Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

CUMHURBAŞKANI Tayyip Erdoğan, dün gençlerle konuşurken yeniden Osmanlıca öğretimi konusuna temas etti...

“Osmanlıca” aslında “dil” değil yazıdır, Türkçe’nin başka bir alfabe ile yazılmış şeklidir; dedelerimiz, büyükannelerimiz asırlarca bu yazıyı kullanmışlardır ama zamanla Türkçe’ye, yani dile devletin, daha doğrusu iktidardaki hanedanın ismi verilmiş ve “Osmanlıca” denir olmuştur! Avrupa dillerinin hiçbiri devletin başındaki hanedanın ismini almamışlar, meselâ Avusturya Almancası’na “Habsburgca”, Fransızca’ya “Burbonca”, eski İngilizce’ye de “Tudorca” denmemiştir ama Türkçe zamanla “Osmanlıca” olmuştur ve bu iş bize mahsus bir garabettir...

Açıkça söyleyeyim: Osmanlıca’nın okullarda öğretilmesi girişimlerini tamamen destekliyorum! Osmanlıca’nın, daha doğrusu “Eski Türkçe’nin” öğretilmesinin “şart” olduğunu, bunun sadece gençlere değil, her yaştan insana Türkçe’nin güzel günlerinde yazılmış eserleri okuyup daha düzgün konuşabilme imkânı vereceğini anlatmaya çalışıyorum.

KIRK SENEDİR YAZIYORUM

Dolayısıyla birileri kalkıp da Osmanlıca tartışmalarında Cumhurbaşkanı’nı desteklediğim için “yaranma” çabasında olduğum iftirasını atmaya kalkmasın! Zira bu kanaatimi şimdilerde değil, neredeyse kırk seneden buyana yazıp söylüyorum; geçmişte bu konuda yazdıklarım da anlattıklarım da duruyor!

Osmanlıca öğretimi tartışmasını şimdilik bir tarafa bırakıp yine eski harfler konusunda hâlâ yürürlükte olan ama az kişinin bildiği tuhaf bir kanundan bahsedeyim:

Kanunun numarası 1057, kabul tarihi 28 Mayıs 1927, Resmî Gazete’de 15 Haziran 1927’de yayınlanmış, ismi de bir hayli uzun: “Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Bilumum Mebânî-i Resmiye ve Milliye (resmî ve millî binalar) Üzerindeki Tuğra ve Medhiyelerin Kaldırılması Hakkında Kanun”.

Tam metnini merak edenler internette bile bulabilecekleri için ayrıntısına girmeyeyim ama neyi emrettiğini kısaca söyleyeyim: 1057 sayılı kanuna göre üzerinde tuğra, eski harfli kitabe yahut devlet arması bulunan binaların resmî daire olarak kullanılması yasaktır! Birinci madde tuğraların, kitabelerin ve armaların kaldırılmasını, yahut üzerlerinin örtülmesini; ikinci madde de bunların müzelere kaldırılmasını emretmektedir.

“TEMİZLEME” AMELİYESİ...

Bugün İstanbul’un dört bir yanındaki binalarda cümle kapılarının hemen üzerinde vaktiyle kazındığı belli olan, yani kel kalmış gibi görünen ve sonradan sıvanmış boşluklar, 1057’nin eseridir. Kraldan fazla kralcı bazı zevat kanunun kabulünden sonra sokak sokak dolaşıp tuğraların, kitabelerin ve armaların çetelesini çıkartmış, bir kısmını o zaman, bir kısmını da 1928’deki Harf Devrimi’nden sonra “İnkılâbımııııııız” haykırışları ile kaldırtmışlar ama üzerleri yazılı yahut nakışlı mermerlerin çoğu bu “temizleme” ameliyesi sırasında parça parça edilmiştir.

Burada, İstanbul Üniversitesi’nin Bayezid’deki merkez kampüsünün cümle kapısının fotoğrafını görüyorsunuz... İmparatorluk zamanında Savaş Bakanlığı ile Genelkurmay Başkanlığı arasındaki “seraskerlik” tarafından kullanılan mekânın giriş kapısının üzerinde “Dâire-i Umûr-ı Askeriyye” yazar, yanında Fetih Suresi’nden iki âyet, üzerinde de Sultan Abdülâziz’in tuğrası vardır.

1057 sayılı kanuna göre üzeri bundan seneler önce kapatılmış olan tuğra geçen sene ortaya çıkartıldı, kapı eski hâline getirildi...

İşte, bir zamanlar az değil, bir hayli kültür tahribatına sebep olmuş ve şimdilerde kâğıt üzerinde de kalsa hâlâ yürürlükte bulunan tuhaf bir kanunun öyküsü...

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar