Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

EN sonunda devletinin kuruluş yıldönümünü bile zar-zor, kör-topal, hardal gazları ve tazyikli sular refakatinde kutlayabilen bir toplum hâline geldik ya, hepimize helâl olsun!

İki günden buyana 29 Ekim'de getirilen yasakların haklı olup olmadığını, ortada ciddî bir ihbarın bulunup bulunmadığını yahut Ankara'daki polis barikatlarının kaldırılması emrini kimin verdiğini tartışmakla meşgul olduğumuz için, Türkiye'de apaçık biçimde ve yoğun şekilde ortaya çıkan bir başka davranışın artık rutin haline gelmiş olması pek dikkatimizi çekmedi.

TV'lerde arz-ı endâm eden bazı hanımlarla beylerin buyuracakları her kelâmın öncesinde besmele çekercesine Cumhuriyet'e ve Atatürk'e mutlaka şöyle bir dokundurur olmalarından bahsediyorum. Böyle başlıyor ve bu hafif ısınma turunun ardından "Cumhuriyet bana belâdan başka ne verdi ki?", "Atatürk'ü sevmeye mecbur muyum?", "Memleketin bugün bu vaziyette olmasının tek sebebi, Cumhuriyet'in seneler boyu devam eden yanlış politikalarıdır" diye hiç durmamacasına kin, nefret ve lânet yağdırıyorlar...

NEDEN BECEREMEDİK?

Bu ve bunun gibi sözler ekranlarda artık hemen her gece alenen sarfedilip duruyor ama o programların yöneticileri yahut Allah'ın bir başka kulu olsun, kalkıp da "Türkiye'nin bugün huzur bakımından pek parlak olduğu iddia edilemez ama bu halde olmamızın sebebi Cumhuriyet falan değil, demokrasiyi tam olarak bir türlü kuramamış olmamızdır" demiyor!

Kin ve nefret korosunun ayırd etmekten âciz kaldığı mesele, işte burada: Devletin biçimi ile rejimin şeklini birbirine karıştırmaları... Hayâl edilen özgürlükleri sağlayacak olan müessesenin cumhuriyet değil rejim olduğu ve Türkiye'nin bu rejimi, yani demokrasiyi kurmayı maalesef becerememesi...

Dolayısı ile "aydın" ve "düşünür" oldukları zannedilip ekranlara çıkartılan zevâtın yapması gereken iş Cumhuriyet'i kurucusundan başlayıp herşeyi ile karalamak değil, 1920'li ve 30'lu senelerde sadece Türkiye'de değil, Avrupa'nın birçok ülkesinde bile iktidarda totaliter rejimlerin bulunduğunu hatırlamak, bu rejimlerin günün birinde gelişmiş bir demokrasiye dönüşmüş olmalarının formülünü anlamak ve geç bile kalmış olsak aynının bizde de yapılabileceğini anlatmaktır.

ASIR DEĞİL, BİRKAÇ YIL!

Küçük bir zahmet buyurun, şöyle liseler için falan hazırlanmış en basitinden bir tarih atlasını önünüze açın, Cumhuriyet'in kurulduğu senelerde ve ardından gelen tek parti iktidarı devrinde Avrupa'nın iktidar haritasına bir bakın!

İngiltere ve bir-iki devlet hâricinde, Avrupa'nın neredeyse tamamında diktatörlerin hüküm sürdüğünü görürsünüz. Bugün hayran olduğumuz Avrupa demokrasilerinin çoğu işte bu ceberrut rejimlerin ardından gelmiştir ve demokrasiyi bizde iddia edildiği gibi öyle asırlarca süren mücadelelerden sonra değil, birkaç senede tesis edebilmişlerdir! Hitler'in Almanya'sı ile Mussolini'nin İtayası'ndan hiç bahsetmeden birkaç örnek vereyim: Franco'nun kanlı bir iç savaşın ardından seneler boyu hâkim olduğu İspanya, Salazar'ın Portekiz i, seneler boyu bir generalin gelip diğerinin gittiği Yunanistan ve hattâ General Raoul Salan'ın 1961'deki darbe teşebbüsünden son anda yırtan Fransa... Uzun seneler büyük sıkıntılar çekmiş olan bu ve diğerleri artık gelişmiş birer demokrasidir ama bu işi kurucularına, geçmişlerine ve devletlerine hakaretler yağdırarak değil; sakin şekilde, siyasî nezaketi elden bırakmadan yapmışlardır.

Cumhuriyet'e ve kurucusuna hiç sıkılmadan hakaretler yağdırmak yerine demokrasi eksiğimizin tartışılması gerekirken "Ben onu sevmiyorum, Cumhuriyet'i de sevmiyorum, bana ne, bana ne? Zaten o Cumhuriyet Amca çocukluğumda beni hep döverdi..." gibisinden sözlerle vakit geçirmek ise, birer yaygara olarak kalmaktan ve ortalığı daha da germekten öteye zaten gidemez!

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar