Fuat Uluç
Geçen gün vefat eden Hıncal Uluç’un ardından çok şey yazıldı, lehinde ve aleyhinde dünya kadar söz edildi, hâlâ da yazılıp ediliyor.
Hıncal Bey ile samimiyetim yoktu, sadece tanışırdık. Karşılaştığımızda söylediklerimiz sadece birkaç nezaket cümlesi ile sınırlı kalırdı; bir defasında Fatih Altaylı’nın daveti üzerine Etiler’deki şık bir restorandaki öğle yemeğinde üçümüz biraraya gelip birkaç saat sohbet etmiştik, o kadar...
Dolayısı ile Hıncal Uluç’un ardından onun için birşeyler yazma hakkını kendimde bulamıyorum ama bir başka Uluç’tan, sanat ve kültür alanında önemli yer edinmesi gereken fakat pek bilinmeyen babasından, Fuat Uluç’tan bahsedeceğim...
Mesleği askerlik olan ve son senelerinde Mardin’den milletvekilliği yapan Fuat Uluç, 1910 ile 1968 arasında yaşadı. Siyasî bakımdan tamamen farklı çizgilerde bulunmalarına rağmen büyükbabam ve onun hayatta kalabilmiş birkaç dostu ile Ankara’da nâdiren biraraya gelir, ortak noktaları olan edebiyattan, şiirden, vesaireden konuşurlardı. Tanışıklıkları hayli eskiye, büyükbabamın valilik yaptığı, Fuat Bey’in de o vilâyetlerde genç bir subay olarak bulunduğu senelere dayanırdı.
O günlerde henüz ortaokulda idim. Dolayısı ile Fuat Bey’i sadece gördüm, sözünü ettiğim dost çevresindeki bazı sohbetlerini dinledim ama sadece dinledim, okudukları şiirlere kulak verdim ama yaşım ufak olduğu için konuştukları diğer konulardan tabii ki hiçbirşey anlamadım...
Aradan seneler geçti, Fuat Uluç’un yakın çevresinden olanlar ile tanıştım, bazıları ile dost olduk ve Fuat Bey’i asıl onlardan dinledim.
Fuat Bey’den bana uzun uzun sözedenlerden biri, bestekâr Erol Sayan idi. “Geçsin günler haftalar”, “Kalbe dolan o ilk bakış”, ve “Bana bir aşk masalından şarkılar söyle” gibi daha birçok unutulmaz şarkının bestekârı Erol Sayan...
Subay olarak önemli görevlerde bulunan ve benzer vazifelere emekliliğinden sonra da devam eden Fuat Bey ile Erol Bey’in tanışıklıkları bir şair ve bestekâr münasebeti olarak başlamış, sonradan dost olmuşlardı.
Erol Sayan o günlerden bahsederken “Bazı akşamlar sohbet ede eden uzun yürüyüşler yapardık. Bana içerisinde bizzat yeraldığı bazı hadiselerin bilinmeyen taraflarını anlatırdı, hattâ Iraklı generallerin ‘Yakında ihtilâl yapacağız, seni de Genel Kurmay Başkanlığı’na getireceğiz, hazır ol ve davetimizi bekle’ dedikleri mektupları da göstermişti” der...
1960’lı senelerin Ankara’sında bir “ispritizma” modası vardı. Akşamları evlerde biraraya gelen eş-dost fincan çevirerek, masa kaldırarak yahut medyumu transa sokarak ruh çağırırdı, bu modaya en üst seviyedeki devlet görevlileri de kapılmışlardı ve ruhçular celsede olup bitenleri ertesi gün birbirlerine anlatırlardı.
Erol Sayan, Fuat Uluç’un evinde bir ara sık yaşandığı söylenen bir hadiseden de bahsediyor ve “Fuat Bey eşi Suat Hanım’ı çok severdi, ona çok bağlıydı. Suat Hanım kocasından önce vefat etti ama Fuat Bey’in üzüntüsü bir türlü azalmadı. Aralarında öyle bir bağ kurulmuş olacak ki, Suat Hanım’ın ruhunun da ailesinden ayrılamadığı ve geceleri gelip bulaşıkları yıkadıktan sonra yine öteki âleme döndüğü söylenirdi” diyor.
GÜNÜMÜZÜN TÜRKÇESİ VE ARUZ VEZNİ
Bilenler bilir, aruz vezninde bugünün Türkçesi ile şiir yazmak zordur ve maharet ister. Arapça ve Farsça terkiplerle asırlar boyunca vezinli mısralar yazanların yerini alıp Mehmed Âkif, Yahya Kemal ve Bekir Sıtkı Erdoğan gibi aruzda yeni, rahat ve günlük Türkçe ile şiir söyleyenlerin sayısı pek fazla değildir.
Fuat Uluç, aruzu yeni Türkçe ile ve maharetle kullanabilen nâdir şairlerden idi ama bu işle profesyonel olarak uğraşmıyordu, şiirlerini sadece dar bir dost çevresindeki eşi-dostu bildi, mısralarını bu çevredeki bazı bestekâr dostları bestelediler ve manzumeleri klasik edebiyat meraklılarının malûmu olmadı.
Burada, Fuat Uluç’un aruz ile ve bugünün Türkçesi ile yazdığı iki şiirini yayınlıyorum:
Denizlerin ötesinden ne kaldı beklediğin?
İçinde hangi ümidin o penbe gölgesi var?
Döver şu sahili hâlâ köpük köpük dediğin,
Sürüklenen ölü bir dalgadır gurûba kadar.
Sunar gönüllere bir yaz sabahı özlemi kış,
Sedef parıltılı bir gülde dinlenirse bakış,
Zamân olunca karanlık bir ufka doğru akış,
Bu yaşta zevk verir ancak hayâta hatıralar.
Fuat Uluç’un “Tesellî” isimli şiiri de şöyle:
Hiç bitmeyecek sandığımız yollara bir bak,
Şimşek gibi, bir hamlede son kıvrımı aştı,
Artık çekiyor kendine her an bizi toprak.
Bir gölgeye sinmiş gibi renkler koyulaştı.
Mâdem ki mukadder ebedî uyku yakında,
Yok korkumuz asla kopacak fırtınalardan.
Son damla ışık sönmeden evvel bırakın da,
Bir nağme getirsin bize yazdan ve bahardan.
Mihnet dolu yıllar, yetişir çektiğimiz gam!
Coşsun yine mazîdeki hislerle gönüller.
Mehtap yine bulsun bizi tenhâda her akşam,
Bir kor gibi arzuyla açılsın yine güller.
Bir tatlı hayal meltemi sarsın yine rûhu,
Aşkın yüce mânâlısı ruyâda yanıştır.
Neş’eyle keder, kolkola vermiş iki duygu,
Sevmek, o büyük hazza varan dalgalanıştır.
NÂZIM HAKKINDA ÇOK ÖNEMLİ BİR KİTAP
Fuat Bey’in 1967’de az sayıda basılan ve şimdi artık pek bilinmeyen “Nazım Hikmet ve 1938 Harbokulu Olayı’nın Gerçek Yönü” adında önemli bir kitabı vardır. Kitap, 1938’de Nazım ile beraber tutuklanıp hapse mahkûm olan ve sonraki senelerde “A. Kadir” adı ile yayınlar yapan şair, yazar ve tercüme ödülleri sahibi Abdülkadir Meriçboyu’nun 1966’da çıkarttığı “1938 Harbokulu Olayları ve Nazım Hikmet” isimli eserine cevap ve çok ağır bir reddiyedir.
Nazım ve arkadaşlarının tutuklanmalarının ardından kapatıldıkları Yavuz ve Erkin zırhlılarında o sırada subat olarak görevli olan Fuat Uluç, kitabında A. Kadir’in iddialarının doğru olmadığını söyler, soruşturma ile yargılamalar hakkında daha başka bilgiler de verir, daha sonra Nazım’ın “Kuvâ-ı Milliye Destanı”ndaki bazı mısraları bir asker olarak topografik bakımdan ele alıp yerden yere vurur.
Fuat Uluç’un bu az bilinen kitabı yeniden yayınlanacak olduğu takdirde eminim çok ses getirecektir!
Hıncal Uluç’un babası Fuat Uluç. Fuat Uluç’un 1967’de basılan ama az bilinen kitabı: “Nazım Hikmet ve 1938 Harbokulu Olayı’nın Gerçek Yönü”. Fuat Uluç’un eşi Suat Hanım’ın vefatından sonra yazdığı ve Erol Sayan’ın bestelediği “Sevilen bir yüzü toprakta hayâl etmesi zor / Unut artık diyorum gönlüme, söz dinlemiyor / Abanır üstüme bir dağ gibi sensiz geceler / Ten erir, can tutuşur, kalbimi yaktıkça bu kor” mısralarından meydana gelen akrostişin bestesi.- Konserler için ödenen bu meblâğları, musiki tarihimizin en büyük üstadları hayatları boyunca alamamışlardır!3 dakika önce
- Atatürk'ün Amerikalı bir kadın gazeteciye verdiği, 89 sene önce sansür edilen ve unutulan mülâkatı1 hafta önce
- Kurumaya başlayan Bafa Gölü'nü bu hâle getirenler Bülent Ecevit ve 1970'lerin CHP'sidir!1 hafta önce
- PKK'ya 30 seneden buyana istediği herşeyin birkaç katını verdik ama terör bitmiyor, zira maksat artık başka!3 hafta önce
- Büyük devlet olmanın yolu kendi silâhını bizzat yapmaktan geçer ve kredi kartlarından alınacak 750 lira bu yolda sadece bir katredir!1 ay önce
- Tarih boyunca hiç vârolmayan Lübnan'ı, Abdülhamid'in Washington Elçisi kurmuştu1 ay önce
- Mahzun prenses Fazile vefat etti1 ay önce
- Hortlayan bir dert: İttihadçılık2 ay önce
- Öküzün altında buzağı aramayın! Harbokulu'ndaki gösteri, disiplinsiz bir eylemden ibarettir, o kadar!2 ay önce
- Atatürk'ün meçhul nişanlısı Selma2 ay önce