünmemiz mümkün.
Yolculuk ilerledikçe Heves Ali’nin her şeyi önceden planladığını anlıyoruz. Kırşehir’de oğlunu ziyaretiyle başlayan, Kemal Varol’un başka eserlerinde de karşımıza çıkan hayali Arkanya kasabasında süren ve Kars’a uzanan bu yolculukta Heves Ali’nin asıl amacı sevdikleriyle türkü söyleyerek vedalaşmak aslında… Sonuçta, hayatı boyunca türkülerden başka hiçbir şeye tutunamamış biri o. Adalete olan inancını öylesine kaybetmiş ki, öte dünyadan bile umudunu kesmiş durumda.
Yol boyunca, oğlunu çok sevdiğini ama bunu bir türlü ifade edemediğini de hissediyoruz. Yusuf sorularına yanıt alamasa da babasının başka insanlarla kurduğu gönül bağlarına ve geride bıraktığı izlere tanık oluyor. Bir Batı filminde olduğu gibi derinlemesine girilmiyor belki ama Yusuf babasının geçmiş hikâyesi hakkında bazı ipuçları yakalıyor. Ama edindiği hiçbir bilgi ve izlenimin acısını dindiremeyeceği kesin… Sonuçta, yıllarca babasının kendisini ziyaret etmesini boşu boşuna beklemiş bir yatılı okul öğrencisi o…
Filmin Yusuf açısından bariz bir karakter değişimi ya da iç aydınlanma üzerine kurulu olduğunu söyleyemem. Ama filmde kritik bir anın altını çizmek isterim. Yusuf’un babasını tanımaya ve onun davranışlarının altında yatan nedenleri öğrenmeye yönelik arzusunun neden gerçekleşmediğine verilen dolaylı bir yanıt bu aslında… Babasının yakın arkadaşı Kul Yakup (Erkan Can) Yusuf’a şöyle diyor: ‘Baba dediğin yarım kalmış bir kelimedir. Babalar hep yarım kalır…’ Bu sözlerde filmin kalbindeki meseleyi hissediyoruz. Tam da burada, finalde karşımıza çıkan ikinci ‘baba oğul fotoğrafı’nı da unutmayalım. Bu fotoğraf tek bir imgeyle güçlü ve etkileyici bir katharsise vesile olabiliyor; Heves Ali’nin yanıtlayamadığı soruların ardındaki acıları derinden hissettiriyor. Ayrıca açılıştaki fotoğrafın verdiği eksiklik hissini de ortadan kaldırıyor. Bu kez ikisi de objektife bakıyor ve baba duygularını saklamakta zorlanıyor.
Finalde olduğu gibi anların, sezgilerin, türkülerin ve sessizliğin öne çıktığı Doğu usulü bir yol filmi ‘Âşıklar Bayramı’… Yol boyunca Anadolu türküleri ile o coğrafyanın insanları arasındaki kopmaz bağı bir kez daha hissediyorsunuz. Bu yanıyla, Âşıklık Geleneği ve türküler üzerine bir film seyrediyoruz aynı zamanda.
Filmin benim için dikkat çekici başka bir yanı daha var. Son dönem yerli filmlerde Türkiye taşrası, eril iktidarın, kadınlar ve özgürlük üzerindeki baskının kendini gösterdiği depresif bir coğrafya olarak tasvir ediliyor genellikle. Türkiye’nin doğusunda geçen bu filme de belki baştan sona hüzün duygusu hâkim ama depresif bir havadan söz edilemez. Belki çok canlı, sıcak bir renk paleti göremiyoruz ama Firar Güney Kayran’ın geniş ekran görüntüleriyle ferah ve aydınlık bir film seyrediyoruz. Dilek hemşire (Burcu Cavrar) veya Alevi köyündeki Zene Kadın (Laçin Ceylan) gibi güçlü kadınların varlığı üzerinden bize geçen özgürlük hissini de unutmayalım.
‘Sonbahar’ (2008), ‘Gelecek Uzun Sürer’ (2011) ve ‘Rüzgârın Hatıraları’ (2015) ile tanıdığımız Özcan Alper’in, Kemal Varol’un romanından yola çıkarak sinemamızın en iyi yol filmlerinden birini ortaya koyduğunu düşünüyorum.
Kıvanç Tatlıtuğ ve film için 13-14 kilo veren Settar Tanrıöğen’in oyunculuklarını çok beğendiğimi de söylemeliyim. Filmin gücü, hem yönetmenlikten hem başrollerdeki iki oyuncudan geliyor. ‘Âşıklar Bayramı’, Batı formatından uzak Doğu usulü bir yol filmi olabildiyse bunda Tatlıtuğ ve Tanrıöğen’in önemli katkıları var.
Netflix’te bir Özcan Alper filmi görmek gerçekten umut verici… Keşke anaakım dışında kalan diğer yönetmenlere de kapılar açılsa.
7/10
- Şerif Gören'in ardından52 dakika önce
- El emeği, göz nuru animasyon2 gün önce
- Oysa hayat şimdi ve "Burada"4 gün önce
- Maria'nın 'Paris'te Son Tango'su1 hafta önce
- Oz'un 'kötü' cadısının hikâyesi2 hafta önce
- Issız adaya düşen robot2 hafta önce
- Hikâye farklı, formül aynı3 hafta önce
- Peri masalına dahil olan modern sapık3 hafta önce
- Gençlik bağımlılığa dönüştüğünde…1 ay önce
- Amerikan rüyasının peşinde1 ay önce