Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

"YALAN dünya", Neşet Ertaş'ı da aldı...

Ardından şimdi çok şeyler yazılacak, âhlar edilecek, vâhlar çekilecek, "Şöyle ozandı, böyle sanatçıydı" gibisinden sözler söylenecek...

Benzer lâfları vefat haberinin duyulmasından hemen sonra zaten etmeye başladılar bile...

Hele, Neşet Ertaş'ın müziğine hayatlarında bir defa olsun şöyle ciddî şekilde kulak vermemiş olan ama vefatını duyar duymaz "Bol bol dinlenmesi gerekir, herkese tavsiye ederim" diye ahkâm kesenler yok mu!..

Bu şekildeki sözleri, yani "Şöyle sanatçıydı, böyle ozandı" gibisinden ifadeleri bundan sonra da sık sık duyacağız ve hepsi o kadar... Bütün bu değerlendirmeler sadece "lâf" olarak kalacak, zira sadece hayran olunan ama folklorumuzdaki yeri konusunda şimdiye kadar gereken ciddiyetteki araştırmalara bir türlü konu edilmeyen Neşet Ertaş'ın ardından, önemine lâyık bir çalışma yapılması artık imkânsız gibi...

ŞİİR VE MUSİKİ

Neşet Ertaş'ın "folklorumuzdaki yeri" derken besteciliğini yahut bağlama icracılığını değil, mensubu bulunduğu geleneğin yani "musikici halk şairi" zincirinin son halkalarından biri olmasını kastediyorum...

Eski halk edebiyatımızda şiir ile musiki hep içiçe oldu, yani halk şairlerinin neredeyse tamamı aynı zamanda musikici idiler ve şiirlerini de kendileri seslendirirlerdi. Halk edebiyatımızın Anadolu öncesine ait bilinen en eski yazılı kaynaklarını teşkil eden bu şiirler, toplumdaki sosyal konumlarına göre "ozan", "kam", "bahşı", "âşık", "destancı" ve hattâ "şaman" diye isimlendirilen bu sanatçıların eserleri idi.

Şiir ve musikinin birlikteliği geleneği Türk kavimlerinin Batı'ya yürüyüşleri ile beraber Anadolu'ya da uzandı ve burada asırlarca devam etti. Halk edebiyatımızın klasikleri olan Karacaoğlan, Dadaloğlu, Pir Sultan gibi meşhur isimlerin yanısıra onlar kadar şöhret sahibi olamamış yüzlerce şair, hep bu geleneğin devamıydı. Ama, gelenekte zaman geçtikçe değişiklikler yaşandı ve halk sanatının bazı dalları unutuldu. Meselâ, halk edebiyatı ile yüksek zümre edebiyatı arasında bulunan ve temsilciliğini "çöğür şâirleri"nin yaptığı "âşık edebiyatı"nın örnekleri sadece kitaplarda kaldı. Önceki asırlarda son derece güçlü olan, hattâ tarihî olayların ayrıntılarının ortaya çıkartılmasında başvuru kaynağı kabul edilen "destan" geleneği bile neredeyse son buldu.

Belki hatırlarsınız: 70'li senelere kadar sokaklarda tek sayfadan ibaret destanlar satılırdı... Gündemdeki önemli olaylar hakkında kaleme alınıp saman kâğıdına basılı olan bu destanlar aynı geleneğin parçası idiler ve zamanla kaybolup gittiler...

EZİLEN EDEBİYATLAR

Alevî-Bektaşî şiiri ve bu şiirin temel unsurlarından olan muhalefetde, Türk Edebiyatı'nın Anadolu öncesi kültüründen kaynaklanan çok önemli bir branşı idi ve merkeze muhalif şairlerin eserleri, geçmişteki siyasi gelişmelerin ayrıntılarının anlaşılması bakımından büyük önem taşırdı. Asırlarca devam eden ceberrut uygulamalar neticesinde edebiyatın protestocu kimliği zamanla maalesef azaldı, cumhuriyet döneminde de muhalif şairlerin sadece aşk-meşk konuları çerçevesine hapsedilmesine çalışıldı ve olan yine binlerce senelik geleneğe oldu...

Neşet Ertaş, işte, eski asırların ayrılmaz şekildeki şiir ve musiki birlikteliğinin son ve en önemli temsilcilerinden idi. Ama sanatı ve gelenekteki yeri lâyık olduğu şekilde araştırılmadı, hattâ geçmişi asırlar öncesine dayanan "bozlak" formunun son büyük ismi olan babası Muharrem Ertaş üzerinde bile ciddî bir çalışma yapılmadı ve uzun seneler sadece "Aman ne güzel eserleri vardır", "Ne kadar hassas şiirler yazmıştır" yahut "O ne büyük ustadır o!" diyerek, yani lâf edilerek kaybedildi.

"Entelektüel" ve "çağdaş" kesimin Neşet Ertaş'a bakışını merak mı ettiniz? İnternetteki "sözlük" dedikleri o dedikodu ve kin kusma sitelerine girin, görürsünüz! Batı'nın en kıytırık gitarcıları ile şarkıcıları karşısında hayranlık krizleri geçirenler, bu büyük üstada ancak tenezzülen ve ufacık bir yer lütfetmişlerdir...

Binlerce sene öncesinden, tâââ Alpertunga Destanı'ndan bugünlere kadar uzanan geleneğin başı sağolsun!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar