Gündemi bir anlığına unutup şöyle arkeolojiye dalıversek…
Bugün gelin, Suriye’de olup bitenlerden, Amerikan Başkanı Trump’ın uçukluklarından, dolar endişesinden, yani gündemden çok uzaklara gidip bundan iki bin küsur sene öncesinin Ordu ve Trabzon taraflarına uzanalım ve hem eğlenceli, hem de tuhaf ve esrarlı bir maceraya şahit olalım…
Gazetelerde okumuşsunuzdur: Ordu’daki sekiz senedir devam eden ve aralarında biri ana tanrıça Kibele’ye ait olduğu tahmin edilen heykeller ile iki bin parça tarihî eserin ortaya çıkartıldığı 2 bin 300 senelik Kurul Kalesi’ndeki kazılar sona erdi…
Kaledeki arkeolojik faaliyeti arada bir merakla takip ediyordum, zira Karadeniz bölgesinde bilebildiğim kadarı ile ilk defa böylesine yoğun miktarda eser bulunmuştu. Bir ara bundan 2 bin 100 sene önce Kurul’a saldıran Roma ordusuna ait demir bir hançer, Dionisos’un, Apollon’un ve Pan’ın heykelleri ile çok sayıda küp, seramik, sikke, ok ucu vesaire de ortaya çıkartılmıştı…
Önce, bu eserleri ve fotoğraflarından anlayabildiğim kadarı ile renkleri kısmen de olsa solmadan kalabilmiş olan Kibele heykelini bulan ve başkanlığını Prof. Dr. Süleyman Yücel Şenyurt’un yaptığı kazı heyetindeki arkeologları heyetin diğer mensuplarını tebrik ederim…
Kazıların yapıldığı Kurul Kalesi’nin, Pontus Kralı Altıncı Mitridat’ın zamanında inşa edilmiş olması, alâkamı daha da arttırdı…
Mitridat’ın yahut Grekçe ismi ile Mitridates’in kim olduğunu bilir misiniz?
Günümüzün en nâlet savaş vasıtalarından olan kimyasal silâhların babasıdır!
Mitridat, Trabzon taraflarında bundan iki bin küsur sene önce kurulan Pontus Devleti’nin kralı ve bilinen ilk büyük eczacılardan biri idi; tarihlere devlet adamlığının, savaşçılığının ve eczacılığının yanısıra bir başka özelliğiyle daha geçmişti: İlk kimyasal savaşın mucidi olmasıyla...
İsa’dan önce 132’de doğdu, 11 yaşındayken Pontus’un kralı olan babasını kaybetti. Taht küçük Mitridat’ın hakkıydı ama annesi Laodike tarafından öldürülmek istenince dağlara çıktı ve tam on sene tek başına yaşadı. 21 yaşına geldiğinde yalnızlıktan vazgeçip Sinop’a indiğinde artık mükemmel bir asker, usta bir avcı ve çok iyi bir binici idi ama içkiye aşırı düşkündü…
Dağlarda bir alanda daha üstad olmuştu: Eczacılıkta... Seneler boyunca otları ve bitkileri incelemiş, hangi otun faydalı, hangisinin zararlı yahut zehirli olduğunu gayet iyi öğrenmişti. Kendisini kılıçla öldürmeye gücü yetecek hiç kimsenin varolmadığına inanıyor ama düşmanları tarafından zehirlenmekten korkuyordu. Buna mâni olabilmek için yine senelerce çalıştı ve yetmiş civarında değişik ottan meydana gelen bir panzehir hazırladı. Bu panzehir artık onun adıyla anılacak, literatüre “Mitridaticum” diye geçecek, asırlarca zehirlenmelere karşı dünyanın en bilinen ve en sık kullanılan ilaçlarından biri olacaktı.
ÖNCE ANNESİNİ ÖLDÜRDÜ!
Mitridat, işe vaktiyle kendisini öldürmeye çalışmış olan öz annesini ve tahtını elinden almış olan kardeşi Kretos’u idam ettirmekle başladı…
O dönem Roma İmparatorluğu’nun en parlak günleriydi ve Romalılar, Mitridat’ın hem siyasî, hem de askerî alanda en büyük rakibi idiler.
Genç kral, bütün politikasını Roma’ya karşı olma temeli üzerine inşa etti…
Mitridat zamanla daha da güçlendi. Kırım’ı ve bugünkü Rusya’nın güneyini işgal etti. Anadolu’nun içlerine girdi; Trabzon’dan İzmit’e ve Kapadokya’ya uzanan toprakları ele geçirdi. Bu arada eczacılıkla da eskiden olduğu gibi yakından alâkadar oluyor, yeni zehirler ve panzehirler keşfediyor ve bunları mahkûmların üzerinde deniyordu…
Romalılar, İsa’dan önce 82’de Mitridat’ın üzerine güçlü bir ordu gönderdiler ama savaş Roma için tam bir hezimet oldu, 150 bin kadar asker hayatını kaybetti, neticede Anadolu’nun tamamı, Trakya ve İstanbul Boğazı Mitridat’ın eline geçti. Derken Atina’ya kadar uzandı ve bugünkü Yunanistan’ın sınırları içinde kalan toprakları da krallığına kattı.
Bu savaşı o zamana kadar denenmemiş ve bilinmeyen bir iş yaparak taktik ile kazanmıştı: Kimyasal silâh kullanarak!
Taraflar savaş plânlarını yaparlarken Mitridat’ın maiyetinde bulunan ve tarihin ilk eczacılarından olan Kateuas, krala değişik bir fikir verdi, kendilerinden üç asır kadar önce yaşamış Yunanlı tarihçi Xenophon’un “Onbinlerin Dönüşü” isimli meşhur kitabında geçen bir hadiseyi hatırlattı: Xenophon, Babil’den geri çekilen Yunan askerlerinin Trabzon taraflarında kamp kurduklarını ve burada buldukları balı yiyen askerlerin binlercesinin kendilerinden geçtiğini anlatıyordu…
Mitridat, önce bu balı inceledi, arıların o bölgenin dağlarında bulunan ve bugün “rhododendron” denen, içerisinde şimdi “grayanotoxin” olarak bilinen maddenin yeraldığı bir çeşit açelyayı kullandıklarını farketti…
İsmi şimdi “deli bal” yahut “anzer” olan balın hücre zarlarını hareketsiz bırakarak sodyumun dolaşımını engellediği ve hücrelere yaklaşık 24 saat boyunca fonksiyon kaybı yaşattığı ancak asırlar sonra anlaşılacaktı….
Mitridat, savaş için arı kovanlarının yoğun şekilde bulunduğu bir vadiyi seçti. Etraftaki diğer kovanları da getirtti, bunları vadinin dört bir tarafına yerleştirdi, sonra Roma birliklerini kovanların bulunduğu yerde kamp kurmalarını sağladı.
Romalılar, o tarihten üç asır önce Yunanlı askerlerin düştüğü tuzağa düştüler. Dört bir tarafa saçılmış olan kovanlardaki balları yediler ve birkaç saat içerisinde yerlere serildiler.
İşin gerisini getirmek, Mitridat için artık kolaydı! Romalı askerlerin kendilerinden geçmesinden sonra kampı bastı ve Romalılar’ın tamamı birkaç dakikada kılıçtan geçirdi!
Mitridat’ın bu hilesi, askeri tarihe “dünyanın ilk kimyasal savaşı” olarak geçecekti…
HER ZEHRİ DENEDİ AMA ÖLMEDİ!
Romalılar mağlûbiyetlerinin intikamını almak için Pontus’a birkaç sene sonra yeniden saldırdılar, Mitridat bir müddet sonra başşehrini de kaybetti ve damadı olan Ermeni Kralı Tigranes’e sığındı. Romalı general Pompey’in Kafkasya’ya girmesi üzerine Kırım’a geçip bir müddet orada yaşadı. Roma’nın üzerine tekrar saldırmak üzereyken, oğullarından Frankes 62 yılında orduyu ayaklandırdı. Çaresiz kalan Mitridat önce “düşmanın eline geçebilirler” endişesiyle karılarını, cariyelerini, kızlarını ve kızkardeşi Laodice’i öldürdü, sonra zehir içerek intihara çalıştı.
Ancak, bizzat imal ettiği panzehiri, yani “Mitridaticum”u 50 senedir hergün kullanıyordu ve bünyesi bütün zehirlere karşı bağışıklık kazanmıştı. Hiçbir zehir işe yaramayınca sadık askerlerinden birine “Kılıcını kalbime sok!” diye emretti!
Can verdiğinde 69 yaşındaydı. Romalılar düşmanları olmasına rağmen hatırasına saygı gösterdiler ve cenazesini törenle kaldırıp Sinop’daki krallar mezarlığına defnettiler.
Mitridat, bin küsur sene sonra sanata da konu olacak, Fransız edebiyatının büyük ismi Racine 1673’te onun hayatından ilham alarak “Mithridate” adındaki meşhur trajedisini yazacaktı…
Ordu’da sekiz sene boyunca devam eden arkeolojik kazılarda son derece önemli eserlerin ortaya çıkartıldığı Kurul Kalesi işte bu Mitridat’ın zamanından kalma ve bildiğimiz “Mesir Macunu”nun da kralın kendi ismini taşıyan panzehirden ilham alınarak yapıldığı tahmin ediliyor…
- Konserler için ödenen bu meblâğları, musiki tarihimizin en büyük üstadları hayatları boyunca alamamışlardır!3 dakika önce
- Atatürk'ün Amerikalı bir kadın gazeteciye verdiği, 89 sene önce sansür edilen ve unutulan mülâkatı1 hafta önce
- Kurumaya başlayan Bafa Gölü'nü bu hâle getirenler Bülent Ecevit ve 1970'lerin CHP'sidir!1 hafta önce
- PKK'ya 30 seneden buyana istediği herşeyin birkaç katını verdik ama terör bitmiyor, zira maksat artık başka!3 hafta önce
- Büyük devlet olmanın yolu kendi silâhını bizzat yapmaktan geçer ve kredi kartlarından alınacak 750 lira bu yolda sadece bir katredir!1 ay önce
- Tarih boyunca hiç vârolmayan Lübnan'ı, Abdülhamid'in Washington Elçisi kurmuştu1 ay önce
- Mahzun prenses Fazile vefat etti1 ay önce
- Hortlayan bir dert: İttihadçılık2 ay önce
- Öküzün altında buzağı aramayın! Harbokulu'ndaki gösteri, disiplinsiz bir eylemden ibarettir, o kadar!2 ay önce
- Atatürk'ün meçhul nişanlısı Selma2 ay önce