Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Günlerden buyana seçim, oy dağılımı, belediyeler, seçimlerin yenilenmesi vesaire meseleleri ile uğraştığımız sırada İtalya ve Fransa birdenbire Ermeni konusunu gündeme getirdi. İtalyan Meclisi 1915 olaylarının “soykırım” olarak tanınması teklifini gündemine aldı; Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da 24 Nisan’ın “Ermeni Soykırmı’nı Anma Günü” ilân eden kararnameyi imzalayıverdi.

Bütün bunların üzerine hop oturup hop kalkıyoruz, ardarda demeçler veriliyor, Fransa’nın geçmişindeki kanlı hadiseler tekrar tekrar anlatılıyor, “Macron önce kendi tarihine baksın” deniyor ve gelişmeler Dışişleri’nin hemen her açıklamasında geçen klişe ifade ile “en sert şekilde” kınanıyor…

İtalya’nın 1911’de Libya’ya, 1935’te de o zamanların Habeşistan’ı olan Etyopya’ya saldırıp onbinlerce sivili katletmiş olduğunu herhalde unuttuğumuzdan olacak, o senelerde yaşanan kanlı hadiselerden henüz bahsetmiyoruz.

Batı’nın Ermeni meselesinde her kıpırdadığında, parlamentoların gündemine bu konuda tasarılar getirildiğinde veya kararlar alındığında yerimizde duramaz, bağırır, çağırır, veryansın eder, hattâ elçimizi bir-iki haftalığına geri çağırır ama sonra tekrar yollarız ve neticede onlar aldıkları kararla, biz de hiddetlendiğimizle kalırız ve yeni bir hadiseye kadar herşey aynen devam edip gider…

Arada bir Papa’nın da kalkıp bu modaya uyacağı ve 24 Nisan konusunda abuk-subuk birşeyler söyleyeceği tutar ve bizde bir telâş, bir telâş!

Hele, Nisan ayı geldiğinde öyle bir krize gireriz ki…

24 Nisan, mâlûm, bazı memleketlerde “soykırım günü” diye bilinir ve Türkiye’de her sene, Nisan’ın yaklaşmasından günler önce bazı çevreleri, en başta da Dışişleri’ni bir derttir sarar; “Amerikan Başkanı, Ermeniler’e hitaben yayınlayacağı yıllık mesajda bu sene acaba ‘soykırım’ kelimesini kullanacak mı, kullanmayacak mı?” diye yataklara düşülür. Derken, Amerikan Kongresi’nin 1915 hadiselerini “soykırım” olarak tanınıp tanımayacağı meselesi hatıra gelir. Bu heyecan dolu bekleyiş, Başkan’ın mesajında “soykırım” değil de “Metz yeghen” yani “büyük felâket” ifadesini kullanması ile nihayete erer ve derin bir “Oooh! çekilir.

Neredeyse 40 senedir sürüp giden bu lüzumsuz vehim ve hiddet hâlâ devam ediyor, “Amerikan Başkanı bu kelimeyi kullansa veya kullanmasa yahut bilmemnerenin parlamentosu 24 Nisan’ı ‘soykırım günü’ ilân etse ne olur?” diye düşünmüyoruz!

HİÇ DE HOŞ ŞEYLER OLMADI AMAAA…

Senelerdir yazdım ve samimî şekilde açıkça söyledim; “1915’te ne oldu?” sorusunun sadece tek bir cevabı vardır:

Maalesef, hiç de iyi şeyler olmadı!

Savaş yüzünden dört bir tarafı ateş çenberine dönmüş haldeki devlet sınırlardaki ordusunun gerisinde ve memleketin iç kesimlerinde çıkartılan kanlı hadiselere son verebilmek maksadıyla meşru müdafaa hakkını kullandı; zamanın şartları içerisinde ne yapması gerekiyor ise onu yaptı. Tehcire uğrayan gruplar tahriklere gelmeseler ve bütün bunlar yaşanmasa idi çok daha iyi olurdu ama oldu!

Tehcirde maalesef büyük üzüntüler yaşanmıştır ve “1915”, Ermeniler için unutulması mümkün olmayacak acı, ıztırap ve kan demektir. Ama bu ıztırabın tek sorumlusu Türkiye değildir, ortada ağır bir tahrik ve bir mecburiyet vardır fakat bunun böyle olduğunu karşı tarafa değil kabul ettirmek, izaha çalışmak bile artık imkânsızdır, zira araya kan girmiştir!

İş böyle olduğu için 1915 hadiseleri sebebi ile endişelenmemiz, utanmamız yahut kafamızı kuma gömüp kaçamak yollar aramamız veya öfke krizlerine kapılmamız gereksizdir. Hele, “soykırım günü ilânı” vesaire gibisinden durup dururken gündeme getirilen hadiseler karşısında kızıp köpürmemize ve bu işleri yapanlara cevap yetiştirme çabasına kapılmamıza hiç mi hiç lüzum yoktur. Bütün bu çabaların neticesi sadece lâf seviyesinde kalacaktır ve bu kadar sene boyunca uğradığımız suçlamalar sayesinde kazandığımız bağışıklık, artık “Aldığın karar bilmemneme kadar!” dememizi gerektirir.

Üstelik, son senelerde kapıldığımız “toprak, mal ve tazminat talebi” paranoyasından da kurtulup rahatladığımız takdirde “Bilmemneme kadar!” sözünü ağzımızı doldura doldura ve öyle bir keyifle söyleriz ki, emin olun, her zerremiz huzur bulur!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar