Elimizin altında "İstanbul" diye muhteşem bir marka var ama kıymetini bilmiyoruz!
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan inşa edilen yeni havaalanının açılışında alanın aylardır merakla beklenen isminin “İstanbul” olduğunu duyurdu ve “İstanbul’un sadece Türkiye’nin en büyük şehri değil, aynı zamanda ülkenin en değerli markası olduğunu” söyledi.
İmparatorluk devrinin fermanlarında, beratlarında ve hattâ paralarında “Kostantiniyye” diye geçen “İstanbul” isminin nereden geldiği konusunda elimizde hâlâ kesin bir bilgi, kayıt, vesaire maalesef yoktur! Selçuklular zamanında ve Osmanlılar’ın ilk devirlerinde “Stanbul” denen şehrin bir ara “Stibol” yahut “Stambol” diye telâffuz edildiği, bu kelimelerin de Rumca “Şehre doğru” demek olan “Eis ton polin”den geldiği de söylenir ama bu iddiaya, yani “eis ton polin” benzetmesine açık söyleyeyim, sadece benim değil, daha birçok kimzenin aklı hiç yatmamıştır!
Ama bu bilgi yokluğuna ve şehrin isminin üzerindeki şüphe bulutlarına rağmen ne kadar kıymetli olduğu havaalanının açılışı sayesinde tekrar hatırlanan “İstanbul” sözünü marka olarak bir türlü doğru dürüst kullanamadığımıza dikkat edip bunun sebeplerinin ne olduğunu hiç bilmem düşündünüz mü?
Çok memleket gezip dolaşmış bir kişi olarak samimiyetle söyleyeyim: Doğu dünyası “Türkiye”den ziyade “İstanbul”a âşinadır; Batı’da ise “Türkiye” az bilinen yahut bilinse bile pek muhabbet duyulmayan bir memlekettir ama “İstanbul” öyle değildir, bir batılının kanaatine göre bambaşka bir diyardır!
Ortadoğu memleketlerinin birinde “Nerelisin?” diye sordukları zaman vereceğiniz “Türk’üm” cevabını hemen bir başka soru, “İstanbuuuul?” yani “İstanbul’dan mı?” suali takip eder; zira sokaktaki bir Arap’a göre, Türkiye, “İstanbul” demektir! Anglosakson ülkelerde aynı soruya vereceğiniz “Turkey” cevabı ise muhatabınızın hatırına “hindi”i getireceği için önce hafifçe tebessüm ettirir ama söz İstanbul’a geldiği takdirde, bir sıcaklığın hâsıl olduğunu farkedersiniz.
Ama hem Doğu’nun, hem de Batı’nın böylesine alâkasını çeken İstanbul’u çok daha bilindik bir marka yapabilmek için şimdiye kadar her nedense ciddî bir çaba göstermemişizdir.
DÖNMEDOLABA KARŞI KIZKULESİ
TV’deki filmlerde sık görülen ve artık bizde de hemen herkesin giydiği tişörtler ile şapkaların üzerindeki yazıları ve resimleri düşünün: Bol bol “New York” vardır, en rağbet göreni “I love New York”tur; Avrupa’da da millet “Paris” ve “London”, yani “Londra” tişörtüne ve şapkasına meraklıdır. Adamın yahut hatunun göğsünde kazık kadar bir Eiffel Kulesi görürsünüz, onun altında veya üstünde aynı şekilde “I love Paris” yazar. İngilizler ise Eiffel kadar meşhur sembol bulmakta zorlandıkları için tişörtlerin üzerine Londra ile ilgili olarak akıllarına ne gelirse basarlar: Saat kulesi, “Londra’nın gözü” dedikleri devâsâ dönmedolap, iki katlı otobüs, hattâ kırmızı bir telefon klübesi, vesaire…
Marka olarak pazarlanan yerler sadece Londra ve Paris değil dünyanın dört bir tarafındaki şehirlerdir ve bu iş hemen her vesile ile yapılır. Güney Amerika’dan Avustralya’ya, tangodan Viyana valslerine, Yeni Zelanda’nın sempatik hayvanlarından Mısır’ın piramitlerine kadar akla gelen herşey, bugün şehir pazarlamasının vasıtasıdır.
Elimizde “İstanbul” gibi mükemmel bir marka var; hem doğu, hem de batı bu şehri hâlâ egzotik ve pittoresk buluyor, İstanbul bütün Arap dünyasının gözünde son senelerde gidilip görülmesi şart olan hayal gibi bir belde ama biz bu markayı kullanmayı ve pazarlamayı hâlâ beceremiyoruz!
İstanbul için hazırlanacak logolar için sembol deseniz elimizde Kızkulesi, Galata Kulesi yahut Topkapı Sarayı’nın Adalet Kulesi gibi mebzul miktarda yüksek ve şık bina mevcut; egzotik manzaralar istemediğimiz kadar çok, kubbeleri ve minareleri ile dünya kadar tarihî görüntü elimizin altında ama iş bunları kullanmaya gelince herşey nanay!
Birçok yabancının gözünde günün birinde mutlaka ulaşılması gereken bir hayal olan “İstanbul” sözünün bir başka avantajı daha vardır: Telâffuzu kolaydır! Dünyanın önde gelen ve zengin turiste mahsus mekânlardan sayılan ama söylemesi dert olan “Oaxaca”, “Machu Picchu”, “Waimanalo”, “Kaunakakai”, “Kanchanaburi” yahut “Chaiwatthanaram” nerde, şıpıdanak söylenebilen “İstanbul” nerdeee!
Belediyeler ve kamu kuruluşları hemen tamamını kuşe kâğıdına bastırdıkları ama neticede hepsi olduğu gibi çöpe giden kalitesiz reklâm kitapları yerine İstanbul tişörtleri, şapkaları, şortları, vesaireleri hazırlatıp bunları gelen turiste sembolik fiyatla verecek olsalar, bu iş bile “İstanbul” markasının tanıtımında büyük adım sayılır!
- Edebiyat allâmesi iki kardeşin yaptıkları sessiz bağışların ve ödüllendirilmelerinin öyküsü37 dakika önce
- Konserler için ödenen bu meblâğları, musiki tarihimizin en büyük üstadları hayatları boyunca alamamışlardır!4 gün önce
- Atatürk'ün Amerikalı bir kadın gazeteciye verdiği, 89 sene önce sansür edilen ve unutulan mülâkatı1 hafta önce
- Kurumaya başlayan Bafa Gölü'nü bu hâle getirenler Bülent Ecevit ve 1970'lerin CHP'sidir!2 hafta önce
- PKK'ya 30 seneden buyana istediği herşeyin birkaç katını verdik ama terör bitmiyor, zira maksat artık başka!3 hafta önce
- Büyük devlet olmanın yolu kendi silâhını bizzat yapmaktan geçer ve kredi kartlarından alınacak 750 lira bu yolda sadece bir katredir!1 ay önce
- Tarih boyunca hiç vârolmayan Lübnan'ı, Abdülhamid'in Washington Elçisi kurmuştu1 ay önce
- Mahzun prenses Fazile vefat etti1 ay önce
- Hortlayan bir dert: İttihadçılık2 ay önce
- Öküzün altında buzağı aramayın! Harbokulu'ndaki gösteri, disiplinsiz bir eylemden ibarettir, o kadar!2 ay önce