Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Galatasaray ile Fenerbahçe maçlarında sadece seyirci değil, oyuncu da dövüşürdü. Meselâ 1929’da Fenerli bir futbolcu tekme atarak Galatasaraylı oyuncunun bacağını kırmış, sonra “Keşke iki bacağı da kırılsaydı” demişti.

Son senelerde ortaya atılan “Taraftarlar eskiden maçları nazik ve birbirlerine saygılı şekilde izler, tribünlerde kardeş kardeş oturur, herkes efendice davranır, maç bitince de sakin sakin evlerinin yolunu tutarlardı” şeklindeki iddialara sakın inanmayın. Bazı maçların, özellikle de Galatasaray ile Fenerbahçe karşılaşmalarının hastahanede bitmesi, bizde eski bir spor geleneğidir!

BU yazıyı yazdığım sırada Türkiye’de derin ve sessiz bir bekleyiş vardı, nefesler tutulmuştu ve birkaç saat sonra oynanacak olan Fenerbahçe-Galatasaray derbisinin başlaması bekleniyordu... Dolayısı ile yazdıklarımı okuduğunuz sırada maç çoktan yapılıp bitmiş, karşılaşmanın galibi belli olmuş, belki de berabere kalınmış olacak... Yazıyı önceden hazırladığım için Fenerbahçe’nin mi yoksa Galatasaray’ın mı kazandığı şu anda tabii ki belli değil ama bu derbinin de bilinen bir özelliği var: Herhangi bir olay çıkmasını önlemek için Galatasaray’ın stadına Fenerli taraftarın alınmaması...

SÖYLENENLERE İNANMAYIN!

Bu uygulamanın bir müddet önce hayata geçirilmesinin hemen ardından, futbol çevrelerinde bir söylenti çıktı: Eski senelerde, özellikle de futbolun Türkiye’de yaygınlaşmaya başladığı yıllarda müsabakalar gayet centilmence yapılırmış, karşılaşmalarda olay çıkmazmış! Taraftarlar maçı güya son derece nazik, birbirlerine saygılı şekilde izler, tribünlerde kardeş kardeş oturur, birbirlerine efendice davranır, maçın ardından da sakin sakin evlerinin yolunu tutarlarmış...

Bu iddialara sakın ola ki, inanmayın! Zira iddianın sahipleri bilmeden konuşmakta, hiçbir zaman olmamış ve yaşanmamış hadiseleri hakikat imiş gibi göstermekte, ortaya hayalî bir spor tarihi atmakta ve dolayısı ile yalan söylemektedirler...

Zira futbol tarihimiz boyunca bu şekilde kardeşçe ve centilmence izlenen bir Galatasaray-Fenerbahçe maçı yok denecek kadar azdır! Hemen her karşılaşmadan sonra birşeylerin olması, taraftar arasında kavga çıkması, hattâ kan dökülmesi ve neticede maçın hastahanede noktalanması futbolumuzun eski bir geleneğidir, bugün yaşanan şiddet de bu geleneğin devamından ibarettir ve bunun böyle olduğu eski gazetelerde açık açık yazılıdır!

Birkaç örnek vereyim:

İlk futbol kulüplerimiz İkinci Abdülhamid’in iktidar senelerinde kuruldular ama aralarındaki kıyasıya rekabet İkinci Meşrutiyet’in 1908’deki ilânından sonra başladı. 16 Ekim 1915’te yani Birinci Dünya Savaşı bütün şiddeti ile devam ettiği sırada Fenerbahçe ile Galatasaray arasında bir maç yapıldı. Seferberlik ilân edilmiş ve iyi futbolcuların çoğu askere alınmış olduğu için kulüpler zayıflamışlardı.

Maç sırasında top Galatasaray’ın ceza sahasında bir futbolcunun eline değdi ve Fenerli taraftarlar penaltı istediler, Galatasaraylılar ise kaza olduğunu söylediler. Penaltı verilmeyince futbolcular birbirine girdi, hakemin maçı bırakıp gitmesi üzerine Fenerli futbolcular da sahayı terkettiler, kavga seyircilerin arasında devam etti ve maç hastahanede bitti!

Ertesi gün çıkan gazeteler, “Gürültüsüz patırtısız bir müsabaka yine mümkün olamadı” diye yazacaklardı... Ve, bir başka örnek: Fenerbahçe ile Galatasaray arasında 1929’da da bir şampiyonluk çekişmesi vardı ve taraftar gergindi...

FUTBOLCUNUN BEDDUASI

O senenin 10 Mayıs’ında Taksim Stadı’nda oynanan maç öncesinde futbolcular da, taraftar da bilenmiş halde idiler ve saha maçın daha ilk dakikalarından itibaren savaş alanına döndü. Futbolcular birbirlerine girdiler, Galatasaraylı Mehmet Nazif’in, Kemal’in ve Fenerbahçeli Kadri’nin kolları ile bacakları kırıldı ve daha birçok futbolcu yaralandı. Maç buna rağmen tatil edilmedi, ilk yarı 1-1 sona erdi ve Galatasaray karşılaşmayı 2-1 kazanıp şampiyon oldu.

Sonucun belli olmasının ardından sahaya bu defa taraftarlar daldılar ve kafa, göz, kol, bacak demeden birbirlerine saldırdılar ve birçoğu hastahanelik oldu...

Hastahanede ertesi gün kendine gelebilen Galatasaraylı Kemal, “Sabih’ten bir tekme yedim” diyordu... Aynı klübün oyuncusu Mehmet Nazif’in ayağı da Fenerli Zeki’nin attığı tekme ile kırılmıştı. Zeki’nin “Keşke iki bacağı birden kırılsaydı” dediği söyleniyordu. Galatasaraylı Latif ile çarpışan Fenerbahçeli Kadri’nin kolunda da üç kırık vardı.

İş, savcılığa intikal etti. Polis, futbolculardan Sabih, Latif ve Zeki’yi gözaltına alıp mahkemeye çıkardı ve oyuncular kefaletle serbest bırakıldılar.

Maç, 13 Mayıs tarihli Milliyet gazetesinde “Kangren olan uzuvları kesip atmaya mecburuz. İstanbul spor teşkilâtının çarkı bozuk bir dümenle döndürülüyor” sözleri ile manşetten yeraldı.

“KANGRENLİ UZVU KESELİM”

Gazete, kimin haklı olduğu şeklinde yaşanan tartışmaların yanlışlığını ifade ederek şöyle yazıyordu:

“Kim haklı veya haksız olursa olsun, ortada tek bir haksızlık vardır. O da, Türk sporuna leke sürülmüş olmasıdır. Bunu yapan, tekrarına lüzum görmediğimiz müşterek kundaktır. Senelerin kibrit çaktığı bu ihtiras ve ikilik nihayet bu hadisede bütün alevini aldı ve sporda fırkacılığın zararlarını bir defa daha gözler önüne serdi. Alınacak tedbir şudur: Mazi ve tarih olan şöhretlere artık veda etmek ve Türk sporculuğunun bol bol sahip olduğu genç yeteneklere fırsat vermek. Gün bugündür. Kangren olan uzuvları keselim”.

Stadlarda tedbir alınması konusu o senelerde de gündeme gelmişti ve Milliyet “Futbol işleri ile ilgili heyet 20 seneden beri rakip olan bu iki kulübün maçı için tedbir aldı mı? Bilhassa sert oyunu ile bilinen Galatasaray’ın maçı için neden gevşek bir hakem seçildi? Oyun bir dövüş halini aldıktan sonra maçı seyreden futbol heyeti başkanları hadiseye neden müdahale etmediler. Maçın tatili için hakemi neden uyarmadılar? Öteden beri sert oyunları ile tanınmış bazı futbolcular şimdiye kadar neden pasifize edilmediler?” diye yazıyordu...

Burada naklettiğim hadiseleri gazete kolleksiyonlarında Galatasaray Lisesi mezunu ama Fenerbahçe fanatiği olan dostum Prof. Dr. Vahdettin Engin buldu. Okuyun ve “Eskiden maçları kardeş kardeş seyrederdik” diyenlere sakın inanmayın!

Evliya Çelebi, ‘Top oynamak günahtır derler’ diye yazıyor

BİZ, top kavramıyla aslında bundan bin küsur sene önce, Asya’dan daha buralara gelmediğimiz zamanlarda tanışmıştık. İçerisi saman dolu meşin bir topla bugünkü futbola benzer bir biçimde oynar, bu oyuna “depük” derdik. “Depük” sözü “depmek” yani “tepmek” fiilinden gelirdi. Sonraları “depük”ü unuttuk, onun yerini “çevgân” aldı ve çevgân yüzyıllar sonra Avrupa’nın “polo”su oldu.

BİTLİS’TEKİ TOP OYUNU

Evliya Çelebi, meşhur “Seyahatname” sinin dördüncü cildinde çevgân oyunundan da bahseder, Bitlis’te “Çevgân Meydanı” diye bir yer olduğunu anlatır ama çevgân oynayanların günaha girdiğini söyler.

İşte, Evliya Çelebi’nin yazdıkları: “... Bitlis’te, Şeref Han Camii yakınında Çevgân Meydanı denilen bir yer vardır. Atlı silâhşörler bu her hafta meydanda çevgân ve cirit oynayup marifetlerini gösterirler. Çevgân şöyle oynanır: Meydanın bir ucunda mermerden bir taş, diğer ucunda ise uzun bir sütun vardır. Her iki tarafta biner atlı toplanır, ellerine kızılcık ağacından yapılmış eğri birer topuz ve sopa ile beklerler. Ağaçtan yapılmış ve adam kellesi boyunda olan bir top getirilir, mehter çalmaya başlar ve her iki taraftan birer kişi atlarını ortaya sürüp ellerindeki sopalarla topa vurarak topu kendi taraflarındaki dikili taşların gerisine atmaya çalışırlar. Top bazan havada uçar ve bir başka atlı gelip vurarak kendi tarafına geçirmeye çalışır. Topu kendi sınırlarından içeri geçirenler oyunu kazanmış, diğerleri de kaybetmiş sayılır ve oradaki herkese çok büyük ziyafet çekerler. Oyundaki atlar bile topa alışmış vaziyettedir. Öyle ki kedi fareyi nasıl takip ederse, at da topu öyle takip eder. Ama bazı müsabakalarda oyunu seyredenlerin birbirlerine girip kan döktükleri de olur.

Ama, din âlimleri bu top oyununa izin vermeyip yasaklamışlardır ve yasağın sebebi, Kerbelâ Çölü’ndeki hadisedir: Hazret-i Hüseyin Kerbelâ’da şehid edildikten sonra, mübarek başı onunla beraber şehid edilen diğer mübarek kişilerin başlarıyla beraber Şam’da bulunan Yezid’e gönderilmişti. Yezid, o sırada hamamdaydı ve haberi alınca hamamdan çıktı, atına bindi, eline bir çevgân sopası aldı ve İmam Hüseyin Hazretleri’nin yere konulmuş olan mübarek kellelerini bu sopa ile vurarak yuvarlamaya başladı. Sonra, diğer Kerbelâ şehidlerinin başlarına da aynı işi yaparak hokkabazlık eyledi.

ARAP TARİHLERİ YAZIYOR

Derken, İmam Hüseyin’in kellesini on bin askerle beraber Mısır’a gönderdi ve ‘İşte, bağlandığınız İmam Hüseyin’in başı’ dedi. İmam’ın kellesi, günler boyu buradaki Rumeli Meydanı’nda kumlar üzerinde kalıp yuvarlandı. Bu sırada Yezid’e bağlı olan bazı Mısırlılar, İmam’ın başına ayaklarıyla vurdular. Bu işi yapanların soyundan gelenlerin ayakları hâlâ tulum gibidir.

... Mısır’da ve Anadolu’da topla oynamak, işte bu yüzden yasaktır; ‘Yezid, İmam Hüseyin’in başı ile de böyle oynamıştı’ diye yasaklanmıştır. Hadise, Arap tarihlerinde açık bir şekilde yazılıdır ama bundan haberdar olmayanlar topla oynayıp hokkabazlık ederler...” (“Seyahatname”, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Bağdad Kitapları, numara 305, cild: 4, varak: 234.a).

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar