Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Yarın, memleketin uğradığı bir belânın, büyük bir bir rezaletin ve facianın yıldönümüdür: Seçimle gelmiş meşru bir iktidarın silâh zoru ile devrildiği 27 Mayıs darbesinin 59. yıldönümü…

Bir grup askerin alaşağı ettiği Demokrat Parti iktidarı açıkça söylemem gerekirse, hatâsız, günahsız, yani pîrüpak değildi. Büyük yanlış yapmıştı, meselâ basına emsâline daha sonra rastlanmamış bir baskı ve sansür tatbik ediliyordu, apansız konan yasaklar yüzünden gece baskılarında gazetelerin sütunları kazınıyor ve sayfaların bazı yerleri bembeyaz çıkıyordu, büyük şehirler kaynıyordu, Meclis’te bir “Tahkikat Komisyonu” teşkil edilmiş, komisyon darbeden birkaç gün önce vazifesini tamamlamıştı ama milletvekillerine gazetecileri ve muhalifleri tevkif edip hapishaneye gönderme yetkisi verilmesi olacak iş değildi, zamanın başbakanı Adnan Menderes da asabîleştikçe asabîleşmişti…

Ama işlerin bu hale gelmesinde “darbe” kavramını açıkça telâffuz edip ikidarı çileden çıkartan muhalefetin de büyük günahı vardı ve daha da önemlisi, dertlerin çaresi silâhlı bir başkaldırı, bir ihtilâl değildi! Zaten bir müddet sonra seçimlere gidilecekti ve Demokratlar’ın bu seçimden yine galip çıkacakları belli idi…

27 Mayıs ve sonrasında yaşanan rezaletlerden ve apaçık birer cinayet olan idamlardan burada bahsetmeyecek, darbenin edebiyata akseden tarafını anlatacağım: Türk şiirinin büyük isimlerinden Faruk Nafiz Çamlıbel’in Demokrat Parti’den milletvekili olduğu için 27 Mayıs’tan sonra arkadaşları ile beraber kapatıldığı ve yakında bir kültür ve turizm merkezi yapılacağı söylenen Yassıada’da yaşadığı elemleri konu alan şiirlerinden…

1898’de İstanbul’da doğan ve 1973’te yine İstanbul’da vefat eden Faruk Nafiz, “Han duvarları” (Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı), “Kıskanç” (Sakın bir söz söyleme, yüzüme bakma sakın), “Çoban çeşmesi” (Derinden derine ırmaklar ağlar, uzaktan uzağa çoban çeşmesi, “Koşma” (Kirpiğine sürme çek, kına yak parmağına) gibi çok bilinen şiirler ile “Onuncu Yıl Marşı” ve “Artık bu solan bahçede bülbüllere yer yok” misâli musiki eserlerinin sözlerini yazmıştı. Demokrat Parti’den milletvekili olduğu için 27 Mayıs darbesinden sonra o da Yassıada’ya gönderildi, adada eziyet dolu 15 ay geçirdi, yargılandı ve 1961 Eylül’ünde beraat ederek serbest bırakıldı.

Şair, Yassıada’da yaşanan faciaları anlattığı dörtlükleri, en meşhur eserlerinden ve daha sonra bir kitabının da ismi yaptığı “Han Duvarları”nın ilhamiyle, 1967’de “Zindan Duvarları” adı ile kitap haline getirdi…

Aşağıda, Faruk Nafiz’in “Zindan Duvarları”ndan bazı dörtlükleri naklederken bir arzumu yahut hayâlimi de söyleyeceğim:

Bizans devrinden buyana tarihe sadece bir “zulüm mekânı” olarak geçen Yassıada’da senelerden buyana inşaat var ve ada yakında turizm, eğlence yahut kültür mekânı olarak hizmete girecek…

Ama, darbelerin memleketin bünyesine nasıl büyük yaralar açtıklarını unutmamak ve gelecek nesillere de anlatabilmek maksadıyla adanın zulüm, elem, acı ve ıztırapla dolu olan geçmişini aksettiren dörtlüklerden birini Yassıada’da görünür bir yere hakketmemiz gerekir!

YASSIADA: BİR ELEM DAMLASI

İşte, bütün bu acıları bizzat yaşamış olan Faruk Nafiz’in “Zindan Duvarları” isimli eserinden bazı dörtlükler:

Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür adada,

Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız.

Derseniz: Böyle cehennem mi olur dünyada?

Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!

*

Bilmiyor gülmeyi sâkinlerinin binde biri,

Bir vatan derdi birikmiş bir avuçluk karada.

Kuşu hicran getirir, dalgası hüsran götürür;

Mavi bir gölde elem katrasıdır Yassıada.

*

Gece zindanda Yusuflar sıralanmış yatıyor,

Yüzlerinden okurum sapsarı rü’yâlarını...

Kimi sehpâda görür kendini, çarmıhta kimi,

Ve ararlar yine zindandaki dünyâlarını...

*

Biz de Şeyhoğlu Satılmış gibi çizdik duvara:

Nice yıl dillere destân olacak nâmımızı.

Bu canım yurt ona gurbet, bize zindân oldu,

Geçtiler yanyana tarihe serencâmımızı.

*

Kerbelâ akşamının Marmara ufkunda tüten,

Çölü deryaya çevirmiş sel olan göz yaşımız,

Görerek kanlı bulutlarda Hüseyn’in yüzünü,

On Muharrem gibi mâtem tutuyor yılbaşımız.

*

Ya gezen bir ölü, yahut gömülen bir diriyim,

Mumyadır canlı da, cansız da bu kabristanda,

Gömdüler ruhumu yüz bir sene mahkûmu gibi

Cismim ayrılsa da ruhum kalacak zindanda."

*

Evler yıkılır, köyler olur hâk ile yeksân,

Virân yeri birkaç yıla varmaz onarırlar.

Yalnız şu gönül mülkü harap olmaya görsün;

Tamire yetişmez onu dünyada asırlar.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar