Kılıçdaroğlu'ndan üç önemli açıklama
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu dört eğilimin temsilcilerinden oluşturduğu ittifakının dinamizmini korumakta kararlı.
Bununla birlikte aynı tabana hitap ettiği DSP’nin tutumu konusunda ise biraz buruk ve hayıflanma içinde…
Bir grup gazeteci arkadaşımla TBMM’deki odasında sohbet ederken iki nokta dikkatimi çekti…
Yorgunluğu iyice kızarmış gözlerinden okunuyordu; buna karşın oldukça hırslanmış ve bu da onu çok daha fazla dinamik tutuyordu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AK Parti grup toplantısında İş Bankası’ndaki CHP’nin temsil ettiği Atatürk hisselerinin Hazine’ye devrini TBMM’ye getireceklerine ilişkin sözlerini anımsatarak sohbete başlamak istedik.
KISIR ALANA HAPSOLMAM
“Sağlıklı bulmadığını” belirterek tartışmaya girmek istemedi, nedenini de oldukça net koydu:
“Gündem sarsmaya yönelik tartışmalar. Biz de o tuzağa düşmemeye özen gösteriyoruz. Mutfaklarda yangın var; bunları benim dillendirmemi istemiyor. İşsizlik almış başını gidiyor; bunları dillendirmemi istemiyor. Dış politikada büyük tıkanmalar var; bunları dillendirmemi istemiyor. Beni İş Bankası tartışmasıyla kısır bir alana hapsetmek istiyor, ama bu tuzağa düşmeyeceğiz.”
Sorumuz üzerine hisse devrinin olanaksızlığına da işaret etti, geçmişte de aynı konunun birkaç kez “gündem saptırmak” amacıyla dile getirildiğini belirtti.
“Bu tartışmalara girmek istemiyorum” deyip bıraktı…
DSP SİTEMİ
Biz de konuyu DSP’ye getirdik…
“Sizden ayrılan isimlerin DSP’ye geçmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye sorduk.
Yanıtı kısa oldu:
“Eğer bir kişi CHP’den belediye başkanı seçilmiş ise halkın kendisine verdiği oyun arkasında durması lazım. Ahlak bunu gerektirir…”
Aday gösterilmedikleri için DSP’ye gitmiş olmalarına ise “etik” açısından yaklaştı:
“Adaylık bir kişiye özgü bir kavram değildir. Adaylık insanlara özgü, partilere özgü bir kavramdır. Bir kişi değil, birden fazla kişi aday olur. Dolayısıyla da onların arasında partinin yetkili organları bir kişiyi belediye başkan adayı olarak belirler. Yani bir kişi ‘Beni aday göstermediniz ben de gidip başka partiden aday olacağım’ diye bir düşünce içine giriyorlarsa etik olarak doğru değildir.”
İTTİFAKI DSP İSTEMEDİ
1994’te Prof. Dr. Korel Göymen ile Ali Dinçer, 1999’da ise Murat Karayalçın ile Doğan Taşdelen örneklerinden yola çıkarak, oyların bölünmesine yol açıp açmayacağını sorduk.
Yanıtı net oldu:
“Hayır. Çünkü vatandaş bilinçli... Bugün için de öyle bir tablo (1994) yok. Siyaset ikiye ayrılır. Demokrasiden yana olanlar ve tek adam rejiminden yana olanlar. İki ayrı kutup oluştu. Dikta yönetimi ve demokrasi diye. İki ayrı bölge oluştu siyasette. Demokrasiden yana olanlar belli şekilde hareket etmek zorunda.”
DSP’nin de sağlanan ittifakın içinde olmasına dönük bir çağrısının olup olmadığını sorduk.
DSP ile de görüştüklerini bildirdi.
Merkez sağ ile sağlanan ittifakı soldaki partilerin sağlayamamasını nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda da “Emin olun ayrıntıyı bilmiyorum. Yani görüşmeyi yapan da zaten DSP’den bize gelen arkadaşlardı” yanıtını verdi.
Bu durumun aday listelerini yeniden gözden geçirme gibi bir sonucu da yaratmayacağını belirtti.
KÜRT SEÇMENLE SANDIK İTTİFAKI
HDP’den gelen, “Aday çıkarmayacağız AK Parti ve MHP karşısındaki adaylara destek olacağız; böylece HDP’yi destekleyeceğiz” açıklamasına dikkat çekip HDP ile işbirliği olup olmadığını sorduk.
Sert bir ifadeyle “Hayır, hayır…” diyerek işbirliği cümlesine karşı çıktı ve şunları söyledi:
“HDP ile bir işbirliğimiz yok. Böyle bir şey de söz konusu değil. Ama biz Kürt vatandaşların da oyuna talibiz. Herkesin oyuna talibiz. Bizim söylediğimiz sandıkta ittifaktır. Demokrasiden yana olandan yanadır. Tamamının sandıkta CHP’ye oy vermelerini isteriz. Demokrasiyi savunuyoruz. Yani tek adam rejimine karşıyız. Dikta yönetimlerine karşıyız. Bugün Türkiye bir dikta yönetiminin, dikta tehdidi altında… Demokrasiyi savunan tüm güçleri bu çerçeveyle bir arada olması lazım… Arzumuz bu...”
Yanından ayrılırken Kılıçdaroğlu bu konuları geride bırakmış, yeni bir sürecin kapısını aralamış ve propaganda zeminini başka bir alanda yürütmeye karar vermiş durumdaydı.
Bizim sorularımız ile Kılıçdaroğlu’nun ilgilendikleri arasında makas oldukça açıktı…
Hatta umursamıyordu bile…
***
AK Parti ve CHP’nin hedefindeki seçmen
Her seçimde partiler kimin kendisine kesin olarak oy vermeyeceği, kimlerin kesin vereceğini belirler.
Bunun arasında kalan kesime yönelik politikalar geliştirir.
Bu iktidar partileri açısından sorununa çözüm üretilmesini isteyen seçmen olduğu gibi, muhalefet için de yıllardır söz verilmesine karşın sorununa çözüm bulunamamış seçmen kitlesidir.
Partiler de propagandalarını buna göre şekillendirir, hoşnut olmayan seçmen grubundan kendisine en yakın olandan, yani benzeşenden başlayarak politika geliştirir.
Propaganda araçlarının kullanımıyla algının oluşturulmasında “hedefleme” adı verilir.
AK Parti lideri olarak Erdoğan’ın ve CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun dün partilerinin grup konuşmalarındaki sözlerini “hitap ederek ulaşmak istedikleri hedef kitle” açısından değerlendirdiğimizde karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor.
Öncelikle Erdoğan milliyetçi kesimi hedefliyor…
HDP-PKK işbirliği üzerinden milliyetçi kesimin dikkatini, “HDP güç birliği yapıyorsa o zaman PKK da CHP ile birliktedir” söylemine odaklıyor.
Hatta dün bir adım daha attı ve “İYİ Partililer, 12 Eylül’ün zalim başsavcısına yapılan güzellemeleri mutlaka görüyorlardır” dedi.
HDP ve Nurettin Soyer üzerinden İYİ Parti’deki milliyetçi seçmeni yanına çekmeye çalıştı.
Belli ki bu sandık sürecinde sosyolojik tabanı bu kesime dayanan ittifak ortağı MHP ile birlikte milliyetçi oylara yüklenecek; CHP- İYİ Parti ittifakından bu oyları kendisine çekmek için uğraşacak.
CHP LİDRERİNİN HEDEF KİTLESİ
Karşı cephedeki durum ise biraz daha farklı…
Kılıçdaroğlu da dünkü grup toplantısında bunun işaretini verdi ve hatta odasında sohbetimizden çıkarken de konuşmasının ağırlıklı bölümünü Fettah Tamince, konusuna getirdi ve FETÖ ile bağlantısı olduğuna yönelik iddialarını sıraladı.
Kılıçdaroğlu’nun konuşmasındaki amacın FETÖ soruşturmalarından mağdur olmuş kişilere yönelik olduğu açık.
Yani doğrudan bağı olmakla birlikte herhangi bir şekilde temasından dolayı kamu görevinden uzaklaştırılmış; suçsuzluğu mahkemeler tarafından da kabul edilmekle birlikte görevine iade edilmemiş kesime mesaj veriyor.
FETÖ soruşturmalarından mağdur olan kesime yönelik politika geliştiriyor…
Hedefleme yapıyor…
Erdoğan doğrudan milliyetçileri; Kılıçdaroğlu ise bir zamanların ANAP’ı gibi “dört eğilime” yönelik politika geliştiriyor.
Meydanlara çıkmadan önce her iki lider de hedef kitlesini harekete geçirecek propaganda söylemlerinde bulunuyor.