Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Habertürk’ün internet sitesinde okudum: Dünyanın en iyi üniversiteleri sıralamasında daha önce ilk ikiyüz arasında yeralan ODTÜ, İTÜ yahut Boğaziçi gibi Türk üniversiteleri, bu seneki listede oldukça gerilerde, beş ile altıyüzler arasında yer bulabilmişler... İlk 250 içerisinde hiçbir Türk üniversitesine yer verilmemiş, 251-300 bandına ise sadece Koç Üniversitesi girebilmiş, Sabancı Üniversitesi ile Bilkent de daha gerilerde yeralmış.

Önceki senelerde listeye giren bazı üniversitelerimizin rektörleri sıralamadaki gerilemeyi, değerlendirme kriterlerinde yapılan değişikliklere bağlıyorlar ve eğitimlerinin kalitesinde değişme olmadığını söylüyorlar.

Rektörlerin sözlerinde haklılık payı mutlaka vardır ama konunun asıl önemli boyutunu gözardı etmemek gerekir: Her vilâyete lise açar gibi üniversite kurmaya dayalı bir yüksek öğretim politikasından ne bekliyoruz ki? Sadece tabelâ, masa ve sandalye ile birkaç yardımcı doçentten ibaret ama kütüphanesiz ve araştırma için bütçesi olmayan kasaba üniversitelerinin Oxford, Columbia, Cambridge, MIT, Yale yahut Stanford ile aşık atmasını mı?

LİSELERDEN BİLE GERİYİZ

Meselenin başka bir tarafı daha var: Sadece yeni kurulan tabelâ üniversitelerinde değil, memleketin en eski ve vakti zamanında en ciddî olan üniversitelerinde sosyal bilimler alanında bugün verilen eğitimin, artık geçmişteki büyük liselerdeki kalitenin bile gerisinde kalmış olması...

Tıp, fizik, matematik yahut mühendislik gibi teknik alanlardaki eğitimin bugünkü kalitesi benim ilgi ve bilgi alanımın dışında olduğu için sadece sosyal bilimler alanından sözediyorum ama teknik alanlarda sık sık yaşanan bir derdi gayet yakından biliyorum: “İntihal”in, yani bilimsel hırsızlığın artık nasıl sıradan bir iş olduğunu, bu işi yapanların YÖK tarafından kulaklarından tutup kapıdışarı edilmeleri gerektiği halde hırsızlıklarının hafif yaptırımlarla yanlarına kâr kaldığını ve akademik hırsızların uzadıkça uzayan soruşturma sürecinin ardından “zamanaşımı” yahut “kanıt bulunamaması” gibisinden bahanelerle genellikle aklandıklarını...

İntihal konusunu son 20 küsur seneden buyana diline en fazla dolayan, unvanlı hırsızlar için sık sık yayın yapan ve yazdığını da takip eden gazetecilerin başında gelenlerden biri, herhalde bendenizim. Dünya kadar akademik hırsızlığı sergiledim, kanıtları ile yayınladım, işin üzerine hiç durmadan gittim ama ettikleri haltı her yönü ile belgelediğim unvanlı hırsızların hiçbirini akademik hayattan kapıdışarı ettirmeyi başaramadım. Bir yolunu mutlaka buldular, fakültelerin kurduğu komisyonlar yahut YÖK tarafından temize çıkartıldılar, hattâ bir-ikisi de ödüllendirilip mensubu oldukları fakültenin başına getirildi...

Verdirmeye muvaffak olduğum en ağır ceza, intihalcinin üniversite ile ilişkisinin üç aylığına kesilmesi oldu. Ama bu ceza sonradan affa girdi ve başkasının eserinin üzerine hiç sıkılmadan oturan akademik hırsız şimdi afra-tafrasıyla meşhur bir profesör olarak etrafa güya ilim nurları saçıyor!

KENDİNDEN BÜYÜK İNTİHAL

İntihal meselesi memlekette vak’a-i âdiyeden kabul edilir hâle geldiği için, üniversite hocalarının gönderdikleri yeni akademik hırsızlık dosyalarını artık yayınlamıyorum, zira netice çıkmıyor ve yazdığım takdirde hem köşemi, hem de zamanımı israf etmiş oluyorum...

Yine de geçenlerde gönderilen ve şimdiye kadar eşine-emsâline rastlamadığım bir intihalden bahsetmeden edemeyeceğim: Unvanlı hırsızın biri, Amerikalı bir fizikçinin 1955’te yayınladığı makalesini 2000’li senelerde almış, Türkçe’ye çevirmiş ve kendi adıyla neşretmişti! Yani, teknolojinin bu kadar hızlı geliştiği bir devirde kendisinden de yaşlı bir makaleyi çalmış, hırsızlığı farkedilince fakültesine şikâyet edilmiş ama açılan soruşturmadan sonuç çıkmamıştı!

Türkiye’de teknik konularda ciddî ve ileri memleketler ayarında yayın yapılmıyor mu? Tabii ki yapılıyor, hem de dünya kadar çalışma var ama bilim vasfını kaybetmiş, uyuşmuş ve hevesten nasibini almamış, üstelik mebzul miktarda intihalcinin bulunduğu akademik dünyamızda bu gibi emek mahsulü çabaların artık maalesef esâmileri okunmuyor.

Dolayısı ile tekrar sorayım: Rektörlerimiz böyle bir ortamda ne bekliyorlar? Oxford, Columbia, Cambridge, MIT, Yale yahut Stanford gibi okullar ile aynı kefeye konmayı mı?

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar