İşte belgeler! TÜBİTAK bana özür borçludur!
İstanbul’u geçen Perşembe yeni bir deprem vurup yürekleri ağızlara getirdi ve Türkiye’nin önde gelen deprem hocaları aynı günün akşamı Fatih Altaylı’nın Teketek’ine katılıp muhtemel felâketi değerlendiriler.
Programda deprem uzmanlarının tarihçilerle işbirliği yapmaları ve böylelikle İstanbul’un jeolojik geçmişi hakkına daha geniş bilgilere sahip olunması gereğinden bahsedilirken Fatih’in cep telefonuna bir mesaj gönderdim, bazı tarihçilerin 1999 depreminden sonra TÜBİTAK’a bu iş için bir teklif götürdüklerini ama taleplerinin reddedildiğini anlattım ve Fatih mesajımı programda okudu.
TÜBİTAK, Teketek’in hemen ertesi günü bir açıklama yapıp “Deprem alanındaki projelerin keyfi bir şekilde reddedildiği yönündeki iddiaların büyük haksızlık olduğunu” söyledi…
Açıklamada her ne kadar iddia sahibinin ismi geçiyor idi ise de, “haksızlık yapmakla” suçlanan kişi bendenizdim; zaten bazı haber siteleri açıklamayı “TÜBİTAK’tan Murat Bardakçı’ya cevap” başlığı ile verdiler…
TÜBİTAK’ın açıklamasında Türkiye genelinde 55 adet sismolojik gözlem istasyonlarının bulunduğu, veri paylaşımının yanısıra bilim adamlarımızın deprem ve sismografi alanındaki projelerinin de desteklendiği, son 17 senede 217 projeye destek verildiği, 2006 ile 2019 arasında onaylanan projelere yaklaşık 110 milyon lira kaynak aktarıldığı anlatılıyor; projelerin bağımsız bilim kurulları tarafından değerlendirildiği ve deprem projelerinin keyfî şekilde reddedildiği iddiasının “değerli bilim insanlarının oluşturduğu bağımsız kurullara karşı büyük haksızlık olduğu” söyleniyordu…
İyi güzel de, ben “TÜBİTAK deprem konusunda hiçbir iş görmedi, bu alanda hazırlanan projelere de destek vermedi” falan demedim, sadece “tarihçilerin hazırladıkları bir projeyi reddettiğini” hatırlattım ve söylediğim de doğru idi!
Meslek hayatım boyunca belgesiz, kanıtsız yahut şahitsiz tek bir haber bile yapmadım; kulaktan dolma söylentilerin, palavraların yahut dedikoduların haber haline getirilmesine her zaman karşı çıktım ve Teketek’in yayını sırasında Fatih Altaylı’ya gönderdiğim mesaj da bilgiye, daha da önemlisi belgeye dayanıyordu!
DEVLET ARŞİVİNE GÜVENİLMEZMİŞ!
Şimdi, İstanbul’un deprem tarihi konusunda TÜBİTAK’a götürülen ama reddedilen projenin ayrıntılarını anlatayım:
İstanbul’daki son büyük deprem 1766’da meydana gelmiş, o senenin 22 Mayıs’ı ile 5 Ağustos’undaki sarsıntılar şehri harap etmişti. Marmara Bölgesi’nde 250 senede bir yaşanan âfet 1766’daki bu deprem idi ve şimdi beklenen büyük deprem de iki buçuk asır ara ile gelen bu uğursuz ziyaret periyodunun son halkasını teşkil edecekti.
2005’te, o sırada yardımcı doçent olan Dr. Erhan Afyoncu ve Dr. Recep Ahıskalı ile Doç. Dr. Muzaffer Doğan, TÜBİTAK’a “22 Mayıs 1766 ve 5 Ağustos 1766 İstanbul Depremleri ile İlgili Tarihsel Bilgilerin Ortaya Çıkarılması ve Değerlendirilmesi” başlıklı bir proje sundular.
Gençlik senelerini arşivlerde geçiren ve sonraki yılların önde gelen tarih profesörleri olan üç akademisyen, sunum metninde projenin amacını şöyle ifade ediyorlardı:
“…Bu proje 1999 depremi ile gündeme oturan ve önümüzdeki tarihlerde meydana gelmesi beklenen İstanbul depremine tarihî altyapı bilgilerini hazırlamak ve literatürdeki boşluğu doldurmak amacıyla hazırlanmıştır. Osmanlı kronikleri ile depremlerin meydana geldiği ve sonrasında tutulmuş kayıtları muhafaza eden başbakanlık Osmanlı Arşivi, Topkapı Sarayı Arşivi ve depremlerin olduğu zamana ait mahkeme kayıtlarının yeraldığı İstanbul Müftülüğü Arşivi taranarak 22 Mayıs 1766 ve 5 ağustos 1766 tarihlerinde meydana gelen iki depreme ait tarihi bilgiler toplanacaktır. 1766 depremlerinin sosyal, ekonomik, demografik ve psikolojik etkileri, deprem sonrası imar faaliyetleri ile depremin mimarî tercihler üzerine tesirleri belirlenecektir.
Osmanlı kaynakları üzerinde uzmanlığı bulunan bir proje yürütücüsü, iki araştırıcı ve üç yardımcı personelle yürütülecek olan proje yüzbinlerce belgenin taranıp gerekli bilgilerin derlenmesinin ardından yapılacak bir değerlendirme ve depremle ilgili önemli belgelerin çevirileri yapılarak 36 ayda tamamlanacaktır.
…Çalışma, İstanbul için beklenen deprem öncesi hazırlıklara ve deprem sonrası plânlanan düzenlemelere tarihsel bilgi açısından altyapı oluşturacağından önemli ölçüde zaman kazandıracaktır. Tarihi kaynakların bolluğuna rağmen bugüne kadar İstanbul depremlerinin toplu bilgisinin olmayışı bir eksikliktir. Bilimsel bilgilere yapılacak bu katkı ile depremlerin tarihselliği ile ilgilenen bilim adamlarına büyük yarar sağlanacaktır.
…Elde edilecek verilerden çıkarılacak istatistikî bilgiler depremin hangi mıntıkaları ne ölçüde etkilediği, şehirde yaptığı tahribat, can kaybı, ekonomik boyutu, toplum yaşantısına tesirleri, deprem sonrasındaki imar faaliyetleri ve insan ilişkilerine tesiri gibi konular metin haline getirilecektir. Metnin arkasına depremlerin etkileriyle ilgili belgelerin önemlilerinin çeviri yazıları konulacaktır”.
Kabul edildiği takdirde 1 Temmuz 2005’te başlayıp 36 ayda bitirilecek ve üç araştırmacı ile üç de asistanın görev alacağı projenin toplam maliyeti 175 bin 122 lira idi. Bu meblâğ PC, dijital fotoğraf makinesi ve yazıcı alımı ile, kartuş, kâğıda, kitaba, fotokopiye, mikrofilme, CD’ye, mikrofilm basımına ve gerektiğinde de yardımcı personele harcanacaktı; “telif” kaleminde ulaşım ve yemek masrafları yeralıyor, tarihçiler ayrıca bir telif ücreti talep etmiyorlardı.
Şimdi “Deprem alanındaki projelerin keyfî bir şekilde reddedildiği yönündeki iddiaların büyük haksızlık olduğunu” söyleyebilen TÜBİTAK, projeyi o zaman bir “bilim kurulu”na gönderdi, kurul teklifin işe yaramayacağına hükmetti ve proje o senenin sonbaharında reddedildi!
Red gerekçesinde “Proje inceleme/veri toplama/durum saptama/rutin çalışma niteliğindedir, araştırma güvenilir olmayan verilere/hipotezlere dayanmaktadır, bilim ve teknolojiye katkı sağlama potansiyeli zayıftır, projenin yürütüleceği birimin altyapısı/ortamı/olanakları önemli ekipman ve olanaklarla desteklenmedikçe önerilen araştırmayı yürütmeye yetersizdir, kuruluşta mevcut olan ekipman proje kapsamında tekrar talep edilmiştir, önerilen tasarım ve yöntemlerden çok daha kapsamlı çalışma gereklidir, talep edilen destek miktarı çok yüksektir, mevcut haliyle yeni bir bilgi üretmesi çok zordur, özgün değildir, faydaları konusunda şüpheler vardır” deniyordu; genel değerlendirme de “İyi değil, yetersiz” şeklindeydi…
Red gerekçelerden sadece birine, “Araştırma, güvenilir olmayan verilere/hipotezlere dayanmaktadır” ifadesine dikkatinizi çekeceğim:
“Güvenilir olmayan veri” sözü ile Osmanlı Arşivleri kastedilmekte idi, yani dünyanın en zengin evrak hazinelerinden olan imparatorluk arşivimiz, TÜBİTAK’ın raportörlerinin gözünde “güvenilir olmayan veri”den ve “hipotez”den ibaretti!
KİM BU “DEĞERLİ” RAPORTÖRLER?
Tarihçiler ile deprem bilimcilerin birbirlerinden ilk defa istifade edebilmelerine imkân sağlayacak olan bu proje, işte böyle reddedildi! Üstelik “özgün olmadığı”, “faydaları konusunda şüpheler bulunduğu” söylenerek ve şayet hakikaten noksanları var idi ise, noksanlarının tamamlanması için hiçbir tavsiyede bulunulmadan!
Bugünkü TÜBİTAK yönetiminin bundan 14 sene önce yaşanmış tuhaflık hakkında mutlaka bilgisi olduğunu iddia edemem. Ama ellerinin altındaki kendi arşivlerine bakmadan, apar-topar bir açıklama yapmak ihtiyacı hissederek doğru söyleyeni “haksızlık yapmakla” suçlamalarının sebebi ne ola ki? Belge yerine ihtimale ağırlık verip “Burada böyle birşey mümkün değildir” gibisinden bir zihniyete mi kapıldılar, yoksa arşivlerine bakmaya üşenip alelâcele boş bir suçlama yapmayı mı tercih ettiler, bilmiyorum…
TÜBİTAK, açıklamasında “Proje başvurularının değerlendirilmesinde, TÜBİTAK’ın hiçbir idari karar yetkisi bulunmamaktadır. Bahse konu projeler üniversitelerimizdeki alanında uzman akademisyenlerin de dahil olduğu bağımsız bilimsel kurullar vasıtasıyla değerlendirilmektedir” diyor…
Bunun böyle olduğunu, yani bir projenin reddedilmesi hâlinde TÜBİTAK yönetiminin kararı değiştirebilmek maksadıyla devreye girmediğini biliyorum.
Ama, bu hâdisede bir garabet mevcut: TÜBİTAK’ın “değerli bilim insanları” olduklarını iddia edip beni onlara karşı “haksızlık yapmakla” suçladığı raportörler Devlet Arşivleri’ni “güvenilir olmayan hipotez” diye görmüş, tarih ile deprembilimi arasında ilk defa bağlantı kurmaya çalışan bir çalışmaya “Özgün değildir!” demiş ve bilim ile teknolojiye katkı sağlama potansiyelinin “zayıf” ve “rutin” olduğu iddiasıyla projeye karşı çıkmışlar!
Dolayısı ile, bu raportörlerin kimler olduklarını hakikaten merak ediyorum ve TÜBİTAK’ın da merak edip zahmet buyurarak arşivlerini karıştıracağı temennisindeyim…
Türkiye’nin önde gelen tarihçilerinden ve Osmanlı Arşivleri’nin de en iyi uzmanlarından olan üç hocanın 2005 Şubat’ında TÜBİTAK’a sundukları proje evrakının ve red gerekçesinin bazı sayfalarını burada görebilirsiniz, arzu edilirse sayfaların tamamını yayınlayabilirim…
Şimdi, yazının başlığında söylediğimi tekrar edeyim: TÜBİTAK bana özür borçludur, ciddî ve samimî bir özür!
Projede kullanılacak arşiv kaynaklarının yeraldığı sayfalardan biri.
- Konserler için ödenen bu meblâğları, musiki tarihimizin en büyük üstadları hayatları boyunca alamamışlardır!3 dakika önce
- Atatürk'ün Amerikalı bir kadın gazeteciye verdiği, 89 sene önce sansür edilen ve unutulan mülâkatı1 hafta önce
- Kurumaya başlayan Bafa Gölü'nü bu hâle getirenler Bülent Ecevit ve 1970'lerin CHP'sidir!1 hafta önce
- PKK'ya 30 seneden buyana istediği herşeyin birkaç katını verdik ama terör bitmiyor, zira maksat artık başka!3 hafta önce
- Büyük devlet olmanın yolu kendi silâhını bizzat yapmaktan geçer ve kredi kartlarından alınacak 750 lira bu yolda sadece bir katredir!1 ay önce
- Tarih boyunca hiç vârolmayan Lübnan'ı, Abdülhamid'in Washington Elçisi kurmuştu1 ay önce
- Mahzun prenses Fazile vefat etti1 ay önce
- Hortlayan bir dert: İttihadçılık2 ay önce
- Öküzün altında buzağı aramayın! Harbokulu'ndaki gösteri, disiplinsiz bir eylemden ibarettir, o kadar!2 ay önce
- Atatürk'ün meçhul nişanlısı Selma2 ay önce