Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Dolar, enflasyon, seçim ve çatı adaylığı tahminleri yahut Suriyeli ve Afgan mülteciler gibi son zamanların illâllah dedirten didişmelerinden bir anlığına bile olsa uzak kalıp Türkiye’de güzel işlerin de yapıldığından haberdar olabilmeniz için, yeni çıkan üç kitaptan bahsedeceğim...

* Prof. Dr. Günay Kut’un “Ağız Tadı”:

Türkiye’de eski Türk Edebiyatı’nın şu andaki en kıdemli hocası olan ve yakınları ile bazı sevenlerinin “Hocaanne” dedikleri Günay Hanım’ın yemek tarihimiz konusundaki makaleleri ile akademik kongrelerde verdiği yine yemek tarihimiz ile ilgili bildirileri kitap haline getirildi.

Birkaç sene önce başka bir vesile ile yazmıştım: Ben, Hocaanne’yi 1970’li senelerin sonlarında rahmetli Baki Hoca’nın, yani Abdülbaki Gölpınarlı’nın vasıtasıyla tanımıştım. O senelerde üniversiteye giden bir gençtim, Hocaanne ise sekiz sene boyunca ders verdiği Chicago Üniversitesi’nden memlekete henüz dönmüş bir “âlime” idi…

Ve, gençliğinden itibaren hep elyazması kitap yığınlarının arasında koşuşturdu, hiç durmadan çalıştı ve etrafında her dâim bir kedi ordusu mevcut oldu...

İstanbul Üniversitesi’nde asistanlık yaparken 1970’de Amerika’ya gitti ve Chicago Üniversitesi’nde hocalık etti, Boğaziçi Üniversitesi’nde Türkoloji bölümünün kuruluşunda bulundu; sonraki senelerde yine dışarıya gitti, Oxford’da hocalık yaptı, şarkiyat alanında dünyanın en zengin kütüphanelerinden olan Oxford’daki Bodleian’da bulunan Türkçe elyazması eserlerin kataloğunu tek başına yayınladı, sonra yine memlekete döndü, bazısı yetenekli ama bazısı yeteneksiz ve hattâ lânet diyebileceğim hayli talebe yetiştirdi.

Zaten ailesi de bir tuhaftı. Kocası geçen Temmuz’da kaybettiğimiz zamanın son allâmelerinden Turgut Kut, seneler önce Tarihin Arka Odası’na iki defa çıkıp milleti kendine hayran bırakan Harvard profesörü Gönül Tekin de ablası idi. Gönül Hoca’nın eşi rahmetli Prof. Şinasi Tekin de Türkolojinin büyük üstadlarından kabul edilirdi...

Velhâsıl, ömürlerini sadece araştırmakla, okuyup yazmakla geçirmiş bir aile idiler...

Seneler boyunca ciltler dolusu eserler veren ve yüzlerce makale yayınlayan Günay Hoca, birkaç ay önce 1441 ile 1501 arasında yaşamış ve Türk Edebiyatı’nın en önemli şairinden olan Ali Şîr Nevâî’nin orijinal elyazması Topkapı Sarayı’nda muhafaza edilen “Külliyat”ını yayınlamıştı ve bu yayın tam 5 kilo 280 gram idi!

Hocaanne ile rahmetli eşi Turgut Ağabey’in en büyük meraklarından biri mutfak tarihimiz idi ve bu merakları ile konunun en önemli uzmanları olmuşlardı...

Prof. Dr. Günay Kut’un öğrencilerinden Prof. Dr. Fatma Büyükkarcı Yılmaz, şimdi Simurg Yayınları’ndan Günay Kut’un Türk Mutfağı konusundaki makalelerini kitap haline getirdi. Kitabın girişinde yeralan tam 30 sayfalık “Günay Kut Bibliyografyası”nı inceleyenler, onun nasıl velûd bir “âlime” olduğunu hemen farkedeceklerdir.

Günay Hoca, kitabının önsözünde “Yemek kültürümüz milletimizin ağız tadının ta kendisidir” diyor ve kitapta daha sonra Hoca’nın yemek konusundaki makaleleri ile bildirileri yeralıyor. Türk Mutfağı’nın tarihî kaynakları, Türk yemek kültürü, Kanunî Süleyman’ın oğullarının sünnetlerinde davetlilere çıkartılan yemekler, tarihî kaynaklarda geçen çorba çeşitlerimiz, yine tarihî kayıtlara göre beslenme biçimimiz, ilmihal kitaplarını yeme-içme bahisleri, şenliklerde ikram edilen yemekler, çok nâdir olan yemek ile alâkalı elyazmalarından bazıları ve daha birçok makale...

Hocaanne’nin “Ağız Tadı”nı okurken yeme-içme tarihimiz ile asırlar öncesinin yemeklerini öğrenecek ve o devirlerde sofraya gelen yemeklerin zenginliğini görünce ağzınızda hayalî ama hoş tadlar hissedeceksiniz.

* George Antonius’un “Arap Uyanışı. Arap Ulusal Hareketinin Öyküsü”:

1891 ile 1942 arasında yaşamış çok önemli bir Arap tarihçi olan George Antonius, Cambridge Üniversitesi’ni bitirmiş, Filistin’deki İngiliz Manda İdaresi’nde görev aldıktan sonra Suudi Arabistan’ın sınırlarını çizme çalışmalara katılmış ve Filistin’in geleceğinin belirlenmesi maksadıyla Londra’da 1939’da toplanan konferansa Arap Delegasyonu’nda da yeralmıştı.

George Antonius, gençliğinden itibaren “Arap Milleti yaratma” faaliyetinin içerisinde bulundu, Şerif Hüseyin’in 1916’da başlattığı Arap İsyanı’nı yakından takip etti. Şerif Hüseyin ile ve Arap dünyasının o günlerdeki diğer önemli isimleriyle yakından temasları oldu ve 1939’da meşhur eserini yayınladı: “The Arab Awakening”, yani “Arap Uyanışı”.

Antonius’un bu çok önemli kitabı Mehmet Akif Koç ile Muhammed Karakuş tarafından şimdi Türkçe’ye tercüme edildi Selenge Yayınları’ndan çıktı.

Arap milliyetçiliğinin öncü isimlerinden birinin yazdığı kitapta o devrin Türkiyesi’nin aleyhinde kanaatlerin bulunması tabiîdir ve George Antonius’un eserinde de böyle ifadeler mevcuttur ama bu kanaatler kitabın kıymetine hiçbir şekilde halel getirmezler.

Antonius’un eserini çok seneler önce, yanlış hatırlamıyor isem Lübnan’da bulunduğum günlerde almış ve okuduğum zaman böylesine önemli bir kaynağın yayınlanmasının üzerinden uzun seneler geçmiş olmasına rağmen Türkçe’ye hâlâ tercüme edilmemiş olmasına hayli şaşırmıştım.

Kitabı seksen küsur sene sonra tercüme edenlerden Mehmet Akif Koç, eserin takdiminde, ismini vermediği tanınmış bir uluslararası ilişkiler profesörünün kendisine “Bu esere harcanacak zamana ve kâğıda yazık olur” dediğini yazıyor.

Antonius’un eseri, bizde bu kadar zaman boyunca meğerse hasbelkader “bilim adamı” unvanı taşıyan ama işte böyle bilim dışı ve ilim düşmanı olan zevât yüzünden görmezden gelinmiş!

“Arap Uyanışı”nda, Araplar’ın bize bakışlarını, Ortadoğu’nun Birinci Dünya Harbi senelerindeki vaziyetini ve savaş sonrasındaki Ortadoğu’yu net şekilde görecek ama daha önemlisi, Arap İsyanı’nın ayrıntılarını ayaklanmanın birinci derecedeki tanıklarından birinin kaleminden okuyacak ve Türkçeleri ilk defa yayınlanan birçok belge ile karşılaşacaksınız.

* Catrine Clay’ın “Kral, İmparator, Çar”ı:

Birinci Dünya Savaşı senelerinde Avrupa’nın üç hükümdarı, İngiltere Kralı Beşinci George, Alman İmparatoru İkinci Wilhelm ve Rus Çarı İkinci Nikola birbirleri ile akraba idiler, çocukluklarının belli dönemlerini beraber geçirmişler, sonraki senelerde dünyayı kanlı bir savaşa savaşa sürüklemişler ve George ile Nikola Wilhelm’e karşı mücadele etmişlerdi.

İngiliz gazeteci, televizyon yapımcısı ve tarihçi Catrine Clay, “Kral, İmparator, Çar”da bu üç hükümdarın hayatını çocukluk senelerinden başlayarak ele alıyor. Kitapta hükümdarların birbirlerine gönderdikleri özel mektuplar, dünyanın tamamına yakınına hâkim olan bu üç hanedana ait dedikodular, Alman sarayının dillere destan seks skandalları, özellikle de Prens Eulenburg’un sebep olduğu rezalet, kuzenlerin birbirlerine karşı hissettikleri muhabbet ve nefret, savaş öncesindeki özel yazışmalar ile Nikola’nın kanlı âkıbeti 400 sayfa içerisinde bir macera romanı gibi akıp gidiyor.

İngiltere Kralı Beşinci George’un tahta geçmeden önce kaleme aldığı günlükleri ile yazışmaları İngiliz Kraliyet Arşivi’nde muhafaza ediliyordu ve şimdiye kadar hep kapalı kalmışlardı...

Catrine Clay, Kraliçe Elizabeth’in verdiği izinle görüp elden geçirdiği Kral’a ait bu evrakı eserinde geniş şekilde kullanıyor ve böylelikle üç hükümdarın birbirleri hakkındaki “aptal”, “salak”, “beyinsiz” yahut “sakat herif” gibi asil kanaatleri de ortaya çıkıyor!

“Kral, İmparator, Çar”, Avrupa saraylarının Birinci Dünya Savaşı öncesindeki vaziyetini, o mekânlara hakim olan zihniyeti ve kuzenlerin gerektiğinde birbirlerinin gözünü oyma heveslerini tamamen belgelere dayalı şekilde gösterirken, bir hususu daha açıkça ortaya koyuyor: Türkiye’nin Birinci Dünya Savaşı öncesinde Avrupa’nın umurunda bile olmadığını...

Birinci Dünya Harbi, Avrupa için bir “kıt’a Avrupası savaşı”dır ve bu savaşta Türkiye’nin ismi nerede ise hemen hiç geçmez! Harp tarihçileri ağırlığı Belçika ile Fransa’daki muharebelere verirler. İngilizler savaşı Almanya ve Avusturya ile mücadeleyle sınırlandırmışlardır; Basra’da, Mısır’da, Sina’da ve hattâ Hindistan’ın doğusunda giriştikleri harekâtlardan bile nâdiren bahsederler. Savaşta koskoca imparatorluğunu kaybeden, yüzbinlerce şehid veren ve harbin acılarını en fazla hisseden Türkiye’yi yahut o zamanki ismi ile Osmanlı Devleti’ni hatırlayan yoktur! Yayınlarda ve tartışmalarda Avrupa’nın doğusundaki topraklardan, yani “doğu cephesi”nden mecburen bahsedilir ama bu cephe Çarlık Rusyası ile sınırlıdır! Günümüzün Avrupalı savaş tarihçisi “doğu” dendiğinde sadece Romanof Hanedanı’nın Rusyası’nı hatırlar ve “doğu harekâtları” onların gözünde Rus sınırlarında, Ukrayna’da ve Avrupa’nın kuzeyinde meydana gelen muharebelerden ibarettir...

Catrine Clay’in yayınladığı belgeler hem akraba hanedanların, hem de Avrupa’nın savaş öncesinde Türkiye’yi nasıl gördüğünün, daha doğrusu nazar-ı itibare bile almayışının öyküsüdür.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar